11. Bölüm | Güncellendi

~Gözleri okyanus olan adam.

“Düşündüğüm gibi bir adamsın,” dedi Jessie birkaç sessiz geçen dakika sonrasında. “Fiziki bir değişim geçirmemişsin hayır ama gözlerin aynı bakmıyor.”

“Yine hangi tez sunacaksın bana.” Duruşunu bozmadı, her iki elini belinde sabitleyip dik bakışlarla kadına baktı.

“Fotoğrafını gördüm.”

“Daha yakışıklı olmuşum değil mi?”

Jessie gülerken başını iki yana salladı. “O da var tabi, yakışıklı olduğunu ikimiz de bildiğimize göre konuya dönelim.”

“Seksi olduğum konu mu?”

“Alaycılığınla neyin üzerini örtüyorsun?”

Adrian duraksadı. Dudağının ucunda asılı kalan gülümseme soldu. İç çekip öne doğru büyük bir adım attı. Yatakta oturan kadının üzerine eğilirken gözleri bilinmezlikle kaynıyordu. “Deli gibi merak ediyorsun değil mi?” diye sordu. Gözleri gibi yüzü de ne düşündüğünü belli etmiyordu.

Jessie boş bulunup “Neyi?” Dedi. Kocaman açtığı gözleri adamın yüzünü tararken hep aynı noktada duruyordu. Tuhaf denecek şekilde kırmızı duran dudaklar neden ilgisini çekmişti, bilmiyordu.

“Beni.”

“Tanımadığım bir adamla yaşayacağım, merak etmem normal değil mi?”

Üzerine eğildi, aralarındaki mesafeyi azalttı. Dudakları arasında tek nefeslik bir alan kaldı. Adamın güçlü kolları iki yanında dururken kalbi neden bu kadar güçlü atıyordu. Kaşlarını çattı, dikkatini çeken kırmızı dolgun dudak yaklaşırken kendi dudağına gözlerini kapattı. Sonra, onu kızdıran şey gerçekleşti. Adrian kadının üzerinden çekilirken kıkırdadı.

“Dikkatini dağıtıp seni susturmanın bir yolunu bulmuş gibiyim.”
Kendine gelmesi fazla zaman almadı.  Yarı uzanır duruşunu düzeltti. Ağzını açıp bir şeyler söylemeye hazırlanırken kapı açıldı. Hamurdandı.

Kapı aralığından görünen baş Anna’ya aitti. Kaşları alayla havalandı,, Adrian’a olan bakışlarında bariz bir ima vardi.
“Uzun süre ses gelmeyince sizden, ne durumda olduğunuza bakmakla görevlendirildim,” dedi kıkırtılar eşliğinde Anna. Kadının yaptığı gönderme Jessie’ın gözlerini devirmesini sağladı. Adrian dişlerini göstererek gülümserken, kardeşine doğru tehlikeli bir adım attı. Anna umursamadı, kapıyı iyice açıp içeri geçti.

“Burada sevişiyorken beni yakalamak vardı aklında, değil mi?”

“Böyle fikirler neden hep senin zihninden geçiyor?”
Adrian omuz silkti. “Benden koparacaklarını düşününce, iyi şantaj olurdu.”

“Kiminle nerede ve ne yaptığın neden beni ilgilendirsin ki! Niye büyümüyorsun sen. Annem git, bak ve yemek için aşağı inmelerini söyle dedi. Geldim, gördüm ve söyledim.”

“Bazen o küçük burnunun fazla uzadığını düşünüyorum,” diye söylendi Adrian. Anna boynunu büküp dik dik baktı.

“Sen kendine bir bak. Yaşlandıkça bunamaya başladın. Ade ile mi karıştırıyorsun sen beni!”

Geriye doğru bir adım atıp arkasını döndü, savrulan saçları sırtında dalgalanırken saniyeler içerisinde gözden kayboldu. Jessie şaşkınca giden kadının arkasından baktı. Adrian ise sessizdi. Dudakları ince bir çizgi halini almış, öylece duruyordu.
“Kırıcı alaycılığın tek bana değilmiş, kız kardeşlerine karşı da acımasız davranıyorsun.”

“Ve sen hala beni yargılamaya devam ediyorsun.” Duraksadı. İşaret parmağını kadına uzatıp salladı. “Beni çözdüğünü sanıyorsun ama büyük yanılıyorsun Jessei. İnsanlar sana görmeni istedikleri yanlarını gösterir ve sen tanıdım sanırsın. Bu da büyük yanılgıdır. ” Aralarına aşılmaması gereken hayali bir çizgi çekti.

“Herkes yanılır.” Kadının cevabı onu güldürdü. Gözlerine ulaşmayan dudaklarında hayaleti dolaşan bir gülümseme belirdi yüzünde.

“Ben yanılmam.”

Jessie bir şeyler söylemek istediyse de sustu. Bunun yerine yaaktan kalkıp adamın yanına gitti. Adrian aşağı inmek için kapıya döndü. Peşinden uysalca yürüyen Jessie’nin sessizliği kuşku uyandırıyordu. Adamın sessiz adımlarını takip ederek merdivenlerden usulca inen Jessie, duyduğu sesle adımlarını hızlandırdı.

Adrian  karşısına çıkan büyükannesiyle mutlu olurken son basamakları büyük hızla indi. Yüzünü aydınlatan bir gülümsemeyle bakarken torununu uzun zamandır görmemenin özlemini gözlerinde taşıyordu. Uzun adımlarla yanına ulaştı, kollarına aldığı kadına kocaman sarıldı.

“Burada olduğundan haberim yoktu,” dedi son derece yumuşak bir sesle. Mary aynı sıcaklıkta sarılarak karşılık verdi.

“Bu kadar çok özledin de neden beni görmeye gelmiyorsun?” diye azarladı. Jessie özlemle kucaklaşan ikilinin yanına sessizce durdu. Adrian kolları arasından çekilen büyükannesinin Jessie’yi fark etmesiyle içinden ortalığın karışmaması için dua etti.
Mary’ın gülen yüzü soldu, memnun olmadığını belli edercesine buruştu. “Bu kadın da kim?”

Jessie bir adım atıp yanına sokulan Adrian’a kaşlarını çatarak baktı. Dudaklarını kadının kulağına yaklaştırıp “Sakın terslenme! Baş edemezsin,” diye fısıldadı. Ardından kadının eline uzanıp sıkıca tuttu. Heyecanlı bakışlarını büyükannesine çevirdi.

“Hayatımın anlamını buldum büyükanne,” diye cevap verdi Adrian.

“Belli oluyor... Peki hhayatının anlamının kendi dili yok mu? Konuşabiliyor değil mi?” Mary gözlerini kısarak Jessie’yi süzdü. Işıl ışıl bakan gözlerinin üzerinde incilerle süslü uzun zincirin ucunda gözlüğü vardı. Koyu siyah saçlarının yerlerini alan gri saçları yaşına uygun bir topuzla topluydu.

Dudakları keyifli bir gülümseme ile kıvrılan Jessie “Elbette ki bir dilim var ve konuşabiliyorum,” dedi yaşlı kadına bakmaya devam ederken.

“Öyleyse kendini tanıtabilirsin?” Gözlüklerini indirerek puslu mavi bakışlarını çifte çevirdi. Jessie sakin kalmaya çabalarken Adrian’a baktı. Dudaklarını oynatarak ‘Huysuz,’ dedi. Adrian gözlerini kocaman açıp başını iki yana salladı.

“Tabi ki,” dedi sesini yumuşatmaya çalışırken. Adrian tek kaşı havada gülümserken Jessie konuşmasına devam etti. “Jessie Moon, Adrian’ın kız arkadaşıyım.”

“Geçici mi, kalıcı mı?”

“Aaa,” duraksadı. Gözlerinin önüne düşen hayallerle içten bir şekilde gülümsedi. Dudaklarını yukarı kıvrılışı bembeyaz dişlerin büyülü şekilde ortaya dökülüşüne hayran olmayacak tek bir canlı daha yoktu. “Torununuzun çocuklarını kucağıma alacak kadar kalıcı olmayı umuyorum.”

Adrian, yine paniklediğini hissetti. Mary’nin cevap vermesini beklemeden uzandı, kadını bir kez daha kucaklarken “Büyükanne,” dedi ardından yumuşak yanaklarını sıktı. Mary, Adrian’ın iri ellerinden kurtulmak için geriye doğru hamle yaptı, çabası boşunaydı. “Bizimle uğraşacak değilsin değil mi?”
Georgia, Adrian’ın şamatasına gülümserken gözlerini müstakbel gelinine çevirdi.

“Aileni sık sık ziyaret edersen bu kadar özlememiş olursun Adrian, şimdi yemeğe geçelim, kaldığınız yerden sonra devam edersiniz.” diyerek kapı ağzında duran kalabalığı salonun bitişiğinde olan yemek odasına davet etti.

Son derece zevkle tasarlanmış yemek odası bej ve kahvenin çeşitli tonları hâkiminde enfes bir odaydı. Kahve tonları, daha çok perde ve örtülerde kullanılmış üzerlerinden kıvrılarak siyah şeritler geçiyor ve değişik şekillerle odayı canlandırıyordu. Odayı canlı bir ışık huzmesi değil de, dinlendirici sarı bir ışık hâkimdi. Krem rengi öyle ustalıkla kullanılmıştı ki, hayran kalmamak elde değildi. Jessie elinin altındaki kasların gerginliğinden adamdaki tuhaflığı fark etti. Etrafa olan bakışlarını adama çevirdi.

“Sorun mu var?”

“Hayır, sadece çok açım.”

Herkes yemek masasına geçip yerine otururken Mary kızaran yanaklarına ellerini bastırdı, küskün bakışları torununun üzerindeydi. “Ade nerelerde? Göremiyorum onu da, Adrian’dan beş beter hayırsız.”

Anna büyükannesinin çıkışıyla kahkaha attı. “En sevdiğin torunun benim böylece büyükanne, bırak onları. İkisi de aynı, huysuz ve hayırsız.”

“En azından nerede ne konuşmasını bilecek olgunluktayız hayatım,” diyerek kardeşine cevap verdi. “Etrafımızdaki herkese büyü artık diyerek kendimiz büyümemezlik yapmıyoruz.”

“Dua et ki ağabeyimsin Adrian, benimle böyle konuştuğun için çok ciddi sağlık sorunların olabilirdi.”

“Beni tehdit etmenden hoşlanmadım.”

Jessie birbirine giren kardeşlere bakarken ne hissedeceğini bilemedi. Başını çevirip Adrian’a sokulurken amacı Anna’yı savunmaktı. Anna’nın bunu koz olarak kullanacağını bilmiyordu. “Kız kardeşlerin yaşında kadınları becerirken de aynı rahatsız duyguları hissettin mı?”

Masada bulunan herkes sustu. Enrique kızına doğru dönüp düz ve duygusuz bakışlarla payların, Georgia daha ateşli tepki verdi. “Anna! Konuşma şeklinde dikkat etmeni istiyorum senden.”

Jessie dondu. Mary huzursuzca kıpırdandı. Carey yemeğin ara verip Adrian’a baktı. Adrian ise alaycı bir şekilde gülmeye başladı.

“Neden hayatımda olan bütün kadınlar kimi ne şekilde becerdiğimi umursuyor?” Öfkeli sesi yemek odasında çınlarken Jessie yutkundu. “Aklında bulunsun diye söylüyorum Anna, hayatımda olan kadınlar hiç de senin yaşıtın değil. Senin aksine benden yaşça küçük ya da büyük kimseye ilgi duymuyorum.”

Kaçan keyifler uzun sessizlikleri beraberinde getirirken Jessie oturduğu yerde kıpırdandı. Başını çevirip yeniden Adrian’a uzandı. “Bu yaptığın doğru değildi.” Adamın çatılı kaşları altından kötü bakan gözleri üzerine döndü. Jessie durmadı, fısıldamaya devam etti. “O senin kardeşin, senin için endişeleri var. Her kız ağabeyi için endişelenir ve daha iyisini yaşasın ister. Sen istersen o da seni iter.”

“Bana akıl vermeye bir son ver.”

“Emin ol Adrian, sende olduğunu bilseydim bu kadar çabalamazdım.”

Dişlerini gıcırdattı. Koluna değen yumuşaklığı fark etmesi ise gergin bedeninin hedefini değiştirdi. Boğazını saran bir sıcaklık aşağı, çok daha aşağı indi. Bu onu zorladı.

“Memelerini bana sürtmekten vazgeç.”

“Öyle bir şey yapmıyorum!” dedi dehşetle geri çekilirken Jessie. Şaşkın gözleri ikisinin arasındaki mesafeye takılıp durdu. Adrian da kadına baktı.

“Hiçbir şeyin farkında olmayıp her şeyi biliyorum diyerek davranman büyük çelişki değil mi?”

“Farz edelim öyle yaptım, beni durdurmazsın eminim. Ne yapabilirsin ki?”

Başını eğip kadının boynuna sokuldu. Ailesinin ona bakmasını umursamadı. Anna’nın haklıydım diyen bakışlarını görmezden geldi. Carey’ın keyifli ıslığına kulaklarını tıkandı. Oldukları anda yalnızca Jessie vardı. “Eğer tekrarlarsan durdurmam, emin ol ve sen eskisi gibi masum kalmazsın.”

Jessie yutkundu. Bu bir tehditten çok gerçeklik payı olan bir durumdu. Kulağında duran dudakların hissettirdiklerini sevmedi. Adamın başı sonrasında yan tarafından usulca çekildi.

Başını geriye çekip, Adrian’ın sert bakan gözlerine baktı. Tuhaf bakan mavi gözler ona kendini huzursuz hissettirdi. Adrian’ın, yüz hatları gerildikçe Jessie’nin de kalbi tekliyordu. Yaydığı gerginlik öyle elle tutulurdu ki daha fazla gözlerine bakmaya cesaret edemedi. Bakışlarını yeniden düz bir çizgi haline alan dudaklara çevirdi.

“Beni korkuttuğunu sanma, sakın. Ve unutma ateşe elini uzatan yanar.” Dudaklarını yalayarak başıyla masadakileri işaret etti.

Geceye sakin bir şekilde devam ederlerken masada çatal bıçak sesleri dışında tek bir ses yoktu.

Her şey dört dörtlük hazırlanmıştı, o akşam. Önünde muntazam bir masa duruyordu Jessie’nin. Aperatifler, ara sıcaklar ve ana yemek olmak üzere çeşidi bol bir akşam yemeğiydi. Fransız mutfağının lezzetleri ile dolup taşmış enfes bir masada oturuyordu. Gümüş yemek takımıyla süslü masa kraliyet sofrası ihtişamındaydı. Masa üzerine dağılmış lavantalar, şamdanlar görüp göreceği en güzel şeydi.

Önünde duran çatal bıçak takımına baktı. Her biri bir düzen içinde diziliydi. İç sesi susmuyor,  bu işe bulaşmamış olsaydı şu an ne yapıyor olduğunu sorguluyordu. Yanaklarını şişirerek oflamak istediyse de yapamadı. Sakin geçen yemeğin tek rengi arada Adrian’ın büyükannesine sataşmasıydı.

“Jessie’nin evimizi beğenip beğenmediğini merak ediyorum,” diye mırıldandı Mary gülümserken. Aklına gelen soruları sorup sormamada kararsızdı. “Söylesene Jessie, en çok neyi beğendin. Ah tabi Adrian dışında.” duraksadı. Mavi gözlerindeki parıltılarla Jessie’ye bakmayı sürdürdü.

Georgia’nın tek kaşını havada inceleyen bakışlarını fark etmesiyle duraksad Jessie. Derin bir nefes aldığını, su bardağına uzanıp kırmızıya boyadığı dudaklarına götürdüğünü sessizce izledi. Georcia bardağından aldığı bir yudum suyunu yuttuktan sonra gülümsedi.

“Evinizi çok beğendim. Adrian’ın büyüdüğü evde olmak, nefes alıp uyuduğu odayı görmek, küçükken düştüğü yürüdüğü salonda bulunuyor olmak tuhaf ve bir o kadar iyi hissettirdi beni.”

“Burada bulunuyor olmandan bizlerde memnunuz hayatım, tabi gerçekten Adrian’ın sevgilisiysen.”

Jessie beklediği hamlenin gelmesiyle başını aşağı yukarı salladı. “Seni anlıyorum Georgia, bana karşı güvenin ya da inancın olmayabilir. Bu doğru. Ama doğru olmayan şey, Adrian’a güvenin olmaması. O senin oğlun.”

Georgia dişlerini sıktı, gözleri kısılırken bir şey söylemedi. Kızgınlığını sakalyan gülümseme dudaklarını sararken “Haklısın, o benim oğlum.” Peçete söyle dudağını sildi, masaya geri bıraktı. Sakince izin isteyip masadan kalktı. “Benim oğlum olduğu için onu tanıyorum Jessie.” Dedi, gülümsemeye devam ederken. Arkasını döndü ve cevap beklemeden masadan uzaklaştı.

Jessie kolunda hissettiği baskıyla boşlukta kalan bakışlarını koluna, ardından kolunu sıkıca kavrayan adama çevirdi. Adrian’ın yerinden kalktığını görmedi, ayakta neden duruyordu?

“Biz biraz dışarı çıkalım, sanırım hepimizin biraz ara vermeye ihtiyacı var.”

İçinde karmaşa çıktı Jessie’ın, ne yaptığını bir kez daha sorguladı. İnsanlara yalan söylüyordu. Üstelik yalan söylemeyi sevmezdi. Kaşlarını çattı. Adrian sayesinde yalancı oldu. Kızdı kendine. Georgia’nın haklı kızgınlığı onu köşeye sıkıştırdı. Sesler gitti o anda Jessie için. Görüş alanı bulanıklaşırken etraf hastalıklı bir renge boyandı. Attığı her adımı boşlukta yürüyormuş gibi bir his verirken yutkunarak başını aşağı yukarı salladı. Yemek odasını arkalarında bırakıp, salondan çıkıp çıkışa doğru ilerliyorlardı.

“Nefes alamıyorum,” diye fısıldadı Jessie. Acı çeker gibi yüzünü buruşturdu.

“Jessie?” dedi Adrian, kadının suskunluğu içinde düğüm oldu. Jessie başını iki yana sallayarak adamı kendinden uzaklaştırdı.

“Düşünmeye ihtiyacım var,” dedi, Adrian’ı arkasında bırakıp, çıkışa doğru ilerlemeye başladı. İçi içini yiyordu. Yaptığının yanlış olduğunu bile bile devam etmesine kızıyordu. Kendine kızdıkça öfkesi her geçen dakika kabarıyordu. “Yalnız.”

Sakin adımları geniş holü geçip meraklı gözlerden uzaklaştı. Herkes ve her şeyi ardında bırakıp, kapıyı açarak kendini serin havaya attı. İçindeki onu boğan sıkıntıyla beraber verandadaki mermer basamaklara çöküp oturdu.

Tek başınaydı şimdi. Yine. Kimsesi yoktu o anda. Aslında tek başına sayılmazdı, Adrian vardı, suç ortağı.  Mutsuzluğu anlıktı. Mutlu olması birkaç saniyesini alırdı. Mesela kısmen aydınlatmalı geniş bahçeye çıkabilir, yemyeşil çimenlerde yalın ayak yürüyebilir, çiçeklerin o muhteşem kokularını soluyabilirdi; böylece mutlu olurdu. Yüzünü astı, ait olmadığı yerde mutlu olmak kolay değildi. Biliyordu, ne Adrian’ın yanı ne de bu görkemli ev onun ait olduğu yer değildi. Yanaklarından yuvarlanan yaşları durdurmak için elinin tersiyle yanaklarını kuruladı. Sonrasında ellerini kucağına indirerek birleştirdi ve sırtını kamburlaştırıp kafası kucağında birleştirdiği ellerinin üzerine bıraktı.

“En zoru kimsesiz olmakmış,” diye mırıldanırken en çok kaderine kızıyordu. İç çekerek olanları aklından atmaya çalışırken Adrian’ı yanında istediğini fark etti.

Adrian peşinden gittiği kadının iki büklüm oturuşundaki kırılganlığıyla bulduğunda içi acıdı. Boğuk fısıltıyla söyledikleri içine işledi. Sessizce yanına yaklaştı. Bacaklarını uzatarak yanına oturdu. Alacağı tepkinin ne olacağını bilmediğinden, sustu. Bekledi. Sessizce, dip dibe otururken sadece bekledi.

Aldığı nefesi titrekçe verirken yutkundu. Yanı başında oturan adamın varlığını görmezden gelmeye çalıştı. Ayağının dibine ufak bir şeyin çarptığını hissetti. Merakla kafasını kaldırırken dikkatle izlendiğinin farkında, ayağına çarpan her ne ise görebilmek için gözlerini kıstı. Ufak bir şeydi bu. Simsiyah, küçük, yumak gibi bir kedi parıldayan buz mavisi gözlerini kocaman açarak kadına dikmiş, titriyordu. Jessie bu tabloya gözlerini kırpıştırarak baktı. Ardından gülümsedi.

“Sende mi yalnızsın? Kıyamam,” derken son kelimesinin son hecesini uzattı, ardından parmaklarını uzatarak kedinin sırtını sevdi. Ufak kedi Jessie’nin yakınlığıyla ayaklarının dibine iyice sinerek bedenini sürttü. Bu harekete gülümserken tereddüt etmedi, eğilip kediyi kucağına aldığı gibi dizlerinin çıkardı. Kedinin kucağına kıvrılıp yerleşmesine gülerek izledi. Kedi, bedeninin kavranıp havaya kaldırılmasına ses çıkarmadı, kadının kucağına yerleşip daha çok kıvrılırken mırladı. “Demek sıcak bir yer arıyordun.”

“Sıcak yer arayan bir tek o değil,” diye mırıldandı Adrian. Jessie’nin her hareketiyle sarılma arzusu artarken konuşmak istedi. Kedinin sırtını seven eli havada asılı kalırken Jessie gözlerini kırpıştırdı, başını Adrian’ın olduğu tarafa çevirerek gözlerinin içine baktı.

“Sen ne zamandır buradasın?” diye sordu umursamazca. Bu tavrı adamı güldürdü. Mavi gözleri kadının kucağına kıvrılıp uyuklamaya başlayan kediye kaydı, ardından tekrar hedefine, yeşil gözlere taşınıp orada kaldı.

“Yanında olmalıyım diye düşünmüştüm,” dedi düşünceli bir sesle. Gözleri okyanus olan adamın, ifadesiz bakan yüzü çok uzağında değildi. Jessie, iç çekip önüne döndü. Bakışlarını kucağındaki kediye çevirdi.

Adrian kadına bakarken üşüyüp üşümediğini merak etti. Ceketini çıkardı uzanıp omuzlarına bıraktı. Bakışları yeniden buluşurken her ikisi de sessizdi. Gözlerini yeşil girdaptan çekip başını gökyüzüne çeviren Adrian bulutsuz geceyi izlemeye koyuldu. Derin derin nefesler aldı gözlerini kapatırken. Jessie sessizliğe gömüldükleri sırada yanında Adrian varken, belki de hayatında ilk defa korkmadığını hissetti. Yutkundu. Kurumuş boğazını yumuşatmak istercesine yutkundu.

“Bana anlatabilirsin... Her şeyini...” dedi Adrian gözleri kapalı bir şekilde.

Jessie titredi. Hava serindi evet ama titremesinin nedeni bu değildi. Burnunun dibinde oturan Adrian ve omuzlarında duran ceketiydi, titremesinin sebebi. Adrian biraz daha yaklaşıp o ölünesi mavi gözlerini açtığında Jessie kucağındaki kediyi unuttu. Hayvan sıkıca kavranmanın verdiği duyguyla yere doğru zıplarken Jessie sessiz ve ürkekti. Yüzünde alaycı bir gülümseme yayıldı Adrian’ın, başını yana hafifçe eğerek Jessie’ye bakmaya devam etti.

“Garip ama ilk defa huzuru hissediyorum ben,” diye mırıldandı. “İlk defa.” dedi üzerine basa basa.

“Ben de öyle.” mırıltısı Jessie’nin dudaklarından yükselirken gözleri kadının dudaklarına kaydı. Onu öpse, ne derdi?

“Korkuyorsun ama?”

“Belki evet, belki hayır,” dedi ve devam etti konuşmasına. “Kimsenin olmadığı bir yerde yürüyorum ben. Buna rağmen sanki çevremde dört duvar varmış gibi hissediyorum. Garip hissediyorum. Yağmur yağar da yanına şemsiye almayı unutursun, kalırsın öyle. Yalnızlık da öyle bir şey işte… Gökyüzü gibi, birçok yıldız var ama yalnızdır her bir yıldız.”

Adrian baktığı gözlerinde kadının korkularını net bir şekilde görebiliyordu. Kendini tutmadı, içinden gelenleri engelleyemedi, şansız olup ilk defa şansı dönen hırsıza sarıldı. Bir sürü duygu vardı. En çok canını yakan, içini dolup taşıran şefkatiyle sarıp sarmaladı kadını.

“Korkmamalısın,” diye fısıldadı. “Artık ben varım!”

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top