22. Bölüm: Köşe Kapmaca
İçimden onlara hiçbir şey göründüğü gibi değil hocanız hocanızı kötü amellerine alet etmiyor demek geliyordu. Ama bunu yapamadım. Apar topar Soral'ın üzerinden kalktım ve karşıma ip gibi dizilmiş stajyer öğrencilere baktım. Akıllarından geçenleri biliyorum! Ah Soral ah! Kendimi tam şu an öldürebilirim. Ama bunu yapmadım. Onun yerine bir bok yiyip de annesine yakalanan haşarı çocuk misali otuz iki diş sırıttım.
"Şey," dediğimde Soral da yerden kalkmış önlüğünü düzeltiyordu. Ben bu işlere nereden bulaştım? Sadece soruyorum. Bana dürüstçe cevap verin. Ben bunları hak edecek ne yaptım? Aşıkları mı ayırdım? Ortalığa fitne tohumları mı ektim? Ne yaptım ne!!!
Soral ile birlikte kenara çıktığımda bize bakan stajyerlere ne söylemem gerektiğini düşünüyordum. İzahı olmayan şeyin mizahı olur derlerdi de inanmazdım. Resmen rezilliğin dibini görmüştüm. Onların arasından topukladım. Topuklamasam ne söyleyecektim ki? Ne söyleyebilirdim? Utançtan geberme aşamasında iki kat merdiveni yüksek topuklularla çıktım. Kendimi odama attığımda üzerimdeki önlüğü çıkarıp askıya astım. Daha sonra lanet olası çantamı omzuma asıp odadan çıktım. Bugün hiç bitmeyecek gibi. Sanki bir aksilik daha olacak ve ben bu gece eve hiç dönemeyecekmişim gibi hissediyordum.
Geceyi hastanede geçirmek şu an için isteyeceğim en son şey bile değil! Çünkü Soral daha geldiği ilk günden nöbete kaldı ve ben onunla biraz daha aynı havayı solursam kafayı kesin yerim! Sinir bozukluğuyla asansörleri es geçip doğruca merdivenlere doğru ilerledim. Şu topukluları bana bu dört yılda alıştıranlar utansın! Kimden bahsettiğimi siz bence gayet iyi anladınız!
Merdivenlerden inip hastaneden çıkmak üzere kapıya doğru ilerledim. Kötü şans yeniden üzerime çöreklenmeden önce şükürler olsun ki kendimi hastaneden dışarıya atmayı başardım. Topuklarımı vura vura arabaya geçtim. "Bugün hiç bitmeyecek sandım," dedim kendi kendime. Arabayı çalıştırdım ve kendimi eve attım. Eve geçtiğimde kapıyı Ayla'nın yatılı bakıcısı Betül açmıştı. Beni görünce göz bebekleri kocaman olmuştu. Ne kadar korkunç göründüğümü siz düşünün artık!
"Hoş geldiniz Başak Hanım," dedi Betül içeriye geçtiğim sırada. Ağzımı açmaya mecalim olmadığından selamını başımla kabul etmiş bulundum. Topuklularımı bir kenara fırtlatırcasına çıkardım ve üzerimdeki bugünün izlerini yok etmek için odama çıktım. Odamdan içeriye geçtiğimde Ayla'nın benim yatağımda uyuduğunu gördüm. Üzerimi değiştirip yanına kıvrıldım. Üzerindeki battaniyeyi açtığı için gülümsedim ve yeniden üzerini örttüm. Öyle tatlıydı ki sabaha kadar onu izleyebilirdim.
"Benim küçük civcivim," diye fısıldadığım surada gözlerini yavaşça aralayıp bana baktı. Gözlerini babasından almıştı. Deniz mavisi gözleri uyku mahmurluğuyla bana bakarken gülümseyip yanağına küçük bir öpücük bıraktım. Sonra da ona sarıldım. Birlikte uyuduğumuz gecenin sabahında Ayla'nın, "Günaydın," diyerek şakımasıyla uyandım.
Gözlerimi yavaşça araladığımda deniz mavisi bir çift gözün gülerken kısıldığını gördüm. O kadar tatlıydı ki insan baktıkça şeker komasına girdiğini hissediyor. "Günaydın bebeğim," dedim yattığım yerde doğrulup onu kollarıma alırken. Başını göğsüme yaslamış kıkırdamıştı. Tatlı kıkırtısına karşılık eğilip civciv sarısı saçlarına minik bir buse bıraktım. Öyle güzel kokuyordu ki onu bir an olsun kucağımdan indirmek istemiyordum. Ama hastanedeki işimin başına dönmek mecburiyetinde olduğumdan onu bırakmak zorundaydım.
Yataktan kalkıp apar topar hazırlanmaya başladım. Üzerime camgöbeği renginde bir gömlek geçirdim. Saçımı at kuyruğu olacak şekilde bağladıktan sonra Ayla ile birlikte aşağıya indik. Betül kahvaltıyı hazırlamıştı bile. "Yine döktürmüşsün," dedim gülümseyerek. Betül mahçup bir ifadeyle, "Teşekkürler Başak Hanım," dedi.
Kaşlarımı numaradan çatarak, "Hanım demek yok Betüş," dedim. Bunun üzerine Betül Ayla'yı sandalyeye oturtup kahvaltısını yaptırmaya başlarken bende ayaküstü peçeteye sardığım böreği dişleyerek evden çıktım. Hastaneye geçtiğimde daha kapıdan girer girmez stajyer kafilesiyle uğraşmak zorunda kaldım. Biri gidiyor bir diğeri geliyordu. Ayaküstü hasta raporlarına baktım. Kimisini acile kimisini hasta odalarına yönlendirdim ve en sonunda odama ulaşmayı başardım.
Demet odama girerken, "Günaydın hocam!" diye şakıdı. Önlüğümü üzerime geçirip stetoskopumu boynuma astığım sırada dönüp ona baktım. Ferfecir bakan gözler, askı yutmuş gibi gülmekten neredeyse yırtılacak dudaklar, yerinde duramamalar tam da tahmin ettiğim şeyin emaresiydi. Demet gözüne yeni birini kestirmiş.
"Sabah sabah yine hangi yakışıklıyı kestirdin gözüne?" diye sordum bilmiş bir tavırla. Demet yakalandığını anlayınca renkten renge girmişti. Önce pembeyle başlayıp yavaş yavaş kırmızıya dönen renk geçişiyle bir bayrak misali dalgalanan yüz ifadesine karşılık gülmeden edemedim. Moralim ne kadar bozuk olursa olsun beni güldürebilen nadir insanlardandı Demet. İlk başta söylememek için kıvransa da baskın dedikodu genlerine daha fazla karşı koyamayıp heyecanla anlatmaya başladı.
"Ay hocam bi görseniz var ya yok böyle bir yakışıklılık! Adam afet! Afet demek ona az kalır gerçi! Adam bir volkan patlaması mübarek! Hastaneye bir girişi var ki sormayın gitsin. Şimdiden serumluk oldum," dedi Demet ağzının suyu aka aka. Onun anlattığı kadar yakışıklı olan kişi kimmiş acaba? Merak etmedim desem yalan olur. Tek kaşımı kaldırıp, "Senin ağzının suyunu akıtacak kadar yakışıklıysa bir bakmak lazım," dedim bilmiş bir tavırla.
Demet duymak istediği sözleri işitince nasıl da mutlu oldu. Ağzı kulaklarına varıyor maşallah! Şu kızın da hayırlısıyla yuvasını kurduğunu görsem gözüm arkada kalmayacak. Demet, "Hocam adam gitmeden inip bi bakalım mı? Hem belki arkadaşını da size yaparız fena mı olur?" dedi kıkırdayarak. Randevuların başlamasına vakit vardı. Bunun anlamı Demet'in çöpünü çatmamız için hala vaktimizin olduğuydu. Demet ile kol kola odadan çıkıp Edi ile Büdü misali asansöre geçtik.
Asansörden iner inmez bizi karşılayan kişi tabii ki de Demet'in ruh eşi Selma'ydı. Selma da diğer koluma girince, "Siz ikiniz ne kaynatıyorsunuz bakalım? Hem de bensiz!" diye cırladı. Demet ise benim yerime, "Selma hocam kafeterya kısmında yakışıklı bir adam var ki sormayın gitsin. Erik gibi kütür kütür," dediğinde ben bu söylediklerine şaşırmışken Selma ise keyifle kıkırdamıştı. Şimdi neden aynı olduklarını düşündüğümü anlayacağınız ana geliyoruz.
"Arkadaşı varsa onu da Başak'a yaparız," dedi Selma ve bu söylediğiyle iki delinin arasında kalan zavallı kişi ben olmuştum. İkisi de heyecanla beni çekiştirerek hastanenin kafeterya kısmına doğru götürürken başıma gelecekleri büyük bir sükunetle kabul etmekten başka çarem yoktu. Sonuçta başa gelen çekilir. Öyle değil mi?
Demet, "İşte orada! Baksanıza sizce de çok yakışıklı değil mi?" diyerek heyecanla birkaç masa ötedeki iki adamdan siyaha dönük koyu saçları olanı işaret etti. Hemen onun yanındaki kumral adama baktığımda gülmeden edemedim. Demet beni yine şaşırtmadı. Erik gibi dediği adamın manken olduğuna adımın Başak olduğu kadar emindim. Kankisinin de ondan arta kalan bir yanı yoktu. Hastanemize ajanstan gelmiş iki adet yakışıklının yolu düşmüştü anlayacağınız.
Selma, "O halde çöpünüzü çatmaya başlayalım," diyerek Demet ile beni adamların olduğu masaya yerlerde sürüklemek suretiyle götürürken halimin içler acısı olduğunu fark ettim. Resmen hastalarına yürüyen doktor olmuştum. Skandal! Büyük rezalet! Bu kaçıncı derece bir yokluk! Gerçi zamanında fakültemden birine şans verdim de ne oldu sanki! Beyefendi kıçımıza tekmeyi basıp gitti! Neyse şimdi bu meseleyi deşerek yeniden ağlama nöbetine girmek istemiyorum!
"Selam!" diye ciyaklayarak öne tabii ki de Demet çıkmıştı. Bense misafirlere hoş geldin demesi için öne ittirilen veletler gibi kendimi Selma tarafından tepiklenmek suretiyle iki adamın karşısında bulmuştum. Kumral olanın dikkatini de çektiğimize göre ne tarafa doğru sırıtmam gerekiyor?
Demet daha dakika bir gol bir gözüne kestirdiği avıyla sohbete bile başlamıştı. Kumral olan ise bana bakıp gülümsedi. Şimdi size bir sorum var. Nasıl gülünüyordu? Şahsen ben gülmeyi unuttum ve bana adamın tam arkasındaki masadan keskin bakışlar atan Soral ile beynimi de yitirdim. Tamam öncelikle sakin olmalıyım. Derin derin nefesler al Başak! İşte böyle! Aferin sana! Şimdi adama bak ve nazikçe gülümse. Bunu yapabilirsin. Bi zahmet yap artık!
Elimi uzatarak, "Başak ben," diyerek gülümsedim. Tabii buna gülümseme denebilirse. Gülüyor muyum doğuruyor muyum belli değil. En son girdiğim normal doğumdaki kadının acı içindeki yüz ifadesi tam olarak böyle bir şeydi. Biraz daha zorlarsam güzel gülebilirim bence. Of! Kimi kandırıyorum acaba? Ümitsiz vakanın tekiyim!
"Memnun oldum. Bende Furkan."
Adam ne de güzel gülüyor. Peki ya ben? Boğazlanan hayvanlar gibi bir tipte bakıyorum resmen suratına. Şaka gibi. Adamın yana kayarak bana sandalyesini vermesiyle şimdi beni daha zorlu bir görev bekliyordu. Tabii o arka masadaki kahrolası mavi gözler dikkatimi dağıttığından oturmayı bile unuttum. Önce çömeliyor muyuz? Yoksa kıçımızı direkt olarak sandalyeye mi koymamız gerek? Kafam alev alev! Of! Şimdi ne halt edeceğim? Biri bana yardım etsin!
Şükürler olsun ki oturma eylemini de kazasız belasız halledebildim. Selma kenardan kenardan kaçarken adamın yanında olduğumu anımsamak bile afakanlar basmasına yetti. Kolunu sandalyemin üzerine atınca parmakları kızıl at kuyruğumu çekiştirmeye başladı. Şimdi ne yapmam gerekiyor? Flört kavramı bende öldü de! "Saçların doğal mı?" diye sordu Furkan. Saçlarımı bırakmasına sebep olan şey ise tam da tahmin ettiğiniz gibi Soral oldu. Adamın kolunu koparırcasına olaya müdahil olunca Demet ile el ele tutuşup olay mahalini koşarak terk etmek durumunda kaldık.
"Hocam ya ne güzel tam birini bulmuştum. Soral hoca kaçırdı adamı," dedi Demet dudak bükerek. Ben burada ne düşünüyorum kızın düşündüğü şeye bak! Adamı az daha kolsuz bırakacaktı Soral ve şunun aklı fikri aşk meşk! Ulan biz bu işten yırtalım da benden uzak olsun aşk işleri!
Demet ile birlikte odama geçtik. Zaten kapının önü mahşer yeri gibiydi. Hastalarımı artık yavaş yavaş içeriye almamın vakti gelmişti. Randevulara göre odaya ilk olarak Tuğba Hanımı içeri aldım. Tuğba hanım hafiften belirginleşmeye başlamış karnıyla odaya girdiğinde gülümsedim. Eşi de en az onun kadar heyecanlı görünüyordu. Bugün eğer şanslıysak bebeklerinin cinsiyetini öğrenecektik.
"Hoş geldiniz Tuğba Hanım. Sizi şöyle alalım," dedim beyaz perdenin ardındaki muayene masasını işaret ederek. Tuğba Hanım hazırlanırken bende steril eldivenlerimi giydim. Perdenin arka kısmına geçip sandalyeme yerleştim. Tuğba Hanımın eşi de ona destek olmak ve bu özel anlara şahitlik etmek için yanında bekliyordu. Proba ultrason jelini sürüp karnında gezdirmeye başladım. İşte buradaymış miniğimiz!
Gülümsedim. Birkaç fotoğrafın ardından, "Bebeğimiz gayet sağlıklı. Hatta cinsiyetini de artık öğrenebiliriz," dedim Tuğba Hanım ve eşine bakarak. İkisi de heyecandan kıpır kıpırdı.
"Tebrik ederim. Oğlunuz oluyor," dediğimde ikiside sevinçten birbirlerine sarılmıştı. Ultrason fotoğraflarını onlara verdikten sonra eldivenlerimi çıkarıp çöpe attım. Tuğba hanım ve eşinin odadan çıkmasıyla sandalyemden kalktım. Tam o sırada perdenin arkasından çıktığımda Korkmaz ile göz göze geldim. O mesai saatleri içinde buradaysa sıkıntımız var demektir.
Elimi kalbime götürdüm. Ajitasyonun dibine vurarak, "Yavaş yavaş söyle!" diye bağırarak onu önceden uyardım. Aksi bir durumda kalbim bu kadar atraksiyona dayanmazdı. Gerçi yanımdaki adamın kardiyoloji uzmanı olduğunu varsayarsak ölmem pek olası değildi! Ama olsun! Ben yine de pat diye söylenmesine razı değilim! Değilim işte!
"Pekala tek tek söylüyorum o zaman. Bunu sen istedin. Sakın bana uyarmadı deme!"
Korkmaz panik hali bana da geçmişti. "Söyle artık!" diye bağırırken buldum kendimi. Korkmaz, "Senin baban ile benim babam," diyerek başladı sözlerine. İki adamın bir arada olması yeterince kötü değilmiş gibi sonraki isim cehennem üçlüsünü oluşturuyordu. "Soral ile aynı hastanede desem," diyerek sözlerini tamamladı Korkmaz. İşte şimdi sıçtın Başak! Şimdi hazırsanız bir oyun oynuyoruz arkadaşlar! Oyunumuzun adı köşe kapmaca!
Kurallarda çok basit Soral'ı kim yakalarsa hastane havaya uçuyor. Nasıl oyun ama! Efsane değil mi sizce de? Ben uydurdum. Fikir tamamen bana ait! Bu oyunun patentini de aldım mı var ya o zaman benden zengini mezarda! Gerçi babalarımız bu gerçeği öğrenirse ben her türlü mezara gireceğim ya neyse! Korkmaz'a dehşetle bakarken, "Şimdi ne yapacağız? Soral'ın bu hastanede çalıştığı henüz bilinmemeli. Ben daha Ayla'yı ona veremedim," dedim sinirden çenemi sıkarak.
Çenem çıktı çıkacak! Hayatım freni patlamış araba gibi uçuruma daha doğrusu bok yoluna doğru savruluyor ve ben hiçbir şey yapamıyorum. Korkmaz, "Senin hastalarını Fulya hoca babamları def edene kadar devralacak. Benimkileri de Şahin hocaya postaladım. Senle bende gidip onları hastaneden def etmenin bir yolunu bulacağız," dedi sıkıntılı bir nefes vererek.
Onun cümlesini noktalamasıyla Defne ile beraber Fulya hoca odaya girdi. Defne, "Soral şu an acilde ve amcamlar her an acilin durumuna bakmaya gidebilir," dedi panikle. Kahretsin! Ya ben şansıma küfür etmek istiyorum! Bu nasıl bir bahttır arkadaş ya! Ben ne günah işledim de böyle saçmalıklara maruz kalıyorum? Of! Soral Allah seni alsın da sende kurtul bende! Allah'ın cezası! Ben sana sonra gösteririm gününü!
Korkmaz ile birlikte Defne'yi de aramıza alarak koşarak odadan çıktık. Hastalarımın arkamdan bakmalarını çoktan geçmiş uçarcasına acile girmek üzere olan babalarımızın kollarına yapışmıştık. Babama sarılarak, "Babacım!" diye bağırdım. Adam neye uğradığına şaşırsa da babamı kolunu sökmek suretiyle acilden olabildiğince uzağa götürmeyi başardım.
"Kızım ne oldu sana böyle?" diye sordu babam. Tabii karşısında cin çarpmış gibi abuk subuk hareketler yaparsam olacağı bu. Korkmaz babasını benimkinin yanına oturtunca acilin önüne siper olmuştuk. Artık o tarafa isteselerde bakamazlardı. Adnan Bey, "Orhan bizimkilere doktorluk hiç yaramadı. Baksana şunların hallerine. İkisi de hortlak gibi olmuş," dedi kikir kikir gülerek. Adnan Bey amca da bizi bir gömdü pir gömdü! Tamam çok mükemmel görünmüyor olabiliriz. Ama hortlak diye nitelendirilmeyi de hak etmedik canım!
Babamda kankisine ayak uydurarak, "Doğru diyorsun valla Adnan. Şunlara çalışma hayatı hiç yaramadı. Benim gül gibi kızım aklını yitirdi baksana," dediğinde sağ gözümün sinirden seğirdiğini hissediyordum. Babamda beni hepten deli belledi. Hoş haksız da sayılmaz. Dün gelen şahsiyet benim fabrika ayarlarımı bozdu. Ama benim adım da Başak ise ben o Soral denilen mavi gözlü ex nişanlıya tüm bunların hesabını sorarım! Beklesin ve görsün bakalım dünya kaç bucak!
Adnan Bey amca, "Biz aslında acile bi baksak iyi olacak çocuklar," dediğinde Korkmaz ile birlikte babalarımızı omuzlarından itekleyerek gerisingeri yerlerine oturtup "Ne gerek var?" diye bağırdık. Sanki alnımıza biz bir bok yedik yazsak daha az dikkat çekerdik! Siz bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz? Çekinmeden söyleyin. Söz kızmayacağım!
"Kızım siz ikinize ne oldu böyle?" diye sordu babam. Ah babam! Neler olmadı desen daha doğru olurdu. Senin ex damat dört yılın ardından dön. Üstelik kızının hastanesine gel. Sonra da kızına hayatı zindan et! Bak sen şu Allah'ın işine! Nasıl bir kaderim var benim ya? Şöyle söyleyince cidden halim içler acısı. Babam bunları bilse üzüntüden kalpten falan gider herhalde. Bilmese daha iyi!
"Yok bir şeyim babacım. Acil çok kalabalık. Sizin oraya girmeniz işimizi zorlaştırıyor," dedim sırıtarak. İşte böyle gülünüyor arkadaşlar. İşte şimdi sıçtın Başak gülüşü bunun adı. Başka bir adı olamaz bence bu gülüşün.
Korkmaz beni tasdikledikten sonra, "Siz neden geldiniz?" diye sordu. Sahi onların hastanede ne işi var? Hastanenin sahibi onlar olabilir ama buraya ellerini kollarını sallayarak gelemezler! Yok öyle dünya! Hastaneden içeriye aldırmam! Yapamam böyle bir şey! Gitsinler başka kapıya! Burası dingonun ahırı değil! Değil canım!
"Burası dingonun ahırı değil!"
Babamların şok ifadesine bakılırsa ben bu son söylediğimi dışımdan söylemiş olmalıyım. Allah benim cezamı vermesin! Sesin kısılsın Başak! Of! Kızım iki dakika çenene sahip çıksana! Doktor olmuşsun ama adam olamamışsın demezler mi adama? Derler. Hatta öyle bir derler ki adını unuttururlar insana!
"Şey yani ben şu acile izinsiz giren adama söyledim," diyerek kenara çıkma gafletinde bulundum. Tam o sırada acilden çıkan Soral ile birlikte babamın utanmasam görüş alanını kapatmak için kucağına oturacaktım. Ki bunu yaptım da! Kazık kadar hoca babasının minik prensesi oluverdi! Neden acaba? Babam şok içinde beni kucağından iteklesede Soral'ı görmemişti. Soral'ın görüş alanından kaybolmasıyla rahat bir nefes aldım. Babam ise akli melekelerimi kaybettiğime inanıyordu. Haksız da sayılmaz! Adamın psikolojisini beş dakika içinde nakavt etmeyi başardım.
Adnan amca konuyu değiştirmek adına yaşadığı şoku hiçe sayarak, "Biz aslında buraya hastane kadromuzun tamamlanmış olmasını ve aynı zamanda da hastanemizin kuruluş yıldönümünü kutlamak için özel bir davet vereceğimizi söylemeye gelmiştik. Basının da olacağı müzikli, gençler için eğlenceli bir kokteyl yapacaktık," diyerek sözcüklerini art arda sıraladı.
Duyduğum şeyle sinir bozukluğundan deli gibi gülmeye başladım. Korkmaz beni dürtükleyerek, "Başak kendine gel," dedi dişlerinin arasından. Ama bunun pek de bir faydası olmamış aksine kahkaha atmaya başlamıştım. Cidden çok kötüyüm arkadaşlar! Bildiğiniz gibi değil hemde! Altı yıl tıp okudum. Dört yılda uzmanlık yaptım ve o kadar eğitim hayatımda böyle bir vaka ile karşılaşmadım. Ümitsizim! Bitiğim! Bence benim son çarem ölüm! Valla bak! Üzerime toprak atın sizde kurtulun bende! Dayanamıyorum!
"Kusura bakmayın. Sinirlerim bozuldu," dedim en sonunda itici kahkahama bir son verip. Babamla Adnan amca bana acıyarak bakıyordu. Şu adamların bana olan acıyan bakışlarına da şahit oldum ya artık bana müsaade. Ben gidiyorum. Artık nereye olursa!
"Kokteyl fikri çok iyi," dedi Korkmaz gülümseyerek.
"Ama bir şey eksik!" dedim panikle araya girerek. Saçlarımda turuncu olduğuna ve lafa salça olduğuma göre domates salçası olmamın zamanı geldi.
"Eksik olan ne Başak?" dedi Korkmaz delici bakışlarını artık susmam için bana dikerken. Biraz daha konuşursam ameliyatla kalp kapakçığına nasıl dikiş atıyorsa ağzıma da bir benzerini atacakmış gibi bakıyordu. Yutkundum. Sonra aklıma Soral'ın da o lanet olasıca geceye davetli olacağı gerçeği dank etti. Nereden hayatıma dahil olduysa! Şimdi onun paçasını kurtarmak durumundayım!
"Bence kokteyl maskeli olsun. Böyle hem daha eğlenceli hem de daha orijinal olur," dedim gururla. Acaba sen ne diye kendinle gurur duyuyorsun Başak? Bu çok saçma bir fikir ve babanın kusacak gibi bakmasına bakılırsa bu fikri reddedecek. Sonra ne olacak dersin? Soral kovulacak ve sen daha Ayla ile vedalaşamadan ondan ayrılmak zorunda kalacaksın. Ayla gidince aklını yitirip Bakırköy'e yatmak zorunda kalacaksın. Kendini turuncu saçlarından dolayı portakal suyu sanıp dökülmemek için bütün gün ayakta duracaksın! İşte senin sonun bu!
Korkmaz, "Başak sen yine ne saçmalıyorsun?" diye fısıldadı. Ona bakıp, "Eğer babamlar Soral'ı tanırsa bizi öldürürler," diye fısıldayıp babamlar durumu çakmasın diye abartılı bir kahkaha patlattım. Bunun üzerine Korkmaz sırıtarak, "Başak haklı," dedi. Hadi Korkmaz! Göreyim seni! Bu işi ayarlayabilecek tek kişi sensin. Kurbanın olayım ayarla şu Allah'ın cezası kokteyl işini de bende kurtulayım onlarda kurtulsun artık!
"Kokteyl maskeli olursa bizler için hem daha eğlenceli olur hem de basın için iyi bir imaj çizmiş oluruz. Doktorlarına yoğun çalışma temposundan sonra eğlenmelerine, nefes almalarına önem veren bir hastane imajı bizim için çok avantajlı."
Bu sözlere ne derler bilir misiniz? At yalanı şey ederler inananı! İmaj falan hikaye baboş! Ex damadını görüp de katil olma diye bu çırpınışlarımız! Sende inada binme de kabul et şu geceyi! Yoksa keserim kendimi neşterle benden söylemesi!
Babam biricik kankasına baktı. Kankası sırıtmaya başlayınca alnımdan boncuk boncuk terler akmaya başladı. Ecel terlerimizi de döktüğümüze göre bir karar mı verseniz artık? Adnan amca, "Tamam maskeli olsun. Bende kankamla Batman olacağım," dedi gülerek babama çak yaparken. Çaktırmadan Korkmaz'a baktım. O da babalarımızın halinden hiç memnun değildi. Ama buna da şükür!
Babam, "Bize artık müsaade. Şirkete geçmemiz lazım," dedi ve kankası ile birlikte hastaneyi terk etti. Onların gidişiyle rahat bir nefes aldım. Bir belayı daha kendimizi rezil etmek pahasına def ettiğimize göre artık işimizin başına geri dönebiliriz.
"Maskeli kokteyl mi yapılacak şimdi Başak Hanım? Çok orijinal bir fikir cidden," dedi Korkmaz iğneleyici bir sesle. Onu da kendim gibi rezil ettiğimdendi bu tavırları. Ben bilmez miyim?
"Başka çarem yoktu. Soral da orada olacak ve ben bir olayı daha kaldıracak durumda değilim," dedim sinir bozukluğuyla. Korkmaz dostane bir tavırla, "Sen sıkma canını. Maskeli baloya da katılmış oluruz fena mı?" dedi.
Gülümsedim. Onun hastalarının başına dönmesi gerektiğini söylemesinin ardından bende asansörlere doğru ilerledim. Yanımdan geçen Soral'a kısa bir anlığına baktım da umarım tüm bunları yaptığıma beni pişman etmezdi. Ayla'yı benden alıp gitmesini istemiyordum. Onu ben büyütmüştüm ve buna dayanamazdım.
Her ne kadar Soral, Ayla'nın babası olsa da onu bir gün vereceğimi bilsem de o gün şu zaman olmamalıydı. En azından Ayla ile vedalaşmaya vaktim olsun istiyordum. Her ne kadar benim için o vaktin hiçbir zaman gelmeyeceğini bilsem de bunu istiyordum.
Soral ona baktığımı fark edince durup bana baktı. Deniz mavisi gözleri ilk gün ki gibi içimi delip geçerken yaşadıklarıma rağmen hala ona karşı içimde bir sıcaklık beliriyor oluşu canımı sıkıyordu. Neden bu hayatta sevmememiz gereken insanları seviyoruz? Bilmiyorum. Ama bildiğim bir şey var ki o da bu köşe kapmacanın kazananının kim olacağını biliyorum. Kalbim.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top