one and only

bir günde bitirmiş olabilirim ama yazmak neredeyse 5-6 saatimi aldı, üstelik aralıksız yazmama rağmen. Okuması o kadar zaman almaz sanırım... Short story dersindeki hikayelerden çokça etkilendiğimi söylemem gerek bir de ...

hikaye notları: Bir oneshot. Felicity'e önyargılı yaklaşmayın, herkesin yaşı 35-40 arası, belli bir sayı yok, siz istediğiniz gibi düşünebilirsiniz. He bir de Louis'in Felicity diye bi kız kardeşi olduğu aklıma yazdıktan sonra geldi, bu Felicity o Felicity değil..

3.3k kelime, iyi okumalar... Yorumsuz bırakmayın:( Not: kontrol etmiş olsam da insan kendi editörlüğünü yapıp hatalarını öyle çok iyi göremiyor, lütfen ufak hatalarımı mazur görün)

Felicity erkenden kalkıp mutfağa indi, orada dünden kalan ekmekleri kızartma makinesine koydu ve haşlanması için yumurtaları sıcak suya bıraktı. Bunları yaparken sessiz olmaya çalışıyordu çünkü Louis, yani eşi, uyandırıldığında normalinin aksine çok aksi biri olabiliyordu.

Felicity mutfaktaki işlerini bitirdiğinde, Louis'i kahvaltıdan önce uyandırmak için odaya dönmüştü. Korkarak uyandırdı eşini. Louis ise o sabah pek sessiz ve sakin  gözüküyordu.

Beraber aşağı indiler. Kahvaltı ederken hiç konuşmadılar. Louis alzheimer olduğunu öğrendiğinden beri fazla sessizdi. Aslında o eskiden de sessiz biriydi. Bazen anksiyete atakları geçirirdi. Bunu önleyen kişi hayatında hep Felicity olmuştu. Şimdi ise Louis alzheimerdı ve yine yanında duran kişi o olmuştu.

Felicity Louis'in elini tuttuğunda, o kaşlarını kaldırarak eşine döndü. Sanki bir yere dalmış da, küçük bir dokunuşla kendine gelmiş gibi irkilmişti. Etrafa baktı. "Yemeğini yesene." dedi Felicity üzgünce.

"Çocuklarım uyanmadan olmaz." Louis ayağa kalkacaktı ki, Felicity'nin eli buna engel oldu.

"Louis. Dün onları annenlere bıraktık. Unuttun mu?"

Louis sakince nefesini verdi. Eşi söylediyse bile hala böyle bir şey yaptığını hatırlamıyordu. Ona erken yaşta alzheimer teşhisi koymuşlardı. Etrafında son zamanda gelişen hiçbir şeyi hatırlamıyordu. Bazense hatırlıyordu ama bu bilgiler beyninde sık sık yer değiştiriyordu ve Louis, bazen çıldıracakmış gibi hissediyordu.

Felicity masayı topladıktan sonra kapıya yöneldi ve kenarda duran askılıktan montunu ve şapkasını giydi. Louis'in yanağına öpücük kondururken o işteyken evde uslu durması için şakayla karışık tembihledi.

Yapacak başka bir şeyi de yoktu zaten. Hastalığından sonra editörlük yaptığı yayınevinden çıkarılmıştı. Sigortası sayesinde ufak da olsa bir para alıyordu ama Felicity çocuklar için çalışmak zorundaydı.

Louis televizyon karşısındaki koltuğa uzandı. Başta biraz daha uyumak yapılacaklar listesindeki en mantıklı kararmış gibi gözüküyordu. Ama birden beyni uyuyamayacak kadar fazla çalışmaya başladı. Koltuktan kalktı ve salondaki büyük cama yaklaştı. Perdeyi araladığında , dışarıda kar yağdığını gördü.

İlk kez elime dokunmuştu. Bundan önce bir sürü insan geçmişti belki hayatımdan ancak, onun en ufak dokunuşu bende hiç bilmediğim bir hissi uyandırmıştı. O yüzündeki gamzelerini göstererek bir şey anlatırken, sadece göstermek için elimi tutmuştu ve kalbimin yerinden çıkacağını hissetmiştim. Bu hisleri hiç sorgulamadım. O benim dostumdu ancak o dokunuştan sonra, onu sadece dost olarak görmediğimden emindim.

Geçmişteki birkaç şeyi net hatırlamasına kar mı sebep olmuştu bilmiyordu ama, kalbi gençliğindeki kadar hızlı atmaya başlamıştı birden. Tuttuğu perdeyi iyice sıkarken kornişlerinden gelen ufak sesler bırakmasına sebep oldu. Buna inanamıyordu. Neredeyse 20 yıl geçmişti bunların üzerinden. 17 yaşındayken yaşadığı bir anıyı hatırlaması çok garipti ve o an çok heyecanlı hissediyordu. Sanki o olay dün yaşanmış kadar mutluydu.

Hızla telefonunu aldı ve ezberinde olduğunu bilmediği numarayı çevirdi. Numara çalıyordu. Louis uzun bir süre açılması için bekledi. Ama tam aksine, açan kimse yoktu. Louis aynı şeyi birkaç kez daha tekrarladı. O gün kimse dönmemişti telefonlarına.

Felicity eve geldiğinde Louis'in bilgisayarda oturduğunu gördü. Arkasında sessizce onu izlerken, şapkasını çıkartıyordu. Eski resimleri incelediğini fark etti. Fecility bu resimleri hiç görmemişti. Bilgisayar kasasına takılı bir hard disk vardı. Yavaş yavaş her şey Felicity'nin kafasında oturmuş gibiydi. Bu hard disk Louis'in hatıra kutusunda sakladığı şeylerden bir tanesiydi. Onu çatı katında saklıyordu ve bugün çıkartmıştı. Doktorun ona söylediklerini hatırladı. Louis'in geçmişi gün ve gün yaşayacağını söylemişti.

Elini Louis'in omzuna nazikçe koyduğunda fark etmişti titrediğini. Fotoğraflara bakarak ağlıyordu. Felicity o an, resimlere değil eşine odaklandı ve yanına eğilip yüzünü incelemeye başladı. "Neler oluyor Louis?" Fısıldadığında, Louis ıslak gözlerini eşine çevirdi.

"Beni terk etti."

"Kim?" Louis'in mavi gözleri tekrar bilgisayar ekranına yöneldiğinde, Felicity resme baktı. Resimde iki genç çocuk -birinin Louis olduğunu biliyordu.- yan yana oturuyorlardı bir bankta. Felicity eşinin neden bu resme bakarak ağladığını anlamaya çalışsa da, Louis anlatmadan bilemeyeceğini biliyordu.

"İsmi Harry. Bugün ona ulaşamadım. Hiçbir zaman telefonlarıma cevap vermiyor. Dün de beni terk etti."

Felicity üzgünce soluk verdi. "Bilgisayarı kapatalım ve biraz bu Harry hakkında konuşalım. Ne dersin?"

Louis hızla başıyla onayladı. İkisi koltuğa geçtiklerinde Felicity hızla onu kucakladı. Ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Anladığı şeyin olmamasını diliyordu veyahut.

"Harry kim Lou?"

"Harry benim... arkadaşım. Yani arkadaşımdı. Ben onu bırakmayacağıma söz vermiştim!"

"Herkes yalnız. Herkes herkesi bırakıyor. Sen. Ben. Diğer insanlar."

"Ben seni bırakmam çünkü sen benim dostumsun."

Böyle söylediğinde, Harry sessiz kalmıştı. Sanki Louis'e karşı hisleri varmış da Louis onun hislerine hakaret etmiş gibi hissetmişti. Bu çok kötüydü. Ona hislerini o söylemeden asla söyleyemezdi çünkü bu aralarındaki her şeyi bozacaktı.

Felicity Louis'in daha çok ağladığını görünce saçlarını okşadı. "Onu seviyor muydun?"

Louis bir süre duraksasa bile, birkaç saniye sonra ufak da olsa kafasını evet anlamında sallamıştı.

"Sinemaya girmeye ne dersin?" Harry sorarken Louis'i inceliyordu. Louis ise gözlerini sinema gişesindeki ekranlara dikmişti. Yürüyen merdivenden yukarı çıkıyorlardı bu yüzden Louis tam olarak yazıları seçemiyor, görmek için gözlerini kısıyordu. "Gözlük takabilirsin bence. Gözlüklü halin de çok tatlı."

Gözlerini hızla arkadaşına çevirdi Louis. Onunla flört mü ediyordu yoksa?

"Sinemaya girmeyecek miyiz?"

"Hayır sonra gireriz. Gel oturalım." Karşı karşıya oturduklarında Harry hızla Louis'e eğildi. "Sınıfta bir kızdan hoşlanıyorum."

Bu, Louis'i biraz incitmiş gibiydi. Ama incinmemeliyim diye düşündü, çünkü Harry onun arkadaşıydı ve arkadaşlar birbirine böyle şeyler anlatırdı.

"Hayır! Hayır! Bana kızları anlatmana katlanamıyorum!"

Felicity, yatakta doğrulmuş Louis'e baktı uykulu bir şekilde. Louis bağırarak gecenin bir vakti eşini uyandırmıştı. "Louis... Geçti." Hızla Felicity ona sarılsa da, Louis kadının kollarından kurtulup lavaboya koşmuştu. Ağlarken eşinin onu görmesini istemiyordu.

Yeter diye birkaç kez bağırdı. Artık beyninin ona oyunlar oynamasını istemiyordu. O gece 17 yaşında olmadığının farkındaydı ve bu canını acıtıyordu. Tekrardan hızla telefonuna sarıldı.

"Merhaba Harry, eğer bunu dinliyorsan-"
Bir süre durdu ve ne diyeceğini düşündü. Sanki tüm sözcükleri unutmuş gibiydi.
"Eğer bunu dinliyorsan ben Louis. Eski bir dostun. Sana burada her zamankinden daha çok ihtiyacım var." Sonlara doğru gözleri dolduğu için telefonu birden gelen bir hisle kapattı. Oysa ki daha söyleyecekleri bitmemişti.

Louis hiç bitmeyen cümlelerini sıralamaya başlamıştı ama asla Harry'e ulaşamayacağını bilmiyordu. Çünkü tüm bunların üstünden neredeyse 20 yıl geçmişti. İkisinin de numaraları değişmişti. Ama Louis ona ulaşmak ve içinde kalan her şeyi ona dökmeyi istiyordu.

Felicity eşinin konuşmalarını dinledikçe, kalbinin içinde büyük bir acı hissediyordu. Yıllardır çok sevdiği eşinin hastalığı yüzünden bu hale geldiğini biliyordu ve ona yardım etmek istiyordu.

Louis'i yatırdıktan sonra Felicity, onun telefonunda durmadan sayısız kez çaldırdığı telefon numarasına baktı. Nasıl hatırlamıştı böyle? Kendi kendine düşündü. Hastalık sebep olmuştu buna tıpkı diğerleri gibi. Numarayı kenara not aldı ve bugün Louis'in baktığı resimleri açtı bilgisayarda. Resimleri tek tek incelemeye koyuldu. Önce genç Louis'i süzdü, sonra yanında duran diğer genci. İtiraf ediyordu ki, güzel ve sevimli birine benziyordu. Tatlı sayılırdı diye geçirdi içinden. Ama asla eşinin bir zamanlar ona aşık olabileceğini düşünemiyordu. Belki Louis için o genç sadece bir çocukluk, gençlik aşkıydı. Felicity iç çekti. Ne önemi vardı ki tüm bunların? Louis acı çekiyordu. Fotoğrafları incelemeye devam etti.  Fotoğrafın çekildiği yerden deniz aşağıda gözüküyordu. Dalgalar kıyıdaki taşlara çarpıyordu. Felicity hayalini kurduğunda ikinci resme bakıyordu. Aynı yerdi, ama farklı bir mevsimdi; bunda kayalıkların aralarında yeşeren çiçekler vardı. Deniz daha mavi gözüküyordu. Diğerindeki kadar fırtınalı , soluk ve bezgin durmuyordu. Sabah işe gitmesi gerektiğini kendine tekrar hatırlatıp bilgisayarı kapattı ve eşinin yanına kıvrıldı, yorganın içine bile girmeden.

Kahvaltıda Louis yine sessizdi. Her zamanki gibi çocuklarını sordu Felicity'e. "Bugün onları görmeye gidelim mi?"

"Haftasonları evdeler zaten Lou."

"Bugün günlerden ne?"

"Perşembe." diye yanıtladı iç çekerken Felicity. Louis onun neden bu kadar üzgün durduğunu anlamaya çalıştı. Yumurtasını yedikten sonra kafasını kaşıdı ve tekrar Felicity'e döndü.

"Annen ne zamandır aramıyor. Onu özledim. Aslında seni hep merak ederdi o. Neden aramıyor?"

Felicity ise, bu sefer başını eğdi. "Louis..."

"Ne? Annenin seni sevmediğini söyleyemezsin."

"Evet ama o öldü. Geçen sene."

"Ne, öldü mü?"

Felicity gözleri dolunca, masadan kalkmak zorunda kaldı. Louis'in karşısında ağlamak onu daha da üzecekti. Bu yüzden bir süre tek başına odada kalması ona iyi gelecekti.

Biraz zaman geçmişti ki, Louis'de peşinden odaya gitti. Kapıyı çaldı. "Felicity. Sana bir şey anlatmam gerek."

Felicity kapıyı açtı. İkisi içeride yatağın üstüne oturdu. Yaşlarını sildikten sonra Felicity merakla ona döndü. "Dün sen yokken ben bir yere gittim."

"Öyle mi? Dışarı çıkman yasaktı hani?"

"Evet ama bir şey olmadı merak etme. Harry'le buluştuk. Hatta tüm gün onunla beraberdim."

"Öyle mi? Ona nasıl ulaştın?"

"O zaten sonradan bizim mahallemize taşınmıştı. Yani evlerimiz birbirine yakın. Biraz konuşmaya ihtiyacım vardı. Ve sen yoktun. Ben de onunla konuştum."

Yan yana geldikleri an, Harry kolunu Louis'in omuzlarına dolamıştı. Boyu ondan pek bi' uzun olduğundan bu fazlasıyla kolay olmuştu ve tabi ki Louis'in çokça hoşuna gitmişti. Bazen ondan etkilendiğini düşünüyordu hatta ama asla bunu kabullenemiyordu. Çünkü bunu kabullenirse, sanki kötü bir şeylerin olacağını hissediyordu ve bu korku aslında onunla arkadaşlığının başlama tarihinden beri vardı ve sanki Louis'i günden güne hasta yapıyordu. Düşünceleriyle boğuşmaktan uyuyamıyordu ve bunu ondan başka kimseye anlatamazdı çünkü başka arkadaşı yoktu Louis'in. Durumun ne kadar acı verici olduğunun farkındaydı. Tıpkı tüm hayatının acı verici olduğunun farkındaymış gibi. Ama onun yanındayken huzurluydu. Sanki iyi olan her şeyi hissediyordu. Ama o ne zaman yanından gitse, kötü şeyler ona tekrar geri dönüyordu. Ona itiraf edemezdi. Eğer ederse, onu kaybedecekti.

"Seni bir yere götüreceğim." Louis, Harry'e onu bilmediği yerlere sürüklemesine izin verdi. Giderken konuşmayı sürdürdüler her zamanki gibi. Gittikleri yer ise, denizin üstündeki kayalıklardı. Liman gözlerinin önündeydi. Bir taşa oturdular ve denizi izlemeye koyuldular. "Hiç durduk yere kötü hissettiğin oluyor mu?" Louis, Harry'e sorarken ona döndüyse de, aralarındaki mesafe dikkatini çekti. Birbirlerine fazla uzak oturuyorlardı.

"Evet. Sana bir şey anlatacağım." Harry ellerini, ince yeleğinin ceplerine soktu ve denize bakmaya devam ederek anlattı. "Annemin babamı aldattığını öğrendiğimde henüz 13 yaşlarındaydım. Annem birkaç gece eve gelmemişti. O günden beri ona hep soğuk davrandım. O da bana karşı öyleydi. Ama şimdi, bana sanki eskisi gibi olacakmışız gibi yakın davranıyor. Bu o kadar canımı sıkıyor ki." Uzun cümlesini bitirdiğinde Louis'e döndü. "Bunu kimseye anlatmamıştım."

Louis ilk defa, onun gözlerinin içine bakarken yutkunmuştu ve fark etmemesi için dua etmişti. Harry, insanların gözünde hep kapalı bir kutuydu. O kimseyle arkadaş olmazdı. Kimseyle iletişim kurmazdı. İki arkadaşı varsa biri Louis'di. Ve şimdi, ona gerçekten ilk kez hayatıyla ilgili gerçek bir sır veriyordu. Normalde aralarında hep kız muhabbeti geçerken, bu Louis'in çok ama çok hoşuna gitmişti. Üstelik berbat hissetmesi gerekirken. Birkaç dakika sonra onun böyle soğuk ve duvarlı olmasının sebebini anlamış gibiydi. En güvendiği, en sevdiği insan ona sırtını dönmüştü. Nasıl insanlara açılabilirdi ki? Louis kendini değerli hissetti.

"Ona kız arkadaşımdan bahsettim. Beni ne kadar sıktığını, hiçbir şeyin istediğim gibi gitmediğini." Louis dün gibi hatırladığı o anıları düşünürken iç çekiyordu. Tanrım, o kadar özlemişti ki onu. Felicity ise sessizce onu sizliyordu halen. "Acaba tekrar ne zaman görüşeceğiz?"

"Louis... Harry'den hoşlandın mı?" Felicity sorarken yutkundu ve kendini düzeltti. "Hoşlanıyor musun?"

Louis cevap vermek yerine başını eğdi ve sessizce kafasını salladı.

"Soy adı ne Harry'nin?"

"Styles." Söylerken heyecanla başını kaldırdı Louis. İsminin dudaklarından dökülüşü bile heyecanlandırıyordu onu.

Akşam başını yatağa koyduğunda, Louis gençliğindeki gibi Harry'le geçireceği zamanların hayalleriyle uyuyakalmıştı.

••

Louis ve Harry okulun yemekhanesinde yemek yiyorlardı. Harry yine, Louis'e göre biraz daha çok konuşuyordu ve birden bir şeyi hatırladığı için duraksadı. Louis hemen fark etti. "Neyin var? Ne oldu?"

"Bu somestrda şehir dışına çıkmam gerekiyor." Louis, duyduğu şeye üzülse de tepki vermemeye çalıştı.

"Yani bu son buluşmalarımız diyebiliriz."

Harry güldü. "Onun için ayrı bir vakit ayırabiliriz bence."

İkisi gülüşürken, yanlarına Louis'in sınıf arkadaşı gelmişti. "Selam."

Elyse, Louis'in yanına oturdu. Biraz çekingen bir kız olsa da genelde herkesle anlaşırdı. Bu yüzden Louis, Harry'nin onu seveceğini düşündü. "Demek şu meşhur Harry sensin."  Louis, aniden duyduğu şey yüzünden, ayağını sertçe kızın minik ayağına geçirdi. "Y-yani... Louis'in tek gerçek dostu." Louis ve genç kız durumu kurtarmaya çalışırcasına gülüşürken Harry, kendini beğenmiş bir tavırla tek kaşını kaldırarak sırıttı. Evet, Harry biraz kendini beğenmiş biriydi ve bu cümle onun egosunun biraz daha pohpohlanmasına çoktan sebep olmuştu bile.

Üçü konuşurken, birkaç dakika sonra Elyse'nin sorusu dikkatleri birden Louis'e kitlemişti. "Ee defterine başladın mı?"

Harry hızla öne atıldı. "Ne defteri?"

"Şey," Louis nedense duraksadı. "Hislerimi bir deftere yazmaya başladım. Kimsenin adını vermeden. Gün ve saatini de yazıyorum."

"Bakayım."

"Hayır." Louis güldüğünde, Harry'nin suratı düşmüştü.

"Senin hislerin mi vardı? Ben buna pek inanmıyorum."

Artık, Louis'in de suratı asıktı. Harry ona bakmadan yemeğine devam ederken Louis ağlamak istedi.

"Elbette hislerim var seni aptal!"

Louis birden elinde tuttuğu perdeyi aşağıya çekti ve Felicity gelen sesten dolayı, hazırlanmasını yarım bırakıp koşarak aşağıya indi. "Louis! Tanrım! İyi misin? Neler oluyor?"

Louis başını Felicity'nin omzuna yasladı ve yorgun bir şekilde göz yaşlarını sessizce oraya akıttı. "Üzgünüm." diye fısıldadı, Felicity'nin onu duymadığını bilerek.

••

"Hayır anne, Louis kendini pek iyi hissetmiyor. Hayır hayır. İlaçlarını alıyor. Doktor kontrolüne de gidiyoruz sık sık. Çocuklara onları çok sevdiğimizi söyle."

Louis yatakta telefonuyla numaraya tekrar ulaşmaya çalışırken, Felicity kayınvalidesine çocukları alamayacağını haber veriyordu. "Neden sana ulaşmak bu kadar zor Harry?"

"Seni terk etti! Seni istemediğini söyledi! Neden hala onu aramak istiyorsun?!" Elyse Louis'i azarlarken, onun ne kadar canı yandığından habersizdi.

"Ona ihtiyacım var. Ama o telefonunu açmayacak biliyorum."

"Bu kadar çok mu merak ediyorsun al ara." Elyse telefonu ona uzattı. Louis numarayı çevirirken elleri titriyordu. Telefon uzun uzun çaldı. Louis'in tahmin ettiği gibi olmuştu.

Geçmişine dair küçük bir kesit daha beyninin uç kısımlarında canlandığında, Louis'in gözünden bir damla yaş yastığına doğru yavaşça yol aldı. Felicity telefonu elinden aldı ve kenara koydu, eşinin yaşını silmeden önce. "Bana bundan hiç bahsetmemiştin."

"Çünkü bu benim ergenlik travmamdı. Beni bırakıp gitti Lucy."

Felicity başını Louis'in göğsüne yasladı ve yapmak üzere olduğu şeye hazır olup olmadığını yüzüncüye sorguladı.

Sarıldıkları o an, bunun neden daha önce hiç gerçekleşmediğini düşündü. Hava buz gibiydi bu yüzden ikisi de kat kat giyinmişlerdi. Sarılırken birbirlerini hissetmeleri imkansızdı ama yine de, Louis çenesini Harry'nin omzuna yasladığında, birkaç saniyeliğine de olsa yanağının boynuna değdini hissetti. Belki de hayatında ilk defa ilk önce sol gözünün dolduğuna şahit oldu. Tenini teninde hissetmişti. Ufak bir dokunuş. Hem de ufacık bir dokunuş onu çok ama çok duygusallaştırmıştı.

"Kendine iyi bak Louis. Yani ben şehre dönene kadar."

"Sen de Harry." Louis yarım bir gülüşle evinin bahçesine girdi. Ondan ayrılmak istemiyordu. Ama mecburdu işte.
Bu, onu son görüşüydü.

Telefonda, Harry'nin bir daha Manchester'a dönemeyeceğini, Cambridge'da okumaya devam edeceğini öğrendiğinde dünya başına yıkılmış gibiydi. Ama bu aynı zamanda Harry'ye artık her şeyi söyleme cesareti vermişti. Louis'e karşı hislerini söylemişti. Kimseye karşı böyle olmadığını, klasik bir sevgiden daha büyük bir his olduğunu söylemişti. Buna güvenerek, Louis'de ona karşı hislerini dökmüştü ortaya. Hayatında geçirdiği en güzel geceydi.

Louis'in gülümsemesi, Felicity'nin dikkatini çekse de, geçmişe dalıp gittiğini biliyordu. Birden göz göze geldiklerinde Felicity ona haber verip vermemesi gerektiğini düşünüyordu. "Bana her şeyi söyledi! Hatta bunca zamandır beni öpmek istiyormuş! Meğer o da beni seviyormuş! Az önce telefonda söyledi."

Felicity her zaman yaptığı gibi, tepkisizce onu izledi.

Ertesi sabah kahvaltıda, Louis dün sabahın aksine biraz daha sakindi. Bu sefer perdeyi çekerek kornişlerinden çıkarmıyordu. Telefonundan açtığı müziği dinlerken biraz keyifli gözüktüğü söylenebilirdi hatta. "Onu elde ettim." Mırıldanırken sırıtıyordu. "Her zaman o defterin uğursuzluk getirdiğini düşünmüştüm zaten. Bir ara çöpe falan atmalıyım."

Louis'in uyuduğu akşam üzeri saatlerinde, belki de uzun süredir ilk defa kapı çalmıştı. Louis'in uyanmamasını umarak, Felicity hızla kapıya yöneldi. Karşısındaki orta yaştaki adamın, soğuktan burnu üşümüştü. Felicity, bu o diye düşündü. Gerçekten ona ulaşabilmişti ve ricasını kabul etmişti.
Karşısındaki adamı hemen içeri aldıktan sonra tokalaştı. "Ben Felicity Tomlinson."

"Harry Styles." Paltosunu çıkarttıktan sonra etrafı süzmeye başladı hemen. Ellerini ısıtmak için birbirine ovuşturdu. Felicity geçmesi için salonu gösterdi.

"Açıkçası gelmenizi beklemiyordum. Louis'in anlattıklarına göre siz-"

"Arayan Louis olsaydı, gelmezdim."

Felicity zorlukla yutkundu. "Üzgünüm. Ben bunun iyi bir yol olacağını düşündüm. İlaçlar işe yaramıyor. Doktoru da bir süreliğine yurt dışında. O yüzden ben de sizi çağırdım."

Harry oturduğu koltuktan kalkıp raflarda duran fotoğraflara baktı. Aslında Louis'i unutmuş sayılmazdı. Asla unutamayacağını biliyordu ve bunu reddetmiyordu. Sadece bunu kendisinden başka kimsenin bilmesinden hep korkmuştu. Çerçevelenmiş aile fotoğraflarındaki Louis'e odaklandı önce. Sonra çocuklarına. Yan tarafta çocukların büyümüş halleri vardı. Yalan söylemeyezdi, Louis'in böyle mutlu bir hayata sahip olacağını hiç düşünmezdi. Çünkü o, her zaman bencildi Harry için ve ona göre benciller bu hayatta mutlu olmayı hak eden son insanlardı.

"Onu terk etmenizin acısını yaşıyor sık sık. Onu hiç bu kadar üzgün görmemiştim."

"Terk etmedim! O beni kandırdı."

"Ne?"  Felicity şaşkınla baktı.

"Ben onu severken, onun hayatında hep başkaları vardı. O aptal duygusuzun teki, kendi kendine ne zaman hırslansa birini elde etmek için, elinden geleni yapıyordu. Ben ona çok değer verdiğimi söylediğimde-"

Harry, merdivenlerdeki Louis'le göz göze geldiğinde cümlesine ara vermek zorunda kaldı. Derin bir nefes aldı. "Demek buradasın."

Louis, onu yıllar sonra gerçekten karşısında görmüştü. Yavaşça merdivenlere çöktü ve korkulukların arasından yukarıdan gözüken salona baktı, ve salonda dikilen Harry'e. "Üzgünüm Louis. Sana olanlar için."

"Hepsi senin suçun." Louis yine ağlamak üzereydi.

Harry bunu anladığında merdivenlere yöneldiyse de Felicity onu kolundan sertçe tutarak durdurmuştu. "Onu üzecek şeyler söyleme. Hepsi geçmişte kaldı. Egonu başka zamana sakla." Harry sertçe Felicty'nin elinden kurtulduğunda, hızlı adımlarla Louis'in yanına gitti. Onun gibi merdiven basamaklarına oturdu.

"Sakın bana ağladığını söyleme."

"Gerçekten arkadaşlığımızı bitiren ben miydim Harry? Seni kaybetmeme sebep olan tek sebep bu muydu? Seni karşılıklı olarak sevmem?"

"Senin tek hatan bana yalan söylemendi. Aslında hisler beslemediğin insanları bana gelip anlatmandı. Ve sonra onlardan sıkıldığını söyledin. Sana nasıl güvenebilirdim Louis? Bir gün onları bıraktığın gibi bırakmayacağını, benden sıkılmayacağını nereden bilebilirdim?"

"Özür dilerim Harry." Louis sessizce fısıldadı. Harry iç çekti.

"Artık bir önemi yok."

"Uyandığımda beni terk ettiğin o akşamı tekrar yaşadım."

Louis elini Harry'nin bacağına koydu. Harry ise sessizce baktı, sonra ise elini, elinin üzerine koydu.

"Her zaman benim için özel oldun Louis. Ben sana asla yalan söylemedim. Sadece bazen konuşmam. Sevgili olarak aramızdaki bağın klasikleşmesinden, kopmasından korktum, evet. Aptalca. Ama bu kadar özel bir şeyi herkesin adlandırdığı o şeyden sayamadım. Senin gibi bir insan hiçbir zaman olmamıştı hayatımda, hala da yok. Ama sanırım sevgili olmayı istemezken, aramızın eskisi gibi olamayacağının etkisini düşünemedim." Harry başını kaldırdığında, Louis'in akan sayısız gözyaşlarını gördü. Belki her birini öpebilirdi ama Harry mantığıyla hareket eden bir insandı , Louis'in aksine, hisleriyle hareket etmezdi. Bu yüzden sadece izledi. 

Harry gitmeden önce ona sarılmayı düşündü, belki öncekiyle arasında biraz fazla zaman geçmişti ama bunu yapması gerekliydi diye düşündü. Ona sıkı sıkı sarıldı. Harry sanki tüm yılların verdiği büyük boşluğu sarılarak kapatmak ister gibiydi. "Hayatına kaldığın yerden devam et, Louis. Kıskandığım bir hayata sahipsin. Her zamanki gibi ol. Güçlü görün, aynı zamanda bundan güç al. Eskisi gibi hayatına ben hiç girmemişim gibi devam edeceğini biliyorum." Louis'in yanağını elleriyle kavrarken, 17 yaşında tıpkı ona söylediği gibi hissetti. Dudaklarını hala öpmek istiyordu. Başka birininkileri değil. Sadece onunkileri. Tıpkı yıllar öncesindeki gibi. Üstelik Harry hasta değildi, hasta olduğu için istemiyordu veya hissetmiyordu bu hissi. Sadece, hissediyordu işte. Hızla Louis'den ayrıldı ve kabanını giyip Felicity'le vedalaşıp evden ayrıldı. Louis hızla odasına döndüğünde Felicity kapıyı sessizce araladı ve montunu bile almadan Harry'nin peşinden gitti.

"Harry! Dur!"

Harry hızla Felicity'e dönmeden önce yaşlarını silse de gözlerindeki doluluk fark edilmeyecek gibi değildi. "Louis sana kötü mü davrandı?"

Harry cevaplamadan önce karanlık gökyüzüne bakarak güldü. "Bunu neden soruyorsun? Artık bir önemi yok."

"Anlamıyorum. Bilgisayarındaki resimler, hatıra kutusundaki bahsettiğiyle aynı olduğunu düşündüğüm defter. Evet okudum. Bana anlattıklarıyla uyuşan şeyler vardı ve hislerinin hepsi sana karşıydı. Neden sana kötü davransın ki?"

"O zamanlar bunu bilemezdim. Her şeyini benden saklıyordu. Hayatında bir kız vardı üstelik. Onu çok sevdiğini anlatıyordu bana. Ona yeşeren hislerimi her gün büyük bir hevesle çöpe atıyordu bayan Tomlinson. Bunun ne kadar acı verici olduğunu biliyor musunuz? Ayrıca ben onu terk ettikten sonra hiçbir şey olmamış gibi tekrar o kızla birlikte oldu! Bana sıkıldığından bahsettiği kızla. Onu görmediğimi, onu bıraktığımı düşündü. Ama ben hep aynı yerdeydim. Hep onu izliyordum. Çünkü onun aksine, ben yalnızdım. Ama o hep kendini yalnız hissederdi. Etrafında bir sürü insan olmasına rağmen. Ona güvenemezdim. Ayrıldıktan aylar sonra aradığında da güvenmiyordum. Bu yüzden asla açmadım. Asla bana ulaşmasına izin vermedim. Ben yıllarca aynı kötü hislerle yaşadım. O ise atlattı. Bundan emindim. Siz de emindiniz. Çünkü sizi sevdi. Asla evlenmem diyen insan sizinle evlenmiş, çocuk yapmış. İşte bu yüzden arayan kişi o olsaydı, ona yine inanmayacaktım ve buraya gelmeyecektim. Zaten tıpkı 20 yıl öncesi gibi oldu. Onun sancısı sadece 1 hafta sürer. Tıpkı şuanki gibi. Merak etmeyin Bayan Tomlinson, benim onu terk ettiğim kısmı geçmiş. Bir daha ağlayıp üzülmeyeceğine emin olabilirsiniz."

Uzun konuşmasından sonra, Felicity karlara ayak izini bırakarak giden adamı seyrederken üşüdüğü için kollarını birbirine kavuşturdu ama bunun farkında değildi. Dediklerinin etkisinden nasıl çıkacağını bilmiyordu. Eve doğru döndüğünde, Louis'in camda olduğunu, hatta uzun bir süredir orada, onları dinlediğini fark etmişti. Perdenin kornişlerini kopardığını gördü, yine.

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top