26 | beklenmeyen misafir

"Her şeyi hatırlıyorsun."

Yerimden kalkıp ondan birkaç adım uzaklaştım. Gözleri o kadar farklı bakıyordu ki daha deminki Hoon'dan eser yoktu. Sabahtan beri bana oyun yapıyordu. Ve ben de buna inanmıştım. Peki o insanlar? Onlarda mı yalan söylüyorlardı?

"Aynı zamanda bir oyuncu olduğumu çok çabuk unutmuşsun. Burada da oyunculuğa devam ediyorum, nasıl ama?" Alay ederek gülerken bile gözlerinde hiçbir duygunun kırıntısı yoktu. Bambaşka birisi karşımda duruyordu. Sanki tüm duyguları bir şırıngayla çekilmiş gibiydi. Ne olmuştu ona böyle? Durgun Hoon'a alışmıştım ama duygusuz Hoon onun ölmesiyle eş değer gibiydi.

"Neden? Niye böyle bir oyun sürdürüyorsun?" Anlayamıyordum. Burada rahat bir hayatı vardı madem niye rol yapıyordu ki? "Çünkü sen her şeyi mahvettin! Anlıyor musun? Senin yüzünden kaçtığım şeye tutunmak zorundayım, anladın mı?" Beni omzumdan sarstığında donmuş gibiydim. Benden nefret mi ediyordu? Edecekti, Hao. Ne bekliyordun? Boynuna sarılmasını mı? Onun hayatını çaldın bir de sevgi mi bekliyorsun?

İçimdeki vicdan azabı yine benliğime yeni düşmememi sağlayamadı. Gözlerimde biriken öfke ile onu ittim.

"Hiçbir şeyden haberin yok, tamam mı? Bir de karşıma geçmiş beni kovuyor musun?" Bu sefer ben alay ederek güldüm. Beni tanıyordu madem nasıl üste çıkacağımı şimdi görecekti. "Gidersem benimle geleceksin. Böyle susup kaçarak kendini kurtardığını mı sanıyorsun? Orada kaç kişi intikam arzusuyla yanıp tutuşuyor haberin var mı?" Hanbin, Gyuvin, Taerae... hepsi benden umut bekliyorlardı. Umutlarına kelepçe vurmadığım için hapishane ile özgürlük arasındaki ince çizgide beni bekliyorlardı. Her şeyin açığa kavuşmasını istiyorlardı. Ve her şeyin merkezinde olan Hoon mu kaçacaktı? Hayır, efendim böyle bir şeye katiyen izin veremezdim. Çünkü ben de çoktan bu işin içindeydim.

"En büyük darbeleri ben yedim. Kimsenin canı benim kadar yanmıyordur. O cilalanmış evlerin içinde içlerini kemiren tahta kuruları dolu. Benim her tarafım yara bere dolmuş zaten. Orada kim kimi yerse umurumda bile değil!" Tahmin edebiliyordum. Ne kadar ağır şeyler yaşadığını ama bu bir şeyleri değiştirmek için geç olduğu anlamına gelmezdi. Biraz sakinleştiğini fark ettiğimde bağırmayı bırakıp ona yaklaştım.

"O tahta kuruları evi kemirmeden önce bizim gidip o evi yakmamız gerek, Hoon. Bana güvenmek zorundasın," eğik olan başını kaldırıp gözlerimin içine baktı. İlk önce gözlerini çeken o olmuştu. Kulübenin köşesine gidip oturdu. Dizlerini kendine çekmiş, kollarını etrafına sarmıştı. Tıpkı küçükken küstüğünde yaptığı gibi. Yanına gidip oturdum. Şimdi ikimizde sakinleşmiş gibiydik.

"Benden ne istiyorsun?" Gözlerini uzağa dikmiş bakarken sordu. Tamemen ilgisiz ve yorgun olan ses tonu kendini belli ediyordu. "Herkes için intikam," başını iki yana sallayarak kendi kendine güldü. "Bunu nasıl yapacaksın?" Bunu ben de bilmiyordum ama ona yeterli bir cevap vermezsem onu asla tavlayamazdım.

"Tahta kuruları evin içindeyken onları yakacağım." İçimde beliren kin ile ben de uzağa baktım. Burnunu çekip sordu. Ağlamış olduğunu fark etmemiştim. "Nasıl?" O kadar inanmayarak sormuştu ki bunu, benim bile kendime olan güvenim kaybolacak gibiydi.

"Sana yaptığım ve yapacağım her şeyi anlatacağım. Kimlerle çalıştığımı, hedefimi... Fakat bana yardımcı olmazsam hiçbir şey yapamam. Çünkü ne kadar bilgi edinirsem edineyim, birinci kaynak her zaman daha doğru olandır."

***

Jiwoong ve Ten beraber köyü aramaya çıkmışlardı. Hava kararmasına rağmen dönmemeleri ikisini de tedirgin etmişti. Hao burayı bilmiyordu ve Hoon da bilgisizdi. Bunu biliyordu. O yüzden başlarına bir şey gelecek diye endişeden ölmek üzereydi. İçinden buraya keşke hiç gelmeseydik diye geçirmeden edemiyordu.

"Daha fazla ormanın derinine inemeyiz. Kurtlar ve yabani domuzlar etrafa çıkmaya başlar. Orman bekçilerine haber verelim, onlar ararlar. Biz elimizden geldiğince bakındık."

Ten, Jiwoong'u durdurup geri dönmeye ikna etmeye çalışıyordu. Jiwoong bir ileri bir geri baksa da başını sallayıp Ten'in peşine takıldı. Ten dediği gibi orman bekçilerine haber verdi. Jiwoong'u evlerine davet ettikten sonra karşılıklı oturmuşlardı.

"Bana Hoon'u yani Hoof'u anlatır mısın? Bu kadar süredir burada ne yapıyordu, nasıldı?" Ten iç çektikten sonra sandalyesine yaslanıp anlatmaya başladı.

"İlk buraya geldiğinde sanki çölden çıkmış da su bulmuş gibiydi. Başta yabancı birisi geldiği için hoş karşılanmadı. Fakat hiç bozuntuya vermiyordu. Çocuklara o kadar ilgili ders anlatırdı ki öğretmen olduğu bir çırpıda belli oluyordu. Sonra köydekilere de çok yardımcı oldu. Tarla işlerinde, ev işlerinde... resmen bizden birisi olmuştu. Doktora yardımcı olmak için şehre gittiğinde bir araba çarptı. O zamandan beri bir şey hatırlamıyor ve küçük bir çocuk gibi davranıyor. Doktor elbet bir gün hafızasının geleceğini söyledi. O yüzden annem en azından hafızası gelene kadar onu köy dışına göndermiyor. Ben yokken ona çok bağlanmış. Ben de onu öz kardeşim gibi seviyorum. Senin endişene bakılırsa asıl öz kardeşi sensin, değil mi?"

Jiwoong ilgiyle dinlerken sonda söylenen soru üzerine duraksadı. Bu kadar belli oluyor muydu?

"Merak etme, Hoof zekidir. Kaybolsa bile sığınacak bir yer bulmuştur. Sabaha kalmaz bulurlar ikisini de. Sen de yoldan geldin. Uyumak istersen sağdaki odada yatabilirsin, Hoof'un odası." Gülümseyerek Jiwoong'un omzuna dokunup içeriye girdi. Ten gittikten sonra Jiwoong da fazla kalmayıp kalktı ve dediği odaya gitti. İçeriye adımını attığı an tanıdık koku onu karşılamıştı.

Duvara asılmış olan el yapımı resimlere baktı. Kuşkusuz Hoon çizmiş olmalıydı. Yüzüne yayılan gülümsemeyle elini resimlerde gezdirdi. Onu görmesine gerek yoktu. Gerçekten oydu. Yaşıyordu. Bu ona yeterliydi. Bu yüzden eşyalarını toplayıp yola koyuldu. Orman bekçisinin yardımıyla şehre gitti ve uçak biletini alarak kasvetli evine geri döndü.

***

"Acısını çektiğim o kadar şey var ki, Hao. Bunca zamandır bunları içimde tutmak o kadar acı vericiydi ki. Onları unutmuş gibi davranmak gerçekten de unutmuş olmak demek değilmiş... Oysa gerçekten hafızamı kaybetmeyi o kadar isterdim ki," akan gözyaşını silmeden burnunu çekti. Onu böyle görmek kalbimi yaralıyordu. Bunca zamandır uzak kaldığım ikizim harabeden farksızdı.

"O aile çok tehlikeli, Hao. Hanbin'e çok güvendiğini görebiliyorum ama onlar her zaman bir adım öndedir. Bu her zaman öyleydi," umutsuz konuşuyordu. Çünkü onun içinde tek bir umut kırıntısı bırakmamışlardı.

"Biz de iki adım önde olacağız o zaman, Hoon. Yaptıkları onların yanında kalamaz. Sen böyle acı içindeyken onlar sefa süremez, anladın mı? Madem sen intikam alamıyorsun bırak senin yerine ben alayım. Sen tama dersen bugünden itibaren onlardan iki adım önde olacağız," korktuğunu gözlerinden görebiliyordum. Fakat ona buna inandırsam yeterliydi.

"Sana söyledim, beni fuhuşa zorladıklarını, paralarıma el koyduklarını, beni tehdit ettiklerini... her şeyi anlattım. Çok korkunçtu. İnsanın babası onu unursamıyorken başkaları ona ne katabilirdi ki? Eğer olur da bir gün patlak verirsen ve beni bulurlarsa diye bu hafızasını kaybetmiş çocuk rolünü yapıyordum. Ve bu ihtimale karşı hala bunu sürdürmek istiyorum. Sadece bunu sen bileceksin, tamam mı? Ancak o şekilde sana yardımcı olurum. Ben bir daha onlarla aynı şeyleri yaşayamam."

İç çekip ona sarıldım. Onu bu çöküntüden kurtaracaktım. Bunun için her şeyi yapardım. Şu an bile öğrendiklerim çok önemliydi.

"En azından seninle üç gün geçirmeme izin ver. Sonra gideceğim. Defile var. Fakat seni ne zaman ararsam ya da mesaj atarsam haberin olması lazım. O yüzden en azından günde bir kere o telefon çeken yerlere git. Habersiz hiçbir şey yapamam." Başını salladı. Kollarını o da bana sardı. Biraz sarıldıktan sonra geri çekildi.

"Bana söz ver. Kendini tehlikeye atmayacaksın. En azından benim yaşadıklarımı sen yaşamamalısın."

Başımı salladım ve onunla beraber artık ben de ağlıyordum.

"Söz."

***

"Hoof! Burada mısın? Beni duyuyorsan ses ver!"

Yüksek sesle beraber ikimiz aynı anda uyandığımızda gözlerimi ovuşturdum.

"Bizi bulmuş olmalılar. Ben çıkayım da anlamasınlar." Başımı salladım. O kapıya çıkarken ben de ayağa kalkıp gerindim. O kadar derin sohbet etmiştik ki kaçta uyuduğumuzu hatırlamıyordum. Uyuyakalmıştık.

Hoon'un yaşadığı her şeyi onun ağzından öğrenmek bana ağır gelmişti ama onun için güçlü durmalıydım. Onu en iyi ben anlardım. Çünkü onun hayatını yaşamaya başladığımdan beri içimdeki rahatsızlık hissi bir anlam kazanmıştı. Her seferinde o kadar da ileriye gitmiş olamazlar dediğim her şeyi bir bir Hoon kendi ağzıyla anlatmıştı. Bu aile o kadar korkunçlardı ki onların sonu benim elimden olacaktı.

Hoon'a söz vermiştim. Onu deşifre etmeyecek ve kendime de aynı şeyi yaşatmayacaktım. Aksi takdirde her şey bozulurdu.

"Aferin, akıllı bıdık. İyi ki buraya gelmeyi akıl etmişsin. Yoksa misafirin ile kötü bir gün geçirebilirdiniz."

Geldiğim gün yardımcı olan orman bekçisi beni görünce selam verip Hoon'un saçlarını karıştırdı. Ona küçük bir çocuk gibi davranıyorlardı. Bozuntuya vermedim.

"Bizi bulduğunuz için teşekkürler. Ben Hao, Hoon'un ikiziyim." Adamın başından beri şaşkın bakan bakışlarına karşılık açıklama yaptığımda anladığını gösterircesine başını salladı. "Tanıştığıma memnun oldum." Adam bana garip baksa da onu umursamıyordum. Hoon ileride biz yan yana yürürken beklediğim soru gelmişti.

"Yanlış anlamayın ama bunca zamandır neredeydiniz?" Dün gece Hoon ile oluşturduğumuz yalanı söyleyerek oyunumuzu başlatmıştım. "Evde hasta bir annem var ve Hoon da babasıyla kalıyordu. Çok sıkı bağlarımız yok anlayacağınız üzere. Ben de annemi bırakıp gelemiyordum. Fakat vefat edince onu görmeye geldim. Annemi görmeye gelmediği için dargındım ama kaza geçirdiğini öğrenince en azından ben ona aynısını yapmamalıyım, diye düşündüm." Yüzüme yerleştirdiğim sahte gülümseme ile ilerlemeye devam ederken adam başını salladı.

"Anladım. Aslında çok iyi biridir, Hoof. Annesine ziyarete gelmemesine şaşırdım," bu adam da bayağı sorguluyor diye düşünsem de göz devirmemeye çalışarak cevap verdim. "Annem de o büyüdüğü zaman boyunca onu görmemişti. Bir nevi ödeşmiş oluyorlar. Artık her şey geçmişte kaldı. Zaten ben de birkaç güne döneceğim." Adam rahatsız olduğumu fark edince daha fazla irdelemeyip konuyu kapattı. Sonunda tanıdık bir yerlerden geçmeye başlayınca rahatlamıştım.

Hoon önde oynaya oynaya giderken onun oyunculuğu karşısında şaşırıyordum. Uzun zamandır bu rolü yaptığından gerek hiç sırıtmıyordu.

"Ah, söylemeyi unuttum. Sizin bir misafiriniz var. Köy meydanında bekliyor. Dün geldiğiniz beyefendi de gitti. Bize bir şey söylemedi ama," başımı onaylayarak salladım. Misafir mi? Hoon bunu duyduğunda omzunun üstünden bana bakmıştı. Çaktırmamaya çalışıyordu ama aileden birisiyse eğer diye içini kemirdiğini biliyordum. Çünkü beni de korkmaya başlamıştım.

Köy meydanına geldiğimizde sırt çantası ile dikkatimi çeken tanıdık bedene baktım. Bu Hanbin'di. Burada ne işi vardı?

Bekçi gittikten sonra Hoon da geride kalmayı tercih etti. Bizi arkadan izleyeceğini söylemişti. Hanbin'in karşısına dikildiğimde güneş gözlüğünü çıkarıp gözlerini benimkilerle birleştirdi.

"Selam, güzelim. Beni özledin mi?" Olabildiğim kadar şok olup ona bakıyordum. O ise sırıtıyordu. İlk gün tanıştığımız zamanlarda ki gibi bir enerjisi vardı. Güler yüz, canlı ses tonu ve parıltılı bakışları... bunu neye borçluydum?

"Burada ne işin var, Hanbin?" Ona ayak uyduramayacaktım. Çünkü burada olmasını beklemiyordum. Zaten üç gün kalıp dönecektim. Niye gelmişti ki? Hoon her şeyi hatırladığının bilinmesini istemiyordu.

"Görünüşe göre prens seni yarı yolda bırakmış. Neyse ki benim gibi bir ortağa sahipsin. Nasıl gidiyor köy macerası?" Onun bu tavırlarına şaşırmayı sonraya bırakıp kollarımı göğsümde birleştirerek ona ters ters bakmaya başladım. Ondan uzaklaşmak bana iyi gelebilirdi. Burada olması her şeyi mahvediyordu.

"Bak, niye geldin bilmiyorum ama 'köy macerası' için sana ihtiyacım yok. Eğer Hoon'u görmek için geldiysen de gör ve git, lütfen." Ona ilk kez böyle karşı çıktığıma şaşırsa da kolunu omzuma atıp etrafa bakmaya başladı.

"Sanırım bilmemem gereken bir şeyler var, ha? Peki öyle olsun ama şunu bil ki, gitmiyorum. Beraber döneceğiz ve sen de bana niye bozuk olduğunu anlatacaksın."

Ayyy istediğim vibei veremedim gibi hissettim bu iki bölümde de ama olsundu umarım özlem giderecek heyecanlı bölümler olmuştur.

Öpüldünüz çokça bbayy 😚💗😍

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top