4. Bölüm: Bisiklet
Her sabah olduğu gibi okula beyaz bisikletimle gelmiştim. Selma Hanım ise uyanıklık yapıp önden arabayla gitmişti. Bende gıcıklık olsun diye tüm kitaplarımı onun kucağına bırakmıştım. Böylece o kilolarca kitabı taşırken bir daha beni ekmeyi aklının ucundan bile geçirmezdi. Sonuçta Selma'nın bu dünyada nefret ettiği bir şey varsa o da ona iş kitlenmesiydi. Bunu çok iyi bildiğimden içimden sinsice gülmek geliyordu.
"Çok kötüsün Başak," diyerek söylenen Selma uykusuzluktan zombi gibi yürürken haline kahkahalarla gülüyordum. "Sen kaşındın," dedim yaptığım şeyle gurur duyarken. Gerçekten zalimin önde gideniydim. Ama ne yapabilirdim ki? O da beni ekmeseymiş. Öyle değil mi?
"Selma sen kitapları alıp bize önde yer tut ben bisikletimi kilitleyip geliyorum," dedim ayakta durmaya bile mecali olmayan Selma'ya bakıp. O da bu durumdan memnun olmuş olacak ki beni başıyla onaylayıp elinde kitaplarla birlikte fakülte binasına doğru ilerlemeye başladı. Bende onun gidişiyle birlikte bisikletimin tutma yerlerinden tutmuş kilitleme yerlerinin olduğu yöne doğru ilerlemeye başladım.
Her şey gayet güzel giderken tam karşıdan gelmekte olan başımın belasını gördüm. Musibet bana doğru ağır ağır yaklaşıyordu. Ama henüz beni fark etmemişti. Bu da demek oluyordu ki kaçmak için hala bir şansım vardı. Göz bebeklerim bir öncekinin on katı kadar büyürken bisikletimi ittirerek ondan aksi yöne doğru hızla ilerlemeye başladım.
Adımımı nereye attığım tamamen meçhuldü. Anlayacağınız ondan kurtulmak için canımı bile feda ediyordum. Arada bir arkama bakıp seri katil gibi sırıtan Korkmaz'ın gelip gelmediğini kontrol ediyordum. Arkama bakarak koşar adım uzaklaşırken az kalsın önüme bakmamanın bedelini ödeyecektim.
Yolda bulunan taşa takılıp bisikletle birlikte yüz üstü yere düşmekten son anda kurtuldum. Olayın şokundan ne olduğunu bile anlayamamıştım. Tek bildiğim düşmekten kurtulmamı sağlayan birinin olduğuydu. Bir çift el kollarımdan tutmuş düşmeme mani olmuştu. Derin derin nefesler alıp sakinleşirken beni tutanın kim olduğunu deli gibi merak ediyordum.
Başımı yavaşça kaldırıp baktığımdaysa bir çift mavi göz ile göz göze geldim. Ama ne gözler? İnsanı büyüleyen gözler tıpkı bir deniz gibiydi. Onun gözlerine bakmak engin bir denize bakmak gibiydi.
Yüzüm alev alev yanmaya başlamıştı. Gözlerim maviliklere kenetlenmiş utancımdan deniz gözlerde boğulduğumu hissediyordum. Ben onun gözlerine bakakalmışken o ise bana tuhaf tuhaf bakmaya başlamıştı. "Başak," diye mırıldandı. Ama ben tam bir geri zekalı olduğumdan acaba kime sesleniyor diye düşünmüş de olabilirim. Üstelik o kadar dalmıştım ki gözlerine sesini bile duymuyordum. Sanki dünyanın öbür ucundan benimle iletişim kurmaya çalışıyormuş gibi sesi bana ulaşmıyordu. Ta ki adımı tekrarlayıp beni rüyadan uyandırana kadar...
"Başak," diye tekrarladığında olduğum yerde sıçramıştım. Aval aval hatta buna öküzün trene baktığı gibi bakmak demek daha doğru olurdu ki tam olarak öyle baktım yüzüne. Bu halim onun gülmesine neden olurken "Sen iyi misin?" diye sordu. Sormakta da haklı. Başıma saksı düşse bu kadar saçma sapan hareketler yapmazdım.
"İyiyim sen nasılsın?" diye sordum. O karşımda kıkırdarken kafamı keşke taşa vursaydım da böyle bir şey demeseydim diye geçirdim içimden. Sinirden ve daha çok da utançtan mora dönmekle da kalmayıp dudaklarımı kemirmeye başlamıştım.
"Yani iyiyim. Tam vaktinde yetiştin. Sen olmasan yüz üstü düşebilirdim," diyerek kendimi ifade ettiğimde bir az olsun rahatlamıştım. Aklıma Korkmaz manyağından kaçtığım gelince kısa bir anlığına çaktırmadan arkama bakıp tekrar ona döndüm. Yüzümdeki sırıtmanın kendimi ele vermesi yetmezmiş gibi Soral'ın sorduğu soru da yutkunmama neden olmuştu.
"Sen birinden mi kaçıyorsun?" diye sordu şüpheyle. Sorusuna kendisinin bile gülmesi yetmezmiş gibi cevabının da evet olması ayrı bir ironiydi. Anlaşılan durumumu fazla belli etmiştim. Ona Korkmaz öküzünden kaçtığımı söyleyemeyeceğime göre Selma'nın köşeye sıkıştığında kullandığı taktiği kullanma kararı aldım. Ölümüne inkar...
"Yok canım. Kimden kaçacağım?" dediğimde haddinden fazla abartılı bir kahkaha atmayı da ihmal etmedim. Tabii bu yaptığım onu daha çok işkillendirmişti. Bana tek kaşını kaldırıp bilmiş bir şekilde bakmaya başladı. Anlaşılan gram inandırıcılığım yoktu. Halbuki Selma Hanım bu taktikle tüm ev halkını ayakta uyutmayı iyi beceriyordu. Peki ben neden beceremiyorum? Bu konuda Selma'dan ders almam gerekliydi. Hem de acilen!
Bu durum utanmama hatta yüzümün patlıcan moruna dönmesine neden olmuştu. Yüzümü yere doğru eğip kızıl saçlarımın yüzümü saklamasını umuyordum. Aksi bir durumda turuncuyla morun uyumu pek de hoş olmazdı. Ama bu yaptığımla ona karşı ayıp ettiğimden başımı kaldırıp gözlerimi onun masmavi gözlerine diktim. Mavi gözlerindeki ışıltı yutkunmama neden olurken beni utandırdığının daha yeni farkına varmıştı.
Tabii bu durum onu keyiflendirmeye yetmişti. Ama beni daha fazla utandırmamak adına lafı döndürmeyi tercih etmişti. "Bana öyle gelmiştir," diye mırıldanıp sarı saçlarını eliyle karıştırdı. Ben ilk başta ona büyülenmişçesine bakarken bu seferde Soral ben sana yalan söylüyorum dercesine başımı tekrar çevirip arkama baktım. Bu ani refleksim beni utançtan öldürecekti. Ama bir bakıma iyi de olmuştu.
Kırmızı alarm çalmaya başlamış tehlikenin yaklaştığını zihnimde bas bas bağırıyordu. Korkmaz öküzü bu tarafa doğru geliyordu. Göz bebeklerim gördüğüm kişiyle dehşete kapılmış gibi bir öncekinden kat ve kat büyürken bakışlarımı Soral'a çevirdim. Ona resmen şimdi gitmezsem bela peşimi bırakmaz der gibi bakıp sırıttım. Daha sonra "Derse gitmem gerek," diyerek bisikletle oradan topukladım.
Aptal Başak! Aynı sınıfta olduğun birine derse gitmem gerek yalanını da atmazsın be kızım! Üstelik dersin başlamasına yirmi dakika varken... Kafamı o taşa vursam daha iyiydi. Utançtan ölmek istiyordum. Ama ölmeye bile vaktim yoktu. Korkmaz Efendi her an beni görebilirdi. Başka bir yoldan tekrar bisiklet kilitleme yerine geçtim. Korku filmlerinde elindeki anahtarı bir türlü çeviremeyen başrol kızlar gibi titreyen parmaklarla bisikleti zar zor kilitleyip Korkmaz'ın gelip gelmediğinden emin olmak için etrafıma bakındım.
Ortalarda yoktu. Bu iyiye işaretti. Rahat bir nefes alıp okula doğru koşmaya başladım. Etrafımdaki insanlar ben koşarken kurbandan kaçan danaya bakar gibi arkamdan bakıyorlardı. Gerçi şu anki durumda danadan pek de bir farkımın olduğu söylenemezdi. Ama bunun şu an pek de bir önemi yok. Sonuçta Korkmaz'dan kaçmak için her şeyi yapardım. Buna şu anki gibi koşmak da dahildi.
Apar topar kendimi fakülte binasının kapısından içeri attım. Güvenli bölgeye geçmiş olmak rahat bir nefes almama neden olurken dizlerimi tutup soluklandım. Daha sonra yavaş adımlarla amfiye doğru yürümeye başladım. Yolda yürürken de sevimsiz Mutlu'yu gördüm. Gözlerim onu görünce sanki bir refleks sonucu devrilmeyi seçmişti. Hatta o kadar bariz bir şekilde gözlerimi devirmiştim ki göz bebeklerimin bir anlığına ortadan kaybolmuştu.
Tabii onun bu durumu fark etmesini istemediğimden onu görmezlikten gelip amfiye girdim. Gözlerim amfide Selma Hanımı ararken onu en önde kafasını sıraya yaslamış uyuklarken bulmuştum. Onun iflah olmayacağını bildiğimden başımı umutsuzca iki yana sallayıp ona doğru ilerledim. Yanına varıp oturduğumdaysa yarım yamalak uykusundan sıçramıştı.
"Ay geldin mi?" dedi birden. Onun bu haline bakıp kıkırdadım. O da uykusunu açabilmek için gözlerini ovuşturmaya başladı. Bense hala maratonun etkisinden çıkamamıştım. Kalbim küt küt atıyor düzensiz nefesimi derin derin nefesler alarak eskisi gibi düzenli hale getirmeye çalışıyordum. Ona laf arasında "Hiç sorma," dememle onun uykusu birden açılmış fırından yeni çıkmış taze ve sıcak dedikodunun kokusunu almıştı.
Gözleri beni baştan aşağıya süzerken yüzünde kocaman bir sırıtmayla birlikte bana iyice sokuldu. "Sen neden nefes nefesesin?" diye sorduğunda işte şimdi başlıyoruz diye geçirdim içimden. Selma Hanım bana manalı bakışlar atmaya başladığına göre ona hemen şimdi bir cevap vermem gerekliydi. Yoksa kafamı ütülemekle kalmaz beni dedikodu uğruna çiğ çiğ yerdi. Bunu bildiğimden derin bir nefes alıp bir çırpıda söyledim.
"Korkmaz'dan kaçıyordum." Görende beni seri katil falan kovalıyor sanırdı. Gerçi Korkmaz'ı gören katil bile ondan kaçardı. Mikroorganizma gibiydi mübarek. Hatta ona tek hücreli terliksi hayvan demek daha iyi olurdu. "Neden peki?" diye sordu Selma bilmiş bir tavırla. Onun kıs kıs gülmesi sinirimi bozmaya yetmişti. O bu haliyle tam bir dedikoducu mahalle karısı gibiydi. Sanki hiç işi gücü yokmuş gibi tüm hayatını balkondan milleti dikizlemeye adamış, mahallenin gizli saklı her şeyinin belgeleriyle birlikte elinde olduğu, hatta gizli saklı buluşmaları ertesi günün manşetlerine taşımaktan geri durmayan mahalle mobesesi gibiydi Selma. Evet evet! Tam olarak öyleydi!
Ona bakıp çaktırmadan güldüm. Daha sonra kapının açılmasıyla içeri koşarcasına giren hocaya çevirdim gözlerimi. Elindeki kitapı kürsüye indirdiği gibi derse başlamıştı. Gören de arkasından atlı kovalıyor sanırdı. İstemsizce sıkıntılı bir nefes verip derse odaklanmaya çalıştım. Dersin ilerleyen dakikalarında geç kalan Korkmaz ve tayfası çaktırmadan sessizce arka sıraya doğru ilerlerken bense pür dikkat hocayı dinliyordum.
Selma ise başını sıraya yaslamış ölü gibi bakışlarını hocaya sabitlemişti. Onun bu durumunu hararetle ders anlatan hoca da fark etmiş olacak ki tahta kaleminin kapağını kapatıp uçarcasına yanımıza geldi.
"Selma sen benim dersimde uyuyabilecek cesareti nereden buluyorsun?" diye sorduğunda gözlüklerini askısıyla birlikte boynunda sallandırmayı da ihmal etmemişti. Tabii sözlerinden daha çok laf sokan ses tonu Selma'nın dik oturmasına neden olmuştu. "Uyumuyordum. Sizi dinliyordum," diye cevap verdi Selma gayet kendinden emin bir şekilde.
Hoca ise onun bu tavrını ukalaca bulmuş bilmiş bilmiş bakarak elindeki siyah tahta kalemini yavaşça Selma'ya doğru uzatmıştı. "O halde sıradaki soru sende," demeyi de ihmal etmeyip gülümserken Selma sarı saçlarını arkaya atmayı da ihmal etmedi. İnce parmakları hocanın elindeki kalemi kavrarken tüm sınıf onu izliyordu. Hoca, Selma'ya çözmesi gereken soruyu gösterdi. Selma da tahtaya çıkıp kalemin kapağını açtı.
Onun yüzündeki gülümsemeyi çok iyi biliyordum. Birazdan tüm hünerlerini gösterecekti. Kollarımı kavuşturup arkama yaslanıp görsel şöleni izlemeye başladım. Selma hiç vakit kaybetmeden ona verilen soruyu çözerken bende doğruluğundan kesinlikle emin olduğum cevapları defterime not ediyordum. Selma Hanım işlemi bitip kalemin kapağını hocaya bilmiş bir ifadeyle bakarak kapatmayı da ihmal etmedi. Elindeki kalemi hocaya geri verip usulca yerine oturdu. Yanımda kıs kıs gülerken bakışlarını hocadan ayırmıyordu.
Hoca hayretle işlemin doğruluğuna bakarken Selma Hanım'ın egosunu şahlandırdığının farkında bile değildi. Yüzünde kocaman bir gülümsemeyle bana dönüp göz kırptı. İşte klasik Selma...
O evde ders aldığımız zamanda da böyleydi. Hocalar yaka silkerdi dersimizi dinlemiyor diye. Ama durum hep aynıydı. Ders dinlemiyor gibi görünür ama kafasının içi tıpkı bir kayıt cihazıymış gibi her şeyi kaydederdi. Bugün de bunu tekrardan ispatlamıştı. Hoca ders saatinin dolmasıyla dışarı çıkarken sınıftaki sessizlikte bozulmuştu. Arka taraftan biri bana seslendi. İlk başta kale almadım ama sonra tekrarlandı ve tekrarlandı. Anlaşılan cevap vermezsem susmayacaktı.
"Başak," diye tekrarladı Korkmaz. İçimden önümdeki kalem kutusunu kafasına atmak geliyordu ya neyse. Başımı istemeyerek de olsa arka tarafa çevirdim. "Ne var?" diyerek ona baktığımda bu yaptığım onu keyiflendirmeye yetmişti. Resmen onu itip kakmam hoşuna gidiyordu. Artık ne biçim bir ruh hastasıysa?
"Öğle arasında bahçedeki çardağa gidiyoruz. Siz de gelsenize," dediğinde ona gözlerimi kısarak baktım. Göz kırpıp benden gelecek cevabı beklerken önüme dönüp Selma'ya baktım. Tam onu gitmemek konusunda ikna etmeye niyet etmiştim ki o benden önce davrandı. Koluma ahtapot gibi yapışıp gitmek için yalvarmaya başladığında içinden bağıra çağıra ağlamak geliyordu. Neden ben? Neden?
Bendeki baht bir an olsun yüzüme gülmeyecek mi? Sırf Selma Hanım yüzünden o dağ ayısının teklifini kabul etmek zorunda kalmıştım. Sırf Selma Hanım yüzünden...
*******
Korkmaz ve tayfasının teklifini kabul etmemizin ardından öğle arası gelmiş hep birlikte bahçedeki çardakta oturuyorduk. Her zamanki gibi Korkmaz Bey yüzünde haince bir gülümsemeyle bize bakıyordu. Acaba aklından ne tür hain emeller geçiyordu? Kaç tane tilki kafasında dönüp duruyordu çok merak ediyordum. Sırf bu yüzden "Neden buradayız? Yüzündeki sırıtmadan kötü bir senaryo yazdığın çok belli oluyor da," demeyi de ihmal etmezken yaptığım bu ima ve ona karşı olan dikkatim oldukça hoşuna gitmişe benziyordu.
Yüzündeki gülümseme bir öncekinden daha da çok genişledi. "Şişe çevirmece oynayacağız," dediğinde yüzündeki pis sırıtmadan aklındaki hinlikleri görmek çok da zor olmasa gerekti. Keskin gözlerim onun yüzünde gezindi. Acaba ben bu belaya neden bulaştım diye de kendi içimdeki mahkemede hesaplaşma yapmayı da ihmal etmedim. Tam o sırada "Kaç yaşındasın oğlum sen?" diye sordu Emre. Onun bu sorusu nokta atışı bir soruydu. Sahi Korkmaz kaç yaşındaydı? Durun tahmin edelim. Beş mi yoksa üç falan mı? Ona insaflı olacak olursam akıl yaşının beş olduğuna kalıbımı basardım.
Korkmaz gülümseyerek başını iki yana salladı. Anlaşılan bu oyun zorla da olsa oynanacaktı. Yüzüne yapmacık bir ciddiyet yayılırken "Oyunbozanlık yok! Herkes oynayacak ona göre," demeyi de ihmal etmedi. Anlaşılan hepimizi zorlu bir sınav bekliyordu. Ümitsiz bir nefes verdim. Korkmaz ise cam soda şişesini çardağın ortasındaki masaya yerleştirdi. Sonra tek hamlede şişeyi çevirdi. Beyefendi daha bizden bir cevap bile beklememişti.
Şişe kendi etrafında birkaç tur dönüp durdu. Anlaşılan ilk talihlilerimiz belli olmuştu. Selma Soral'a soracaktı. Selma yüzüne yerleştirdiği sinsi gülümsemesiyle birlikte yavaşça Soral'a doğru döndü. "Doğruluk mu? Cesaret mi?" diye sorduğunda bakışlarımı ondan alıp Soral'a çevirdim. Yüzündeki düşünceli ifade kısa sürmüş kendinden emin bir şekilde "Doğruluk," demişti.
Selma ise yüzünde bunu sen istedin der gibi bir ifadeyle baktı Soral'a. Anlaşılan Soral her halükarda bu işten pişman olacaktı. "O halde sorumu soruyorum." Hepimiz pür dikkat Selma'ya baktık. O da boğazını nazikçe temizleyip "Şu an da aşık olduğun veya hoşlandığın biri var mı?" diye sordu. Hepimiz merakla Soral'ın ağzından çıkacak cevabı bekliyorduk. O an mavi gözleri beni buldu. İstemsizce yüzümün kızardığını hissederken bakışlarını tekrar Selma'ya çevirdi.
Selma bu soruyla Soral'ı utandırmayı başarmakla kalmamış zevkten dört köşe olmuştu. Utanmasa ortaya çıkıp oyun havası oynayacağından da hiç kuşkum yoktu. Soral ise başını hafifçe eğmiş gözlerini kaçırarak da olsa sorusunu cevaplamıştı. "Aşık mıyım bilmiyorum ama hoşlandığım biri var."
Bunu söylediğinde nedense bu kişinin kim olduğunu düşünürken bulmuştum kendimi. Gözlerim onun uzaklara bakan maviliklerinde takılı kalmışken herkesin ağzından tezahüratlar yükseliyordu. Bu durum biraz canımı sıksa da üstelemedim. Ta ki Mutlu'nun Soral'a karşı kibirle bakan gözlerini yakalayana kadar...
Onun sinsi gülümsemesi sinir kat sayımı arttırmaktan başka bir şeye yaramıyordu. Fakat buna rağmen bakışlarımı ortada tekrar çevrilen şişeye çevirdim. Şişe etrafında yaklaşık üç dört tur döndükten sonra durdu. Bu sefer Emre Korkmaz'a soracaktı. Bu durum Emre'nin keyfini yerine getirirken Korkmaz'ın yüzündeki sırıtma işlerin kızışacağının habercisiydi. "Kork benden Korkmaz," dedi Emre kahkaha atarken. Tabii bu durum Korkmaz'ın şerefsizliğinden bir gram eksiltmek yerine tavan yapmasına sebep olmuştu.
"Benim adım Korkmaz. Ben böyle şeylerden korkmam," dediğinde bu meydan okuma Emre'nin daha çok zevkten dört köşe olmasına neden olmuştu. "Bunu sen istedin," dediğinde Korkmaz ondan önce davrandı. "Sen sormadan ben söyleyeyim. Cesaret! Gönder gelsin!"
Emre bir süre düşündü. Onun yüzündeki ifadeden aklında gezinen tilkilerden birini seçmeye çalıştığını anlamak çok da zor değildi. En sonunda kafasının içinde sanki ampul yanmış gibi baktı Emre. Anlaşılan Korkmaz'ı oldukça komik bir son bekliyordu ki bu durum benim bile keyfimi yerine getirmişti. Arkama yaslanıp kollarımı kavuşturdum ve biraz sonra olacakları izlemeye hazır hale geldim.
"Okulun camına çık. Sonrada Asude sana aşığım diye o duyana kadar bağırmaya devam et," dedi pis bir sırıtmayla. Hepimiz hayretle Emre'ye bakarken Korkmaz'a acımaya bile başlamıştım. O kız Korkmaz'dan da beterdi. Kene mi desem ahtapot mu bilemiyordum. Yapışkanlılıkta Japon yapıştırıcısını bile geçmişti mübarek. Tabii bu durum açıkçası benim çok da umurumda değildi. Çünkü Korkmaz'ın bana yaşattıklarından sonra bunu hak ettiğini düşünüyordum. Burnunun sürtmesini ve mümkünse bana bir daha yapışmamasını istiyordum. Tabii böyle bir şey mümkünse...
"Tamam kabul. İzleyin de görün o zaman," dediğinde hepimiz şaşkın bakışlarımızı ona çevirmiştik. Ne yapmaya çalıştığı hakkında en ufak bir fikrim dahi yoktu. Ama bildiğim bir şey vardı ki Korkmazdaki tam bir deli cesaretiydi. Şaşkın bakışlarım onun yüzünde gezinirken bana bakıp göz kırpmayı da ihmal etmedi. Masadan kalkıp giderken hepimiz dönmüş onu izliyorduk.
Tabii Korkmaz Bey okulun camına çıkmak yerine kendini kanıtlamak için okulun ortasında bağırmaya başladı. Egoist öküz ne olacak! Ben ona bakıp bu yaptığıyla onun yerine utanırken muhattabımız Asude çıkagelmişti. Bahçe meraklı öğrencilerle dolup taşarken Asude otuz iki diş sırıtıp Korkmaz'a sarıldı. Ama duygusuz ve son derece öküz olan Korkmaz kızı oracıkta terk edip yanımıza geldi. Bu durum sinirlerimi bozmuştu. Üstelik Asude'nin ağlaması benim için bardağı taşıran son damla olmuştu.
Olduğum yerden kalkıp ani bir hamleyle Korkmaz'ın kolunu arkadan çevirdim. Daha sonra başını ortadaki masaya yatırdım. Herkes şoke olmuş bir şekilde bize bakarken hiç üstüme bile alınmadım. Korkmaz ise kıs kıs gülüyordu. "Hayvan! Bir kızın duygularıyla nasıl oynarsın? Seni gebertirim Korkmaz!" dediğimde bu halime karşılık kahkaha atmaya başladı. "Gülme!" diye bağırdım bu sefer.
Korkmaz ise gayet kendinden emin bir şekilde "Sen onun için endişelenme. O kendine göre birini bulur," dediğinde gözlerimi kısa bir anlığına kalabalığa çevirdim. Ne yazık ki haklıydı! Asude daha beş saniye önce ağlamamış gibi şimdi de üst sınıflardan birinin koluna yapışmıştı. Bunu görmek Korkmaz'ı bırakmama ve sinir bozukluğuyla yerime geri oturmama neden olmuştu.
Korkmaz ise sanki az önce kafasını masaya yatırdığım kendisi değilmiş gibi sırtını dikleştirip esnedikten sonra tekrar şişeyi çevirdi. Ona karşı sinirli olduğumdan kafamı çevirip sakinleşmeyi bekledim. Ama şişenin çevrilme sesi durunca Korkmaz Bey'in sesi tekrar geldi. "Başak," dedi bilmiş bir tavırla. Keskin bakışlarımı ona çevirdiğimde bakışlarıyla masada duran şişeyi işaret etti. Ben daha ne olduğunu bile anlayamadan şişeye bakınca kabağın benim başıma patladığını gördüm.
Lanet olsun dedim içimden. Lanet olsun ki Korkmaz ayısı bana soracaktı. Lanet olsun!
Onun yüzüne sinsi bir gülümseme yayılırken gözlerimi devirdim. "Pekala sor," dediğimde yüzündeki ifade bu sefer korkup yutkunamama neden olmuştu. "Doğruluk mu? Cesaret mi?"
Bu soruya tam bir aptal olduğum için cesaret yanıtını vermiştim. İnsanın gaflete düşmesi hiç iyi bir şey değildi. Özellikle de söz konusu ben olunca bu durum tam bir kaosa dönüşüyordu. Bir de işe Korkmaz'ın yüzündeki gülümseme eklenince iş daha da korkunç bir boyuta ulaşıyordu. İşte şimdi bittim ben! İşte şimdi bittim!
"Benim telefonumdan benim seçtiğim bir numarayı arayacaksın. Sonra da onu işleteceksin," dedi duygusuzca. Ondaki bu ifade sinirlerimi bozmuştu. Allah bilir kimi arayacaktı pislik! Üstelik her kimi ararsa arasın şaka yapmak konusunda rezalettim. Daha önce hiç kimseyi telefonda işletmemiş biri olarak bu işin sonunun iyi olmayacağını daha şimdiden hissedebiliyordum. Ama yine de sırf onun itici gülümsemesini silmesi için "Tamam," deme gafletinde bulundum. Umarım bu işin sonucu hastanede bitmez Başak Hanım!
Korkmaz telefonunu eline alıp bakmaya başladı. Artık bu işten geri dönemeyeceğimi bildiğimden kendimi parçalamak istiyordum. Ne diye gaza geldiğimi bile bilmiyordum. Sıkıntılı bir nefes verdim. Tam o sırada Korkmaz telefonuna bir numarayı tuşlayıp hoparlöre aldı. Herkes nefesleri tutmuş Korkmaz'ın elinden telefonu almamla bana bakmaya başlamıştı.
Telefon uzun uzun çalarken gergin bir bekleyiş yaşanıyordu. Tam ümidi kesmiştik ki telefon açılmış ben delici bakışlarımı karşımda piç gibi sırıtan Korkmaz'a çevirmiştim. Bunu da yapmış olamazdı öyle değil mi? Ama yapmıştı. Hala buna inanamazken "Alo Korkmaz," dedi karşı taraftaki kişi. Bu ses benim biricik olanlardan ve olacaklardan habersiz masum babacığımın sesiydi. Resmen kendi babamı işletmek zorundaydım. İnsan kendi babasını nasıl işletebilirdi ki? Nasıl?
"Baba," dedim bir anda. Daha dakika bir gol bir sesim titremişti. Allahtan babam bu durumu henüz çakmamıştı. "Başak sen misin?" diye sordu sadece. Ki bu soruyu sormakta da haksız sayılmazdı. Hangi aklı başında insan Korkmaz'ın telefonunu kullanırdı ki? O kişi sanırım bir ilki gerçekleştiren ben oluyorum.
"Evet baba benim," diye mırıldandığımda herkes gülmemek için kendini zor tutuyordu. "Neden kendi telefonundan aramadın?" diye sordu bu seferde. Adam haklıydı tabii. Kendi telefonuma kıran mı girmişti? Tabii ki de hayır! Hepsi mağara adamı Korkmaz'ın başının altından çıkmıştı. Keskin gözlerimi kısa bir anlığına ona çevirip tekrar babama geri döndüm.
Acilen bir bahane üretmeliydim. Ama bu konuda aşırı kötüydüm. En sonunda düşündüğüm şeyi saçma şeyi bir bomba misali babamın kucağına bırakmıştım. Bulduğum bahane cidden aşırı saçmaydı. "Baba benim dakikam bitmiş," dediğimde Selma gülmeye başlamıştı bile. Korkmaz kahkaha atmamak için ağzını kapatmış Emre ile Soral gülmekten yarılma aşamasına gelmişti. Mutlu desem en çok onun önünde rezil olduğuma utanıyordum.
"Kızım senin dakikan sınırsızdı ama," dediğindeyse rezilliğimi bir üst seviyeye taşımıştım. Hatta buna rezilliği arşa çıkarmak demek daha doğru olurdu. "Her şeyin bir sınırı vardır baba," dememle babam telefonu yüzüme kapatmış herkes kahkaha atmaya başlamıştı. Seğiren gözlerimi Korkmaz'a çevirdim. Tam onu dövmek için üzerine atılmıştım ki bizimkiler beni tutmuştu. Oyunumuzda benim rezilliğimle noktalanmış oldu.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top