21. Bölüm: Değişmişsin
(Günümüz...)
Yaşadıklarımı artık biliyorsunuz. O günün üzerinden tam dört yıl geçti. Koskoca dört yıl... Dile kolay gelir belki söylemek ama yaşaması hiç ama hiç kolay olmamıştı. Şimdi ise en büyük acılarımın sebebinden Selma tarafından kolum koparılmak suretiyle uzaklaştırılıyorum. Selma kolumdan çekiştirerek beni dışarı çıkardığında kendimde değildim. Beni arabaya bindirdi ve "Başak," dedi endişeyle.
İkimizde bunun bir gün olacağını biliyorduk. Ama hazırlıksız yakalanmıştık. Selma'ya baktım. Sonrasında kendimi tutamayıp tüm acılarımın gözlerimden sicim gibi boşalmasına izin verdim. Selma olayın şokunu hala atlatamamış bense katıla katıla ağlıyordum. Selma'nın sinirden o çok kıymetli tırnaklarını direksiyona geçirdiğini gördüm. Şu an Soral'ı tırnakladığını hayal ettiğinden emindim.
"Dönmesini geçtim. Bir de utanmadan çalıştığın hastaneye geldi. İnanılır gibi değil!"
Selma sinirden kendi kendine konuşmaya başlamıştı. Onu yadırgamıyordum. Sonuçta biricik kuzeni ve de en yakın arkadaşını boynuzlayan eski nişanlı tam dört yılın ardından çat diye çalıştığı hastaneye gelmişti. O sinirlenmesin de kim sinirlensin? Kriz geçirmenin eşiğinde olan sadece o değildi tabii. Bende bu yaşananlardan sonra hastaneye geri dönüp diğer yanağına da bir tokat çarpmak istiyordum.
Selma hıçkırıklarımın arasında boğulduğumu görünce sesini kesmişti. Beni sakinleştirmek için gözlerime baktı ve "Kuzum ağlama artık. Helak ettin kendini," dedi yüzümü avuçlarının arasına alırken. Gözyaşlarımı sildi. Ama ben sanki onun inadına yapar gibi o sildikçe daha çok ağlıyordum.
"Bu böyle olmayacak," dedi Selma artık sabrının taştığını belli eden bir sesle. Benden bıkmamıştı. Ama Soral'ın bana yaşattığı acılar canına tak etmişti. En sonunda sinirle önlüğünün cebinden telefonunu çıkarıp hışımla rehberden birinin numarasını tuşlayıp beklemeye başladı. Arama çok geçmeden cevaplandı.
"Emre," dedi Selma ses tonunun gergin çıkmasına engel olamayarak.
"Hayatım şimdi Korkmaz'ı ve Defne'yi de alıp bizim her zaman gittiğimiz şu kafeye gelin. Önemli bir durum var ve bu mesele sonraya bırakılamayacak kadar acil."
Gözlerini devirdi. "Canım acil olmasa hiçbirinizi işinden etmem. Hadi hemen şimdi çıkın ve gelin," dedi ve telefonu kapattı. Telefonu önlüğünün cebine tıkıştırdı. Bir yandan da kemerini bağlamakla uğraşıyordu. Kemerimi takıp gözlerimi dışarıdaki arabalara çevirdim. Onların yanında da ağlarsam büyük sıkıntı çıkacağını bildiğimden yanaklarımdaki ıslaklığı sildim.
Selma arabayı sürmeden önce bana baktı. Bakışlarına bakılırsa dışarıdan bakıldığında yüzümün korkunç göründüğüne adım kadar emindim. "Bunu da atlatacağız," dedi sıcacık sesiyle. Sonrasında hastaneye vaktinde geri dönebilmek için arabayı çalıştırdı. Her zaman gittiğimiz Kafe Melon'a gidene kadar tek kelime etmedim. Yola boş boş bakmaktan başka hiçbir şey yapmadım. Sessizliğimin aksine içimde ne çeşit fırtınalar koptuğunu bir bilseniz...
Selma arabayı kafenin önüne çekti. Arabadan inip her zamanki yapay göletin kenarındaki masamıza kurulduk. Zaten bizim oturmamızın üzerinden çok bir zaman geçmeden bizimkilerde gelmişti. Herkes sandalyelere kurulurken benim ayaklı cenaze gibi olduğumu görmüşlerdi tabii. Beni görünce hepsi korku dolu gözlerle bir açıklama yapması için Selma'ya bakarken sıkıntılı bir nefes çektim ciğerlerime.
Ağlamaktan artık acıyan gözlerimi kırpıştıramıyordum bile. Gelir gelmez bana ne yaptığına bir bakın. Aradan geçen dört yılın tüm hislerimi öldürdüğüne çok emindim halbuki. Ama şimdi bakıyorum da içimde öldürdüğümü sandığım her şey hala ilk günkü kadar tazeydi. Buna en başta acılarım eşlik ediyordu. Yutkundum ve bende anlatmaya bir gram mecal kalmadığından olanları anlatması için Selma'ya gözlerimi kırpıştırarak işaret verdim.
Selma bunun üzerine her şeyi benim yerime anlatmaya başladı. "Bugünün tarihini biliyor musunuz?" diye başladı sözlerine. Korkmaz'ın kaşları çatıldı. Sabırsızlıkla, "Selma sen ne diyorsun acaba? Doktor adamım nefes almaya vaktim mi var da tarihi bileceğim? Hem bunun konuyla ne alakası var?" diyerek homurdandı. Defne ona susması için gözleriyle işaret verse de Korkmaz her zamanki huysuzluğuyla boynuna astığı stetoskopu düzeltmekle meşguldü.
Emre, "Aşkım sen bize ne anlatmaya çalışıyorsun?" diye sordu sabırsızlıkla. Selma bunlara laf anlatmaktan daha başlayamadan sıkılmıştı. Alnına bir şaplak atıp, "Bugün o malum günün üzerinden geçen dördüncü yıl!" diye parladı Selma. Bizim kalasların yüzünde aydınlanma çağının başladığını belli eden ifadeler belirince Selma asıl bombayı patlatmak için ciğerlerine büyükçe bir nefes çekti.
"Malum şahıs yani o Şam şeytanı Soral bugün artık resmen geri döndü!"
Selma bombayı patlatmanın rahatlığını yaşarken üçü hep bir ağızdan, "Ne?" diye bağırdı. Bende bu şekilde bağırabilmek istiyorum. Ama maalesef ben şansımı o Şam şeytanının yüzüne tokadı basmakta kullanmıştım. Kollarımı göğsümün altında bağlayıp karşımdaki üçlünün renk değişimlerini izlemeye başladım. İlk başta beyazla başlayan renk geçişi yerini önce kırmızıya en sonunda da mora bırakmıştı.
"Ne geri dönmesi?" diye kükredi Korkmaz birden. Etrafımızdaki delici bakışlar yüzünden sesini alçaltmak zorunda kaldı.
Selma masanın üzerinden eğilip, "Yüzsüz şey hastaneye geldi. Başak da tabii dayanamayıp bastı tokadı tabii," dedi dişlerinin arasından. Sonra bana dönüp, "Ellerin dert görmesin kuzum," dedi öpücük attıktan sonra.
Korkmaz ilk şokun üzerine Soral'ın bir de hastaneye gelişiyle çılgına dönmüştü. Defne tarafından zar zor zaptedilen Korkmaz, "Bu nasıl bir yüzsüzlük? Ne hakla hangi yüzle hastaneye ayak basabiliyor? Ne hakla Başak'ın karşısına çıkabiliyor?" dedi dişlerinin arasından. Kelimeleri tükürür gibi çıkarması da dikkatimden kaçmamıştı.
Emre, "Bir şekilde onu hastaneden göndermemiz lazım," dedi sıkıntıyla. Selma ona 'İşte benim kocam,' der gibi bakıyordu. Defne ise sessizliğini bozdu pir bozdu.
"Soral Başak ile aynı hastanede çalışamaz. Buna izin vermem," dedi Defne gayet kendinden emin bir şekilde. Korkmaz onca öfkesine rağmen sevgilisinin alnına onunla ne kadar gurur duyduğunu gösteren sesli bir öpücük kondurdu.
Selma, "Kesinlikle onu hastaneden def etmemiz gerek," diyerek herkesi entrika çevirmeye davet etmişti. Korkmaz gayet rahat bir tavırla bunun çok kolay olduğunu söyledi. Selma ile Defne şimdiden keyiflenmeye başlamıştı. Emre bile merakla Korkmaz'ın dudaklarından dökülecek kelimeleri büyük bir heyecanla bekliyordu.
"Babamla konuşacağım. O şerefsiz senin yanına yaklaşamadan onu hastaneden şutlayacağım. Senin için rahat olsun Başak," dedi Korkmaz gözlerime 'O iş bende,' der gibi bakarken. Bu işin sonu nereye varacak merak ediyorum. Ama işin şöyle bir boyutu var ki bu işin ucu dolaylı yollardan da olsa Ayla'ya dokunuyordu ve ben onun bu işten zarar görmesini istemiyordum. Sessizliğimi bozmamın tek nedeni oydu.
"Olmaz," dedim birden. Söylediğimle herkes şok içinde bana bakmıştı. Kimse benden böyle bir tepki beklemiyordu.
"Ne demek olmaz Başak?" diye sordu Emre tereddütle bana bakarken. Selma her an Soral üzerinde gerçekleştiremediği hain emellerini benim üzerimde gerçekleştirebilirdi. Keskin pisi pençelerini çıkarmış hazırda bekliyordu. Defne duyduğu şeyle dehşete kapılmış Korkmaz'ın omzunu çürütürken Korkmaz ise gayet sakin bir şekilde benden geçerli bir açıklama bekliyordu.
"Olmaz çünkü her ne kadar ondan nefret etsemde o Ayla'nın babası ve bu durumdan Ayla'nın zarar görmesini istemiyorum," dedim her birinin gözlerinin içine tek tek bakarak. Beni anlamalarını umuyordum. Ama umduğum gibi olmamış aksine ateşe körükle gitmiştim. Selma çıldırmışçasına bir şeyler vızıldanıyordu. Defne'nin de ondan kalır yanı yoktu. Korkmaz bu söylediklerime karşılık seri katil gibi sadistçe gülmeye başlamış Emre ise tüm bu saçmalıkların arasında sessizliğini korumayı tercih etmişti.
Korkmaz ruh hastası kahkahasını bastırmaya çalışarak, "Olmaz mı dedi o yoksa ben mi yanlış duydum?" diye sordu. Kahkahasını bastırması beklediğimden uzun sürdü. Ciddi ve dik duruşumla ona bu duyduğu şeyin doğru olduğunu gösterdim. Kızlar beni parçalamak istiyordu. Emre ortada kalmış karısını sakinleştirmeye çalışıyordu.
"Ne demek olmaz ya!" diye parladı birden Korkmaz. Onun sesiyle masadaki herkes sesini kesmişti.
"Şu haline bir bak! Eridin Başak! Düzgün bir hayatın yok! Kendini işe verdin ve başka hiçbir şey yapmadın bunca zaman. O şerefsiz buradan gidecek işte o kadar! Hastaneyi ona dar edeceğiz. Değil seninle çalışmak seninle aynı havayı bile solumayacak. Buna izin vermeyeceğiz. En başta da ben izin vermiyorum!"
Korkmaz'ın art arda sıraladığı cümleleri birer tokat gibi yüzümde hissetmiştim. Soral'a attığım tokat bile içimi böyle parçalamamıştı. Tüm gerçeği tek seferde yüzüme çarpmıştı. Dudaklarımın titrediğini hissettiğim sırada Defne'nin onaylamaz bakışlarını Korkmaz'a yöneltişini izledim. "Haklısın," dedim gözlerime dolan yaşları geldikleri yere geri gönderirken.
"Başak," dedi Korkmaz söylediklerine pişman olarak. Ama onun sözlerine devam etmesine izin vermedim. Elimi kaldırıp kelimelerini ağzına tıkmış oldum.
"O gittiğinden beri iyi değilim. Uykularım, düzenim kısacası her şeyim paramparça oldu. Bunca yaşanana rağmen Ayla'ya hak ettiği hayatı vermek için çok çabaladım. Ama bundan ötesi beni aşıyor. Onun babasına ihtiyacı var ve hepimiz o günün geleceğini biliyorduk."
Gözlerim tek tek simaları süzdü. Sözlerimi devam ettirebilmek adına derin bir nefes aldım. Kuruyan dudaklarımı ıslattım ve "Bana biraz zaman verin," diye mırıldandım.
"En azından Ayla'yı ona vermek için biraz zamana ihtiyacım var."
Ayla'dan ayrılmamın kolay olmayacağını her zaman biliyordum. Onunla aramda oluşan bağı aradan ne kadar zaman geçerse koparamayacağımı da. Beni en çok korkutan şey de buydu. Ondan ayrılmak...
"Ayla'yı hepimiz çok seviyoruz," dedi Defne birden. Beni anladığını belli edercesine gülümsemişti. "Ama kendini de düşünmen gerek Başak," diye de ekledi. Sıkıntılı bir nefes verdim. Bu konuşma istemediğim bir yöne doğru çekiliyordu ve ben buna daha ne kadar dayanabilirdim bilmiyorum. Bir an önce masadan kalkıp işimin başına geri dönmek istiyordum. Her ne kadar geri döndüğümde Soral ile köşe kapmaca oynayacak olsamda...
"Eğer bana biraz olsun değer veriyorsanız bu işte benimle beraber olursunuz. Babamın Soral'ı görmesine izin veremem. En azından bir süreliğine buna benim için katlanmanızı istiyorum."
Ayağa kalktım. Herkesin yüzünde aynı düşünceli ifadeden belirmişti. Yanımda mı yoksa karşımda mı olacaklarını beklerken cevap Korkmaz'dan geldi. "Tamam ama bir şartla," diye başladı sözlerine. Gülümsedim ve şartını öğrenmek için bekledim.
"O şeref yoksunu için daha fazla üzülmeyeceksin."
"Anlaştık," dediğim sırada hepimizin telefonları aynı anda çalmaya başladı. Bunun anlamı hastanede bize ihtiyaç olduğuydu. Apar topar kalktık. Sonrasında hep birlikte hastaneye geçtik.
*******
Sedef Hospital
Hastaneye geldiğimizde hepimizin telefonlarının neden çaldığı belli olmuştu. Acilde izdiham vardı ve Emre ile Korkmaz o tarafa doğru koşmak zorunda kaldı. Defne ofisine döndü. Selma girmesi gereken önemli bir ameliyat olduğundan dolayı yanımdan ayrıldı ve geriye bir tek ben kaldım. Asistanım Demet koşturarak yanıma geldiğinde acil kapısında beni bekleyen bir vaka olduğunu anladım.
Ambulanstan indirilen hamile kadınla birlikte doğuma girmiş zorlu geçen sezeryanın ardından kendimi odama atmıştım. Döner sandalyeme sırtımı yasladım ve bugün olan randevularımı iptal ettiğim için şükrettim. Demet elinde sekreterlikle odaya girip bitkin bir şekilde masamın önündeki sandalyelerden birine kurulmuştu.
"Başak hocam," dedi imayla. Gözlerini tavana dikip pişmiş kelle gibi sırıttığına göre aklından geçen tilkiler olduğu aşikardı. Ona bilmiş bir tavırla, "Yine hangi hasta yakınını gözüne kestirdin bakalım Demet?" diye sordum. Onu uzmanlık dönemimden beri tanıyordum. Ne düşündüğünü, ne hissettiğini, neleri sevip neleri sevmediğini gayet iyi biliyordum.
Demet sırıtarak, "Aslında hocam kendime değil de biliyorsunuz ben çok iyi bir çöpçatan olduğumdan onu size yakıştırdım. Yan yana gelseniz hastanede tozu dumana katardınız," dedi ve sanki bir dizinin fragmanını sunarcasına ellerini hayali bir resme dikkat çekmek istercesine iki yana açarak, "Hatta adını da 'Aşk Mı Lazım' koyarız. O zaman tadından yenmez," dedi.
Ondaki bu heyecana karşılık kıkırdadım. "Hayal alemine daldın gene Demet," dedim gülerek. Demet umursamaz bir tavırla omuz silkti. Allah bilir yine beni kiminle kafasında yakıştırmış hatta bununla da kalmayıp evlendirmişti. Demet bu. Onun elinden bir uçan bir de kaçan kurtulurdu. Tıpkı bizim yırtık Selma gibi...
"Hocam söyleyeceğim ama kızmak yok."
"Tamam hadi söyle."
"Söylüyorum," dedi dudaklarını dişlerken.
"Şey ben sizi hastanemize yeni gelen Soral hoca ile shipledim gitti," dedi Demet otuz iki diş sırıtarak. Söylediği isimle kan beynime sıçramıştı. Yüzümün hangi renk tonuna büründüğünü Demet'in dehşetle büyüyen göz bebeklerinden az çok anlayabiliyordum. Ya ecel kırmızısı ya da yok oluş moru...
"Hocam," dedi Demet yutkunurken.
"Bir daha bana Soral deme!" diye cırladım birden. Demet neden böyle tepki verdiğimi anlamasada sesini kesmeyi tercih etmişti. Ona Soral'dan bahsetmemiştim. Çünkü o benim hatırlamak isteyeceğim en son şey bile değildi. Bu yüzden mi gözlerin doluyor Başak?
"Hocam iyi misiniz?" diye sordu Demet masanın üzerindeki peçetelikten çıkardığı peçeteyi bana doğru uzatırken. Bütün günün yorgunluğunun üzerine bir de Soral'ın dönmüş olması beni mahvetmişti. Kendimi yeniden ağlarken bulduğumda artık işin aslını Demet'e anlatmaktan başka çarem kalmamıştı. Her şeyi en başından anlattım ve burnumu çekerek onun vereceği tepkiyi bekledim.
İlk başta tek kelime etmedi. Hatta kıpırdamadı bile. Tüm bunları aklında bir yerlere oturtmaya çalışıyordu. Bir süre sonra, "Şerefsiz!" diye cırladı. Onu Selma'ya benzettiyseniz çok doğru bir benzetme yaptınız demektir. İç çekerek buruşturduğum peçeteyi masamın altındaki çöp kovasına attım ve "Soral hakkında konuşmak istemiyorum Demet," dedim.
Demet anlayışla başını salladı. Ağzına hayali bir fermuar çekip sekreterliğini kollarının arasına aldı. "Hocam bugün tüm randevularınızı iptal ettiğiniz için bende erken çıksam olur mu?" diye sordu Demet. Onda bir haller vardı. Ama nasıl olsa yarın başımın etini yemek suretiyle her şeyi teker teker anlatacağını iyi bildiğimden ona soru sormamış onu evine yollamıştım. Bugün hastanede yapılacak en iyi şey acil kısmında bizimkilere yardım etmek gibi görünüyordu.
Demet'e olanları anlatırken ağlamaktan kendimi parçaladığımdan odadan çıkmadan önce kendime çeki düzen vermem gerekmişti. At kuyruğumu düzelttim ve yüzüme zor da olsa bir gülümseme yerleştirebilmeyi başardığımda odamdan çıktım. Asansöre doğru ilerlerken Şahin hoca ile karşılaştım. Benden birkaç yaş büyüktü. Onunla tanıştığımda benim hocalığımı yapmış benimle ilgilenmişti. Şimdi ise aynı hastanede farklı alanlarda çalışıyorduk.
"Başak," dedi Şahin hoca gülümseyerek. Yanına gittiğimde onu gördüğüm için benimde yüzümde gülümseme belirmişti. Birlikte asansöre binerken, "Ameliyata mı?" diye sordum. Beni başıyla tasdikledi.
"Sen nereye? İlgilenmen gereken hastaların yok mu?"
Şahin hocanın sorusuyla ne diyeceğimi bilememiştim. Ona içim daralıyordu randevuları iptal ettim ve bunun sonucunda kötü talihim çıkıp geldi üstelik yüzüme bakıp güldü diye kriz geçirip onu dövdükten sonra hastaneyi terk etmemek için şu an acile indiğimi ona nasıl söyleyebilirdim ki? Tabii ki de söyleyemezdim. Şahin her ne kadar Soral ile yaşadıklarımı bilsede ona bu son olanları anlatıp canını sıkmak istemiyordum. Bu yüzden, "Randevularımı iptal ettim," diye mırıldandım.
Şahin benimle geçirdiği yaklaşık dört yıldan sonra işime ne kadar bağlı olduğumu ve kolay kolay işimi aksatmayacağımı da çok iyi biliyordu. Bu yüzden tek kaşını kaldırmış bunun sebebini anlamaya çalışarak bakıyordu yüzüme. "Bir sıkıntın mı var Başak?" diye sordu Şahin ilgiyle. Gözlerim onun gözlerine bakmaya cesaret edemediğim için önlüğünün yakasındaki isime gitti. Profesör doktor Şahin Ataman.
Asansörden indiğimiz sırada Şahin uzanıp elimi tuttu. Gözlerimin içine baktı ve "Bana her şeyi anlatabilirsin Başak," dedi gülümseyerek. Elimi tutan eline baktım. Ona ne söyleyebileceğimi bilmiyordum. Böyle bir şey nasıl anlatılırdı ki? Sıkıntılı bir nefes verdiğim sırada onun Şahin'in üzerine üzerine geldiğini fark etmem gerekirdi. Şahin yüzüne yediği yumrukla geriye doğru savrulurken Soral'a baktım.
"Sen ne yaptığını sanıyorsun?" diye bağırdım. Hastanede kim var kim yoksa etrafımıza toplanmıştı. Şahin'e baktım. Kendine çeki düzen vermiş bu olanlara bir anlam vermeye çalışıyordu. Soral, "Başak benimle dışarıya gelir misin?" dedi dişlerinin arasından.
"Hayır gelemem Soral hocam! Benim acilde bekleyen hastalarım var," dedim ve Şahin'i kolundan tuttuğum gibi acile doğru yürütmeye başladım. Sinirden elim ayağım titriyordu. Soral bu yaptığıyla haddini fazlasıyla aşmıştı. Acilden girdiğimizde karşıma çıkan ilk kişi ise Mutlu olmuştu. Tam kriz geçirmelik bir gün değil mi sizce de?
Koskoca İstanbul'da bana inat bu hastaneye gelen eski nişanlımın üzerine aylardır üniversite yıllarında saçını başını yolduğum kızla çalışıyor olmak inanın bana korkunç bir şey. Ona bakmaya bile tenezzül etmeyip Şahin'in kolundan tuttuğum gibi onu boş yataklardan birine oturdum. Sonrasında bulduğum buz torbasını yüzüne bastırdım. Şahin yüzüne yediği yumruğun sebebini haliyle merak ettiğinden, "O adam senin eski nişanlındı öyle değil mi? Hatta bu yüzden bütün gün canın sıkkındı," diyerek teorilerini art arda sıraladı.
Başımı sallamakla yetindim. Buz torbasını yüzünden çekip diğer hastalarla ilgilenmek üzere acilde gezinmeye başladım. Tabii Şahin de hemen dibimdeydi.
"Şahin hocam buraya bakabilir misiniz?" diye sordu Mutlu cadısı. Şahin bunun üzerine yanımdan ayrıldı. Bende kafası boydan boya yarılmış bir adamın kafasına dikiş atmak üzere işe koyuldum. Gerçekten bugün daha kötü olamaz dedikçe her şey üst üste geliyordu. Çıldırmama ramak kaldı!
Az ötemden Korkmaz'ın, "Bana acilen defibrilatörü getirin!" dediğini duydum. Selma ile birlikte kalbi duran hastayı hayata döndürmek için büyük bir mücadelenin içine girmişlerdi. Kafasını adeta yeniden birleştirdiğim hastanın ardından ellerimdeki eldivenleri değiştirip stajyerlerden birine yardım ettim. Akşama kadar acilden dışarıya adımımı atmadım. Tüm hastalarla ilgilendim ve en sonunda Şahin'in ameliyattan dönüp beni hala acilde görmesiyle kolumdan tutup beni dışarıya çıkarması da bir olmuştu. Onunla erteleyip durduğum şu malum konuşmayı artık yapmam gerektiğini anladım.
"Bana artık olanları anlatacak mısın Başak?"
Şahin ile birlikte hastaneden çıkıp otoparka doğru yürürken bugün olanları anlattım. Aynı zamanda Soral'ın yaptığı hayvanlığa karşılık ondan özür diledim. Şahin, "Onunla yüz yüze bakacak olmak seni üzmüyor mu?" diye sordu bu sefer.
"Üzüyor. Ama buna bir süre dayanmak zorundayım Şahin. Ayla için buna bir süre dayanacağım."
Şahin, Ayla'nın benim hassas noktam olduğunu bildiği için ses etmemişti. Birlikte otoparka geldiğimizde arabasına geçerken "Seni bırakmamı ister misin?" diye sordu. Onu nazikçe reddettim ve kendi arabama doğru adımlamaya başladım. Arabamın önüne geldiğimde Şahin şoktan gitmişti. Çantamdan arabamın anahtarını çıkarmak üzere elim koluma gitti ve bilin bakalım hastanede neyimi unuttum? Keşke kolumu unutsaydım! İçimden okkalı bir küfür savurup yeri döven adımlarımla gerisingeri hastaneye geri döndüm.
Sinir bozukluğuyla asansöre bindim ve keşke hastaneye geri dönmek yerine eve yürüyerek gitseydim dedirten kişi ben asansörün kapanma tuşuna basmama kalmadan asansöre binmiş ve kapıları kapatmıştı. İnme gibi şansım kalmamıştı. Kaşlarımı çatıp onun bakmaya korktuğum deniz mavisi gözlerine diktim gözlerimi. "Ne yapmaya çalışıyorsun?" diye sordum sinirle.
Soral gözlerime baktı ve asansörü kat arasında durdurdu. Harika! Cidden harika! Beni boynuzlayan üstüne bir de çocuğunu bana bırakıp kayıplara karışan eski nişanlımla aynı asansörde kaldım! Gerçekten harika bir gün! Kesinlikle bu asansörden çıkar çıkmaz kurşun falan döktüreceğim! Yoksa bu bahtsızlık bir gün canımı kesin alacak!
"Sen ne yaptığını sanıyorsun!" diye bağırdım. Soral bana doğru bir adım attı. Asansörde köşe kapmaca oynamak istiyorsa oynardım. Çünkü bu bir hastane asansörü ve içerisi epey bir geniş. Hatta ona tekme tokat dalıp yere serebileceğim kadar geniş hemde! Aklımdan geçen düşünceyle ondan uzaklaşmak için bir adım geri çekildim. Tabii o her seferinde aramızdaki mesafeyi kapatmaya devam etti.
"Seni özledim," dedi birden. Mavi gözlerinin altında benim ateş gibi yakan bakışlarımla ona bakıyor olmamı umursamamıştı bile. Bana doğru attığı son adımda artık sabrımın fena halde taştığını hissettim. Bir adım geri çekildim ve kıvrak bir hareketle onun arkasına geçtim. Onun kollarını arkadan kelepçeler gibi bileklerinden tutup yüzünü asansörün duvarına dayadım. Bu şekilde bakınca bir suçluyu yakalayıp götürmeye hazır bir polise benziyordum.
Onun kulağına doğru, "Ama ben seni hiç özlemedim," diye fısıldadım. Dudaklarından sinir bozucu bir kıkırtı döküldü.
"Değişmişsin. Ama bende değiştim," dedi ve ben daha ne olduğunu bile anlayamadan elleri kelepçelenen ben olmuştum. Ellerimi sıkı sıkıya tutmuş beni asansörün duvarına yaslamak yerine kendi bedenine yaslamıştı. Sıcak nefesini yanağımda hissettiğimde, "Seninle baş edebilmek için birtakım dersler almam gerekti," diye fısıldadı. Kriz geçirmek üzereyim! Biri şu lanet asansörü tamir etmezse her an asansörde bir cinayet işlenebilir! Söylemedi demeyin!
Yutkundum. Dikkatimi dağıtmasına izin veremezdim. Öncelikle psikolojinizi bozduğum sizden özür diliyorum ve izninizle bu haini dövüyorum arkadaşlar! Arkaya doğru attığım hafif kafa darbesiyle hem Şahin'in intikamını almış hem de onun ellerinden kurtulmuştum. İşte şimdi bittin Soral! Onun dikkatinin dağılmasını fırsat bilip kolundan tuttuğum gibi onu yere serdim. Yerden kalkamasın diye üzerine bile oturdum. Uzanıp asansörün tuşuna bastım. Hareket eden asansörle birlikte onun yüzüne doğru eğildim. Nefes nefeseydi. Az önceki didişmelerimize ve hatta onu iki seksen yere sermeme rağmen dudaklarında kocaman bir gülümseme yerleşmişti.
"Değişmişsin. Daha da güçlenmişsin. Daha da güzelleşmişsin," dedi nefes nefese. Şeytan diyor tut boğ! Ama ben şeytana uyamam! Ben doktorum. Adam öldürmek yerine onların hayatlarını kurtarmak için vardım. Ama Soral adam kategorisini girmiyor değil mi? Of Başak sen yine ne saçmalıyorsun acaba!
Tam ağzımı açıp bu lafları onun ağzına tıkmak üzereyken asansörün kapısı açıldı ve herkes bize bakmaya başladı. Stajyer grubunun fesat bakışları altında renkten renge girdim. Tabii ki onları suçlayamazdım. Sonuçta kim hocalarını yeni gelen bir hoca ile asansörde bassa böyle tepki verirdi. Soral'ın kucağında olmam ise işleri daha da kötü etkiledi. Şimdiden yarınki hastane dedikodularını tahmin edebiliyorum. Başak hoca hastaneye yeni gelen Soral hocayı asansöre kapatıp aklını başından aldı! Skandal!
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top