27 | kedi aşkını itiraf ediyor

Ona tavır yaptığımı anlamasına sevinmiştim ama asla erkenden yelkenleri indirmek istemiyordum. Benimle kedinin fareyle oynadığı gibi oynuyordu. Bunu kendi istemem de daha sinirimi bozuyordu. İşlerin bu noktaya geleceğini tahmin edemiyordum. Şimdi ise geri dönüşü yoktu. Ve biz başından beri bu işin içindeydik.

"Hoon trafik kazası geçirdiği için hafızasını kaybetmiş ve küçük bir çocuk gibi hareket ediyor şu an. Ona göre davranırsan sevinirim," mesafeli bir şekilde olsa da ona açıklama yaptığımda yüzündeki gülümseme havada asılı kalmıştı. Buraya belki de hesap sormaya gelmişti ama üzgünüm, bu mümkün olmayacaktı. İkizimin ne durumda olduğunu görmüştüm. Bu yüzden onu başkasının yaralamasına müsade etmeyecektim. Hanbin de gerçeği bilmeyecekti. Eminim ki, onunda benden sakladığı şeyler olmalıydı. O yüzden vicdanım çok rahattı.

"Nerede?" Sesi içine kaçmış gibi sorsa da halinden anladığım kadarıyla ikizimin üstüne gitmeyecekti. O kadar öküz birisi olduğunu düşünmüyordum. Kardeşi hakkında soruları olmalıydı ama bir süre daha ertelemeliydi.

"Arkana dön," sırtı onun tarafına dönüktü. Arkasına dönünce çok geçmeden gözleri ikizimi buldu. Yutkunduğunu hareket eden adem elmasından anlarken gözlerimi kısarak onu izledim.

Hoon küçük bir çocuk gibi elini sallayıp yerinde hopladı. Onu bozmamaya çalışarak ben de ona elimi salladım. Koşarak yanımıza geldi.

"Merhaba. Ben Hao'nun ikizi, Hoon. Tanıştığıma memnun oldum. Sen kimsin?" Elini uzatarak kocaman gülümsedi. Hanbin bir süre havada kalan ele bakakaldı. Gözlerini kırpıştırıp elini sıktığında damarlı kolları kendini belli etmişti.

"Uhm, Hanbin. Ben de memnun oldum," sesi tok çıkmıştı. Hoon bana bakıp göz kırptı. "Bu bahsettiğin arkadaşın, değil mi, ikiz? Yakışıklıymış," kahkaha attığında ona yaklaşıp kolunu cimcikledim. Bunu demese iyiydi.

Fakat bunu diyerek kasvetli havayı dağıtmayı başarmıştı. Hanbin de kahkaha atıyordu. Kızarmaya başlarken oflayıp gözlerimi başka yöne çevirdim.

"Aman Tanrım, iki Hao bambaşkaymış. Neyse ki benimkini tek bir çırpıda tanıyabilirim, değil mi?" Bana bakıp göz kırptığında şoka uğrayıp ona ters bakmaya başladım.

"Yokluğumda sapıttın mı ya? Bu ne böyle? Gidiyorum ben," göz devirip ilerlemeye başlamışken Hanbin kolumdan tuttu. "Nereye gidiyorsun? Beni de götür," gözlerim ne kadar açılabiliyorsa o kadar açılmıştı. Ne olmuştu buna böyle? Kudurmuş gibi davranıyordu.

"Rahat bırak beni. Tur atacağım," ondan kurtulmak için söylediğim bir bahaneydi. Yeni kaybolmuşken bir daha ormanın içine girmeye niyetim yoktu. "Ben de geleceğim. Gezdirirsin beni," beklediğim cevabı aldığımda rezil olmamak için ne bahane uydursam diye düşünüyordum ki imdadıma Hoon yetişti.

"Bekleyin," görünürde olan evine koşup elinde kağıt parçası ile döndüğünde merakla ona bakıyordum. "Bu köyün haritası. Hem kaybolmaz hem de nereye gideceğini seçersiniz. Benim en sevdiğim çizgi film başlamak üzere. Siz de akşam yemeğinde burada olun. Görüşürüz," yine ardı ardına tıpkı bir çocuk misali konuştuğunda haritayı elime tutuşturup gitti. Bu hareketleri ile Hanbin'in fark etmesi imkansızdı.

"Gerçekten küçük bir çocuk gibi. Peki ne zaman bir şeyler hatırlayacağı belli miymiş?" Hanbin elimde ki haritayı alıp incelerken sormuştu. Sıkıntılı bir şekilde nefesimi verdim. "Yani bana söylendiği gibi. Beklenmedik bir anda gelecek yüksek ihtimalle. O zamana kadar da burada kalması daha güvenli," Hanbin beklemediğim bir şekilde üstelemedi. Onu izlerken parmağıyla işaret ettiği yere baktım.

"Phu Do uçurumu diye bir yer varmış. Oraya gidelim mi?" Başını kaldırıp bana baktığında bakışlarımı ondan kaçırdım. "Niye seni uçurumdan aşağıya atmam için mi?" Esprime hiç aldırış etmeyip kolunu yine omzuma attı ve haritayı takip ederek yürümeye başladı.

Yaklaşık on dakika boyunca sessiz yürüdükten sonra kendime yenik düşüp sordum.

"Ailedekilerin haberi var mı?" Bizden alakasız konu açmak için sorulmuş bir soruydu. Hanbin başını iki yana salladı. "Seni bulduğumu ve yanına gittiğimi söyledim ama yeri söylemedim," başımı onaylayarak salladım. Bu iyiydi.

"Yıllar sonra kardeşinle bu halde karşılaşmak nasıldı?" Onun bunu merak ettiğini biliyordum. Nefesimi sesli bir şekilde çıkarken yanından geçtiğimiz ağaç dalından birkaç yaprak kopardım. Onları yırtarken cevap verdim.

"Sana dediğim gibi, sanki geçmişe dönmüşüm gibiydi. O geçmişte hatırladığım aynı Hoon ama karşısında bambaşka bir ben. Son derece garipti." Başını salladı. Elimde biriktirdiğim yaprakları alıp yere attı. "Senin suçun değildi," anlamayarak ona baktım.

"Geçmişte ne yaşadıysanız ikiniz de çocuktunuz. Travmalarının seni daha güçlü birisi yaptığına inanıyorsun ama güçlü olmaya değil, korunmaya ihtiyacın vardı."

Bir anda dolmaya başlayan gözlerim yüzünden kendimden nefret ederken onun görmemesini istediğim için hızla ilerlemeye başladım. Zaten haritadan gördüğüm kadarıyla düz ilerleyince uçurum karşımıza çıkacaktı. Arkamdan bana seslendiğini biliyordum ama duymazdan gelerek adımlarımı daha da hızlandırdım.

Bana sürekli bunu yapıyordu. Güzelce konuşuyor, beni etkiliyor ve tabularımı indirmemi sağlıyordu. Onun bir polis değil de bir psikolog olduğunu düşünüyordum çoğu zaman. Çünkü bana bu kadar iyi gelmesine dayanamıyordum. Bana kendim iyi olmalıydı, başkası değil ve ben bunu beceremiyordum.

Her defasında her şeyden kendimi sorumlu tutuyordum. Hoon ile yüzleşince gerçekler yüzüme bir kez daha çarpmıştı. Ve acıtıyordu. Kağıt kesiği gibiydi. Beklenmedik bir anda oluyor ve nasıl acıttığını anlamıyordunuz.

Uçuruma geldiğimi fark ettiğimde duraksayıp yan yana duran iki koca kayadan birisine oturdum. Nefes nefese kalmıştım. Görüş hizamda beliren matara ile elin sahibine baktım. Bir şey demeyip suyu alıp içtim. Ona geri uzattığımda o da diğer kayaya oturmuştu.

"Neyden kaçıyorsun, Hao? Gerçeklerden mi?" Ona cevap vermedim. Çünkü eğer konuşursam ağır konuşacaktım. Ona karşı içimde birikenler fazlaydı. Zaten kendisini zor kontrol eden birisiydim, üzerime gelmemeliydi.

"Onlardan kaçmak yerine yüzleşmek sana daha iyi gelecek."

Elimi sinirle saçlarımdan geçirdim. Histerik bir şekilde gülüp ona baktım. Sesimin yüksek çıkması umurumda değildi. Bu uçurumun başında bizden başkası yoktu.

"Bana diyene bak." Sinirden yerimde duramadığımı fark ettiğimde ayağa kalktım. "Sen niye buradasın, Hanbin? Söylesene, niye? Ben senden kaçtıkça sen niye beni bırakmıyorsun!?" Sesim fazla yüksek çıkıyordu. Resmen bağırıyordum. "Sakin ol, Hao." Göz devirdim.

"Sakin olunması gereken bir zaman değil, tamam mı? Beni sen bu hale getirdin! Ben senin için her şeyi göze aldım, Hanbin. Her şeyi! Gururumu ayaklar altına dizdim. Niye? Senin için." Kendi kendime güldüm. Şimdi düşününce yaptıklarım o kadar saçma geliyordu ki... "Hadi ben kendimi anlıyorum da sen niye bana başından beri böyle ilgilisin, onu anlamıyorum. En başa dönelim. İlk tanıştığımız güne. Beni neden öptün? Madem benim o kadar savunmasız ve ilgiye aç birisi olduğumu biliyordun. Normal bir şekilde de bana yaklaşabilirdin, değil mi? Ama sen niye öpmeyi tercih ettin, söyler misin? Ki benim kardeşinin katilini olduğumu düşünüyorsan, ha? Senden uzaklaştım ve uzun uzun düşündüm. Lakin buna bir cevap bulamadım, Hanbin. Bana artık cevap vermek zorundasın!"

İçimdeki tüm zehri akıttığımı hissedince rahatlamıştım. Fakat beni yine cevapsız bırakırsa onu bu uçurumdan aşağıya atardım.

"Baban yüzünden!"

Onun da bir anda yükselmesini beklemiyorken nutkum tutulmuş ona bakıyordum. Babam? Karşıma dikilip eliyle ağzımı tutup gözlerimin içine baktı. Tutuşu canımı acıtıyordu.

"Bu lanet olası oyuna başlamadan önce babanın adamı olmam gerektiğini biliyordum. Sence beni nasıl bu kadar çabuk kabullenip güvendi? Hiç mi anlamadın? O kadar safsın ki gerçekten sana fare dememi her defasında haklı çıkarıyorsun," dolan gözlerim yüzünden karşısında zor duruyordum. Bacaklarım beni taşımıyor gibiydi. "Senin ne kadar savunmasız birisi olduğunu anlatmıştı. Bu yüzden ilk hareket senin için etkileyici olmalıydı. Basit bir sarılma ya da o gün seni sadece kurtarmam hiçbir şeyi değiştirmezdi. Ama ilk görüşte öpüşme? Bu senin peyniri kapman için yeterliydi."

Elimle çenemdeki elini ittirip ona tokat attım. Darbeden dolayı kızaran yanağını tutup ruh hastası gibi gülmeye başladı.

"Eğer bir Tanrı varsa senin belanı versin, tamam mı?" Titreyen nefesimi kontrol altına alıp devam ettim. "Her şey mi babam yüzündendi, ha? Ben kendimi her kötü hissettiğim de neredeyse bayılacak gibi olduğumda kendi evine götürmen de mı babam yüzündendi?" Bilişsel yetilerimi kaybetmek üzereydim. Bana böyle davranamazdı. Ona inanmıyordum. Yaşadığımız şeyleri sadece ben hissediyorum ya da istiyorum diye yaşamamıştık.

"Kötü durumda olan birisine yardım edersin, değil mi?" Verdiği cevap ile kriz geçirebilirdim ama şimdi değildi. Onu alaya alıp güldüm. "Öyle mi? Hadi ilkini anladım peki diğerleri? Babam yüzünden mi bana tatlı tatlı bakıp benimle öpüşüyordun, Hanbin!?" Gözlerinin içine bakıyordum. Fakat o bu sözümden sonra gözlerini gözlerimden çekti. Dudaklarım öfkemden ötürü titriyordu.

"Bana şans vereceğini söyleyip başka birilerinin kucağında olmasına izin veremezsin, anladın mı? Ben seni düşüncelerim de bile aldatmadım be! Sen bana neyin yalanını söylüyorsun?" Sinirden titrediğimi fark ettiğimde derin bir nefes alıp kendime birkaç saniye verdim. Olmuyorsa zorlamamak lazımdı. Onun için kendimi daha fazla halden hale sokamazdım. Yeterince rezil olmuştum.

"Hayatımda gördüğüm en korkak adamsın. Hislerini bile kabullenemeyen birisin. Cesaretin olmadan nesin ki?" Başımı iki yana salladım. Arkamı dönüp gidecekken sorduğu soru yüzünden duraksadım.

"Seni seviyorum demem neye yeter ki?" O kadar güçsüz bir halde sormuştu ki... sanki tüm dünya onun hislerine karşıymış gibi. Onu anlıyordum ama benim de bir sabrım vardı ve bugün sabır taşı çatlamıştı. Beni kardeşinin katilinin yüzüyle aynı olmamdan ötürü sevmedi, anlarım. Benim huylarımı beğenmiyor diye sevmedi, anlarım ama ben sırf o adamın kızıyım diye bundan kaçıyorsa hiç kusura bakmasın bu onun cesaretsiz birisi olmaktan başka bir şey yapmazdı. Ve böyle birine daha fazla aşık olmak istemiyordum. Bugün ya bir şeyler yerine oturacaktı ya da her şey bitecekti.

"Beni sevsen yeter. Dayanmam için yaşamam için yeter." Ona yaklaşıp gözlerinin içine baktım. İkilemde olduğunu gözlerinden okunuyordu. Dudaklarımı ıslatıp kendi içimde ona son kez şans verdim. Şu an ona verilen son bir şans.

"Babam ve senin aranda seninle duracağım. Sana ortak olmaya devam edeceğim. Beni seviyor musun?" Gözleri gözlerimi buldu. Ve daha demin en az benim yüksek çıkan sesime benzer bir tonda söyledi.

"Seni seviyorum." Gözlerini kapatıp derin bir iç çekti. "O andan beri-" Gözlerini açıp benimkilerle buluşturdu. Uzun bir konuşma yapacakmış gibi ciğerine nefes depoladı. Dudaklarını ıslatıp yutkundu. Yarım kalan cümlesini devam ettirdi.

"Bana o yalnız kedi hikayesini anlattığından beri umutsuzca seni sevdim. Sen yakınımda değilken nefes alamıyorum. O yüzden geldim, Hao. Seni seviyorum. Kalbim senin kalbini istiyor."

Belki de hayatım boyunca alabileceğim en güzel aşk itirafını daha demin almıştım. Onun bunca zamandır içinde tuttuğu duyguları söylediği için o ne kadar rahatlamış hissediyorsa ben o kadar rahatlamıştım. Ona baktığım da gördüğüm kasvet solunumumu yavaşlatıyordu. Bilerek üstüne gitmiştim. Ama bir yandan da söylemezse gerçekten araya mesafe koyacaktım. Buna gerek kalmadığı için ona minnettardım.

"Ben de seni seviyorum, Hanbin. Hem de çok."

Elimi yanaklarına götürdüm. Uzun zamandır beklediğim bu an yüzünden ellerim titriyordu. Ellerini indirip belimde birleştirdi ve beni kendine doğru çekti.

Hem uzun zamandır dudaklarımızın hasreti ağır basmış hem de ilk defa duygu dolu bir şekilde öpüşeceğimiz için başım dönmeye başlamıştı.

Uçurumun üzerinde gezinen bulutlardan farksızdım.

AYYYY SELAMM TEKRARDAN!!
Duygu yoğunluğu bende de ağır bastı herhalde dayanamayıp bölüm yazdım ve şimdi kafam rahat bir şekilde uyuyabilirim. Charlatotte ve George aşk itirafı sahnesi karşınıza çıkmış mıdır, bilmem ama ben görür görmez bunu bir ficimde kullanmalıyım diye düşündüm ve aktif yazdığım tek fic şu an bu 😤  Normalde bu bölümü biraz daha uzatacaktım ama diğer bölüme saklayım dedimm✍️
Bence çok güzel olduuu 😍💗😚🤩🔥

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top