İkinci Bölüm: Altıncı Kısım
Bu çağrı üzerine Bay Collins'in utkusu doruğa ulaşmış oluyordu. Koruyucusu olan hanımefendinin görkemini konuklarının fal taşı gibi açılmış gözlerinin önüne sermek, onlara bu soylu kişinin kendisine ve karısına ne denli yakın davrandığını göstermek, bunlar tam onun dilediği şeylerdi. Ve bu fırsata böylesine erkenden kavuşmak, Bayan Catherine'in alçakgönüllülüğünün öyle bir belirtisiydi ki genç papaz bunun karşısında duyduğu mutluluğu nasıl anlatacağını bilemiyordu.
"Eğer hanımefendi hazretleri bizleri pazar akşamı Rosings'te çaya ve yemeğe çağırsaydı, ne yalan söyleyeyim, hiç şaşmayacaktım. Onun yüce gönüllü olduğunu bildiğim için böyle bir çağrıyı bekliyordum. Ama böylesine yakın bir ilgi göstereceğini kim tahmin edebilirdi ki? Sizlerin gelişinizden hemen sonra, böyle hepimizin birden yemeğe çağrılacağımız kimin aklına gelirdi?"
Sir William, "Bu olay beni sizin kadar şaşırtmadı," diye yanıtladı. "Unvanım sayesinde yüksek tabakaların gerçek davranışları üstüne bilgi edinmek olanağını bulmuşumdur. Böyle incelik ve görgü örneklerine saray çevrelerinde sık sık rastlanır."
O gün ve ertesi sabah, Rosings'e yapacakları ziyaretten başka hiçbir şey konuşulmadı denebilir. Rosings'e gidip de o sayısız salonları, sayısız hizmetçileri ve o görkemli sofrayı görünce afallayıp kalmasınlar diye, Bay Collins onlara konakta neler görüp nelerle karşılaşacaklarını ince ince anlatıyordu.
Hanımlar giyinip hazırlanmak için odalarına çıkarlarken, Bay Collins, Elizabeth'e, "Sevgili kuzinim, sakın kılık kıyafet sorunlarından ötürü tatlı canınızı üzmeyin," dedi. "Bayan Catherine kendisi ve kızı için gerekli olan şıklığı bizlerden asla beklemez. Bu nedenle benim size öğüdüm, giysilerinizin en güzelini seçip giyin, gerisini düşünmeyin. Basit giyimli olduğunuz için Bayan Catherine sizi hor görmeyecektir. Tam tersine, kendileri sınıf ayrımının aynen korunmasını isterler."
Giyinirlerken de Bay Collins, hanımların kapılarına ikişer üçer kez gelerek acele etmelerini, Bayan Catherine'in bekletilmekten hiç hoşlanmadığını söyledi. Hanımefendi hazretlerinin şahaneliği konusunda bütün bu görüp duydukları, salon yaşamına hiç alışık olmayan Mariacığın ödünü koparmıştı. Babası bir zamanlar saraydaki takdim törenini nasıl korkulu bir heyecanla beklemişse, o da Rosings'teki takdim törenini şimdi öyle bekliyordu.
Hava güzel olduğu için malikâne parkından yürüyerek geçtiler. Aşağı yukarı yarım kilometrelik zevkli bir yürüyüş oldu bu. Her parkın kendine göre bir güzelliği ve görünümü vardır. Elizabeth de bu parkta hoşuna giden çok şey gördü, ama doğrusu Bay Collins'in umduğu gibi ayılıp bayılmadı. Konağın pencerelerinin sayısını ve bunların yapılırken Sir Lewis de Bourgh'a kaça çıktığını duyduğu zaman bile pek ilgilenmedi.
Merdiveni çıkıp hole girdikleri zaman Maria iyice ürkmüş durumdaydı. Sir Lucas'ın bile pek serinkanlı olduğu söylenemezdi. Ama Elizabeth yürekliliğini yitirmemişti. Söylenenlere bakılırsa, Bayan Catherine ne olağanüstü olgun ve yetenekli ne de olağanüstü değerli bir kimseydi. Onun yalnızca paraya ve unvana dayanan üstünlüğünün karşısına da Elizabeth korkusuz çıkabileceğine inanıyordu.
Bay Collins'in, büyüklüğünü ve içindeki süs eşyalarının güzelliğini kendinden geçerek övdüğü holden sonra, uşağın peşinden, bir bekleme odasından geçtiler ve Bayan Catherine'in, kızı ve Bayan Jenkinson'la birlikte oturmakta olduğu salona girdiler. Bayan Catherine büyük bir alçakgönüllülük göstererek onları karşılamak için ayağa kalktı. Charlotte tanıştırma görevinin kendine düşeceğini kocasının kafasına sokmuş olduğundan, bu tören aksatılmadan, yollu yolunca yapıldı. Bay Collins'in böyle durumlarda gerekli saydığı özür dilemelere ve teşekkürlere yer verilmedi.
St. James Sarayı'nda bulunmuş olmakla birlikte, konağın görkemi karşısında Sir William öyle bir dilini yutmuştu ki, yalnızca yerlere kadar eğilecek cesareti gösterebildi, sonra tek söz söylemeden yerine oturdu. Korkudan neredeyse aklını şaşırmış olan küçük kızıysa koltuğun en ucuna ilişmiş, hangi yana bakacağını bilemez durumdaydı. Elizabeth ise serinkanlılığını yitirmeyerek karşısındaki üç hanımı gözden geçiriyordu. Bayan Catherine belirgin yüz hatları olan, uzun boylu, iri yapılı bir kadındı. Bir zamanlar güzel olduğu anlaşılıyordu. Tavrı yumuşak değildi. Konukların aşağı tabakadan olduklarını unutturmaya hiç niyeti olmadığı da belliydi. Her söylediğini, öyle "dediğim dedik" bir biçimde söylüyordu ki, kendini beğenmişliği hemen belli oluyor ve Elizabeth'in aklına Bay Wickham'ı getiriyordu. Kendi izlenimlerine göre hanımefendi hazretlerinin tıpkı Wickham'ın anlattığı gibi bir insan olduğu kanısına varmıştı.
Bayan Catherine'i gözden geçirip yüzünde ve tavırlarında Bay Darcy'ye benzer bir hava bulduktan sonra genç kız bu kez de bakışlarını Bayan de Bourgh'a çevirdi. Onun bu derece zayıf ve çelimsiz oluşu karşısında, o da neredeyse Maria gibi şaşkınlıktan dilini yutacaktı. Ana kız arasında ne yapı ne de yüz bakımından benzerlik vardı. Kız soluk benizli, hastalıklı bir şeydi. Gerçi yüzü alımsız sayılmazdı ama öyle "ahım şahım" da değildi. Çok az konuşuyor, yalnızca ara sıra, alçak sesle, Bayan Jenkinson'a bir şeyler söylüyordu. Bayan Jenkinson da genç hanımına kulak vermekten ve onun gözlerine fazla ışık gelmesini önleyen paravanayı ayarlamaktan başka pek bir şey yapmayan, sıradan görünüşlü bir kadıncağızdı.
Biraz oturduktan sonra konuklar manzarayı görüp hayran kalsınlar diye pencerelere gönderildiler. Bay Collins güzellikleri birer birer işaret etmek için onlarla birlikte gitti. Bayan Catherine de manzaranın asıl yazın görülmeye değer olduğunu belirtmek lütfunda bulundu.
Sofra ve yemekler gerçekten olağanüstü güzeldi. Uşakların bolluğu ve sofra takımının zenginliği de aynen Bay Collins'in söylemiş olduğu gibiydi. Gene önceden söylemiş olduğu gibi, hanımefendi hazretleri onu sofranın öbür başına (yani evin erkeğinin yerine) oturttu ve Bay Collins'in yüzünde, dünyada bundan öte mutluluk olamazmış gibi bir ifade belirdi. Eti o dilimledi ve sonra büyük bir coşkuyla övüp göklere çıkardı. Artık öne gelen her yemek, önce Bay Collins, sonra da Sir William Lucas tarafından övülüyordu. Çünkü Sir William, artık, damadının her dediğini yankılayacak kadar kendini toparlamıştı. Elizabeth onların bu tutumlarına Bayan Catherine'in nasıl dayanabildiğine şaşıyordu, ama ev sahipleri, tersine, bu aşırı hayranlıklardan hoşnut kalır gibiydi. Hele bir yemeğin konukları için yeni bir şey olduğunu duyunca, son derece tepeden bakarak gülümseyip duruyordu. Konukların çok konuştuğu söylenemez. Elizabeth gerçi olanak bulsa konuşmaya hazırdı. Ama sofrada Charlotte ile Bayan de Bourgh'un arasına düşmüştü ve bu kişilerden birincisi hanımefendi hazretlerini dinliyor, ikincisi de ağzını açıp tek söz söylemiyordu. Bayan Jenkinson'ın başlıca uğraşısı, Bayan de Bourgh' un çok az yemek yediğine bakıp daha çok yemesi için üstelemek ve küçükhanım acaba rahatsız mı diye korkulara kapılmaktı.
Hanımlar salona döndüklerinde Bayan Catherine'i dinlemekten başka yapacak bir şey bulamadılar. O da kahveler gelinceye dek hiç aralıksız konuşarak hemen her konuda düşüncesini belirtti. Öyle kesin bir konuşması vardı ki sözlerine karşı gelinmesine alışık olmadığı anlaşılıyordu. Charlotte'un ev yaşamıyla ilgili, ayrıntılı, hatta gizli sayılabilecek sorular sordu ve her konuda uzun uzun tavsiyelerde bulundu. Böyle küçük bir ailenin nasıl çekilip çevrileceği konusundaki düşüncelerini bildirdi ve ineklerle tavukların bakımı için önerilerde bulundu. Elizabeth onun, başkalarına buyurma olanağı verecek en ufak işlerle bile ilgilendiğini görebiliyordu. Bayan Catherine, Charlotte'la yaptığı konuşmanın arasında, Maria'yla Elizabeth'e de bir sürü soru sormaktan geri kalmıyordu. Onunla ilgili pek az şey bildiğinden, Elizabeth'i özellikle sorguya çekiyor ve Charlotte'a dönerek, "Arkadaşın hanım hanımcık, hoş bir kız," gibi şeyler söylüyordu. Elizabeth'e kaç kardeşi olduğunu, bunların ondan büyük mü, küçük mü olduklarını, aralarında evlenmek üzere olanlar bulunup bulunmadığını, güzel olup olmadıklarını, babalarının ne tür araba kullandığını, annelerinin hangi aileden geldiğini sormuştu. Elizabeth bu sorguyu küstahlık saymakla birlikte hiç istifini bozmadan yanıtlamıştı.
Bayan Catherine en sonunda, "Babanızın mirası Bay Collins'e kalacakmış sanırım," dedi. Sonra Charlotte'a dönerek, "Senin hatırın için buna sevinirim," dedi. "Ama gerçekte ben mirasları kız tarafına bırakmamak için hiçbir neden göremiyorum. Sir Lewis de Bourgh'un soyunda böyle bir şeye gerek görülmemiştir. Bayan Bennet, piyano çalmasını ve şarkı söylemesini bilir misiniz?"
"Biraz."
"Öyle mi? Bir başka gün sizi dinlemek isteriz. Piyanomuz çok iyi ve çok üstündür. Bir başka gelişinizde denersiniz. Kardeşleriniz de müzikle uğraşırlar mı?"
"Bir tanesi."
"Neden hepiniz öğrenmediniz ki? Öyle yaraşırdı. Webb ailesinin bütün kızları piyano bilir, ki babalarının hali vakti sizinki kadar bile yerinde değildir. Resim de yapar mısınız?"
"Hayır."
"Ne? Hiçbiriniz resim bilmez misiniz?"
"Hiçbirimiz."
"Çok tuhaf doğrusu. Ama olanak bulamamış olmalısınız. Annenizin sizi her baharda Londra'ya götürüp büyük ressamların yapıtlarını göstermesi gerekirdi."
"Anneme kalsa götürürdü, ama babam Londra'dan hiç hoşlanmaz da."
"Mürebbiyeniz yanınızdan ayrıldı mı?"
"Bize hiç mürebbiye tutmadılar ki."
"Hiç mi? Ama nasıl olur? Mürebbiye tutmadan beş kız yetiştirmek... Hiç böyle şey duymadım doğrusu. Anneniz sizlerin eğitiminiz için kim bilir nasıl göz nuru dökmüştür."
Elizabeth bunun böyle olmadığını bildirirken doğrusu gülümsemekten kendini alamadı.
"Öyleyse sizlere kim ders verdi? Eğitiminizle kim uğraştı? Mürebbiyeniz de olmayınca sanırım çok geri kalmışsınızdır."
"Kimi ailelerle kıyaslanınca geri kalmış sayılabiliriz. Ama kendi kendilerini yetiştirmek isteyenler hiçbir zaman geri kalmazlar. Babamız bizi her zaman bol bol okumaya özendirirdi. Kitaplığımızda bütün büyük yazarların yapıtları vardı. Ama tembellik etmek isteyenler de kendi hallerine bırakılırlardı."
"Evet, anlıyorum. İşte mürebbiye de böyle bir durumu önlemek için gereklidir ya. Eğer annenizi tanısaydım, ille mürebbiye tutması için şiddetle baskı yapardım. Her zaman derim: Eğitim konusunda sürekli ve düzenli ders almak şarttır; bunu da ancak mürebbiyeler verebilir. Kaç ailenin mürebbiye tutmasını sağladığımı düşündükçe şaşıyorum, hem de seviniyorum doğrusu. Genç kızları iyi ailelerin yanlarına yerleştirmek beni her zaman sevindirir. Bayan Jenkinson'ın yeğenlerinden dördü benim sayemde çok iyi yerlere yerleştiler. Daha geçen gün, rasgele duyduğum bir kızı bir yere verdim. İki taraf da çok hoşnut kaldılar. Bay Collins söyledi mi size? Bayan Metcalfe daha dün bana teşekkür etmeye geldi. Bayan Pope için, bir pırlanta, diyor. 'Bana bir pırlanta verdiniz, Bayan Catherine,' dedi de başka bir şey demedi. Bayan Bennet, kız kardeşlerinizin arasında hiç sosyeteye tanıtılmış olanlar var mı?"
"Var, efendim; hepsi."
"Hepsi mi, ne? Beşiniz birden mi? Çok tuhaf. Hem de siz en büyük bile değilsiniz. Demek büyük kızlar daha evlenmeden, küçükleri sosyeteye girdi bile ha. Oysa en küçüğünüz daha pek genç olsa gerek."
"Evet. On altısında yok henüz. Belki de büyüklerin yaşantısına karışmak için yaşı gerçekten biraz küçüktür. Ama beri yandan da ablalar evlenmek istemiyorsa ya da herhangi bir nedenle evlenemiyorsa, küçük kardeşlerin bunda suçu ne? Ablaları evlenene dek eğlenceden ve sosyete yaşantısından yoksun kalmaları onlara zor gelir bence. Eğlenmek, gençliğin tadını çıkarmak en büyük kız kardeş kadar en küçüğün de hakkıdır. Salt ablaları evlenmedi diye onu eve kapatmak... Bana sorarsanız böyle bir durum kardeşlerin arasını açacağı gibi, küçük kardeşin duyguları üzerinde de kötü etki yapar."
Hanımefendi hazretleri, "Aman Yarabbi bu genç yaşında ne kadar da kesin konuşabiliyorsun," diye söylendi. "Kaç yaşındasın sen kuzum?"
Elizabeth gülümseyerek, "Benden küçük üç tane yetişkin kız kardeşim olduğuna göre yaşımı ortaya vurmamı sanırım bekleyemezsiniz," diye yanıtladı.
Doğrudan doğruya bir yanıt alamamak hanımefendi hazretlerini iyice şaşırtmış gibiydi. Elizabeth onun buyurganlığına karşı gelebilmek cesaretini gösteren ilk kimsenin kendisi olduğunu anlayabiliyordu.
"Yirmi yaşından büyük değilsindir sanırım. Onun için yaşını gizlemene gerek yok."
"Yirmi birime daha basmadım."
Baylar şaraplarını bitirip geldikten ve çaylar da içildikten sonra oyun masaları kuruldu. Bayan Catherine, Sir William, Bay ve Bayan Collins, quadrille oyununa oturdular. Bayan de Bourgh ise cassino oynamayı istedi. Maria'yla Elizabeth ve Bayan Jenkinson da onunla oynamak onuruna erdiler.
Kızların grubunda şahane bir budalalık egemendi. Oyunla ilgisi olmayan hiçbir söz söylenmiyordu. Ancak Bayan Jenkinson, Bayan de Bourgh'un üşümesi ya da terlemesi, ışığın ya çok parlak ya da çok sönük olması gibi kaygılarını belirtiyordu hepsi bu.
Öbür masa daha hareketliydi. Genellikle Bayan Catherine konuşuyordu, diğer üç oyuncunun yaptıkları yanlışları gösteriyor ya da kendi yaşantısından öykücükler anlatıyordu. Bay Collins, hanımefendi hazretlerinin her söylediğine hak vermek, her kazandığı fiş için teşekkürde bulunmak ve biraz çokça kazanmış gibi olduğu zaman da özür dilemekle meşguldü. Sir William ise pek konuşmuyordu. Kafasında, sözü geçen soylu kişilerin ve bu kişilerle ilgili fıkraların stokunu yapmaya çalışıyordu.
Bayan Catherine ile kızı oyuna doydukları zaman masalar kaldırıldı. Bay Collins'e evin faytonlarından biri sunuldu, sunu şükranla kabul edildiği zaman da arabanın hemen hazırlanması için buyruk verildi. Bundan sonra herkes, ertesi gün havanın nasıl olacağı konusunda Bayan Catherine'in yürüteceği tahminleri dinlemek üzere şöminenin başına toplandı. Bu eğitici konuşmaya arabanın kapıya gelişi son verdi. Ve Bay Collins'in sayısız teşekkürleriyle Sir William'ın sayısız selamları arasında oradan ayrıldılar.
Arabaya biner binmez, Bay Collins, Elizabeth'e Rosings Malikânesi'nde gördüklerini nasıl bulduğunu sordu. O da Charlotte'un hatırı için olumlu yanıtlar verdi. Ama bu övgü sözlerini söylemekte tam anlamıyla içten olmadığı için sıkıntı çekiyordu. Bu yüzden kuzenini hoşnut bırakamadı ve Bay Collins sonunda hanımefendi hazretlerine bitip tükenmeyen övgüleri kendi düzmek zorunda kaldı.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top