23 | kart

Nereye gideceğimi bilmiyordum ama bir an önce buradan uzaklaşmak istiyordum. Taerae'nin evine geldiğimden beri kafamda olan şapkayı taksiye bindiğimde çıkardım. Her şey yetmiyormuş gibi bir de görünmez olmaya çalışmak daha da zordu. Her zaman taktığım şapka ve maske ikilisi artık hayati değer taşıyordu. Yorulmuştum. Fakat neye bu kadar dayandığımı da bilmiyordum. Her şeyin sonunda gerçekten güzel bir son beni bekliyor muydu?

Ya boşa kürek çekiyorsam? Hoon gerçekten de beklediğim gibi birisi çıkmazsa bununla yüzleşmeye hazır mıydım?

Adres için uzun süre bekleyen şoföre Jiwoong'un evinin adresini verdikten sonra kafamı koltuğa yaslayıp yolu seyretmeye başladım. Yolculuk boyunca ağlamamak için kendimi zor tutmuştum.

Neden Jiwoong'un evine de gittiğimi bilmiyordum ama şu an bana iyi geleceğini düşünüyordum. En azından diğerleri gibi sahte davranmıyordu. Benim baştan Hoon olmadığımı anlamış ve ilgilenmemek için tüm soğuk taraflarını göstermişti. Bir düşününce Hoon'u gerçekten tanıyan kişi ondan başkası olamaz gibi gelmişti. Bu yüzden sıradaki iş birliği teklifini kime yapacağım belli olmuştu.

Hanbin'den bir süre uzak kalmak istiyordum. Bunu da ancak yeni planlarım sayesinde başarabilirdim.

Adrese geldiğimiz de şapkayı geri takıp ücreti ödedikten sonra artık sormama gerek kalmayan odaya doğru ilerledim.

Kapıyı çaldığımda yüreğimi bir el sıkıyormuş gibi hissetmekten kendimi alıkoyamıyordum. İkisini yatakta gördüğüm görüntü gözlerimin önünden gitmiyordu.

Jiwoong kapıyı açtığında ise uzun zamandır tuttuğum gözyaşlarım kendini salıvermişti. Ağlarken burnumu çekiyor ve konuşmak için dilimi arıyordum. Kekeleyerek konuştuğumda ise beni sorgulamadan içeriye buyur etmişti.

"Bir kereliğine benim de abim olur musun?"

***

Woohyun uzun zamandır beklediği adamı nihayet karşısında gördüğünde aklını kaybetmek üzereydi. Onu en son Hoon denilen ünlü bozuntusu tarafından götürülmesine gururu fena bozulmuştu. Hanbin'in öyle birisiyle işi olmayacağını da biliyordu. Neden o herifle takıldığına anlam verememişti. Paraya mı ihtiyacı vardı?

"En iyi bildiğin şeyi yap; kafamı dağıt."

Başka bir şey demesine gerek yoktu. Woohyun onu elinden tuttuğu gibi odaya getirmesine yeterliydi o kelimeler. Hanbin kafasındakilerden kurtulmak istiyordu ama fazla içki icemedigi için ona başka bir yöntem lazımdı. Tıpkı bunun gibi.

Son zamanlarda Hao'ya karşı değişen hisleri, Hoon'un yıllardır zannettiği kardeşinin katili bambaşka birisi çıkmıştı. Bunu hazmedememişti, Hao'ya olan hisleri gibi. Karmakarışık hissediyordu.

"Seni ne bu hale getirdi?" Woohyun hasret kaldığı boyna öpücüklerini sıralarken Hanbin gözlerini tavana dikmiş bakıyordu. "Ben uzun zamandır bu haldeyim." Hanbin tavana bakarak konuştuğunda Woohyun duraksayıp Hanbin'in kucağında yerini aldıktan sonra ona baktı. Berbat görünüyordu.

"Ben gittiğimden beri seni daha da mahvettim, değil mi?" Yüzüne yerleştirdiği hüzünlü ifadeyle Hanbin'e baktığında, Hanbin gözlerini tavandan çekerek karşısındaki ilgi bekleyen eski takıldığı kişiye baktı. "Benim için sen neydin ki gittiğinde mahvolayım?" Woohyun tepkisiz kalarak karşısındaki acımasızca konuşan adama baktı. Onun için gerçekten bitmiş olmalıydı, ama umurunda değildi.

"Yapma ama Hanbin, eski günlerimiz gayet güzeldi." Hanbin eski konulara girmeye başladığını anlayınca oflayarak kucağındaki bedeni yatağın yan tarafına atıp kalktı. Daha fazla bu tarz sözler duymak istemiyordu. Kafa dağıtmak için gelmişti ama bu kez Woohyun değişmişti. Eskiden her geldiğinde sorgusuz sualsiz işlerini görüp ayrılırlardı. Bu hoşuna gitmemişti. Woohyun ise onu bir çırpıda atan adama karşı öfke dolu bakışlarını yöneltmişti.

Kapıya doğru ilerlemeye başladığında Woohyun yerinden kalkıp Hanbin'in bileğinden tutarak onu durdurdu.

"Özür dilerim. Sadece kafanı dağıtmak için bile olsa yeter ki gel," Hanbin geçiştirmek için başını sallayıp kolunu kurtardı. Başta buraya gelmek hataydı diye düşünüyordu.

Bardan dışarıya çıktığında yüzüne vuran serin havayla bir sigara yaktı. Sonrasında ise ağır adımlarla eve geri dönüp motorunu aldıktan sonra evine doğru yol aldı.

***

Burnumu sürekli çekip durmaktan ben de memnun değildim ama karşımda kaşlarını çatmış beni süzen gözler de bana hiç yardımcı olmuyordu. Tamam, çok bir şey beklemiyordum ama en azından teselli edemez miydi?

"Zor bir gün geçiriyorum ve nereye gideceğimi bilemedim," yarım saatin ardından açıklama yaptığında sesli bir şekilde nefes alıp koltuğa iyice yaslandı. Omurgamdan aşağısına kadar tüylerim diken diken olmuştu. Hanbin ve Woohyun'u o şekilde görmek bana hiç iyi gelmemişti. Ben onu kaybetme korkusundan endişelenmiyordum, ben onda kendimi kaybedeceğim diye endişeleniyordum. Normalde bu kadar tepki vermeyeceğimi sandığım olayları dizide izlerken rahat geliyordu ama şimdi berbat hissediyordum.

Kafamda türlü türlü düşünceler dönüp duruyordu ama dönüp dolaşıp tek bir soruya geliyordu.

Hanbin hala ona karşı bir şeyler mi hissediyordu?

"Seni bu hale getiren ne?" Ne zaman getirdiğini fark etmediğim biraları masaya koyarken burnumu tekrardan çektim. Benimle içecek miydi? Sarhoş halim aklıma geldiğinde bu düşünceyi reddetmek için bira yerine getirdiği suyu içmiştim.

"Galiba Hanbin beni aldatıyor," değerli aile bireyleri bizi sevgili zannettiği için böyle söylemek daha garip gelmişti. "Ben de bir şey oldu sandım," başını iki yana sallayıp birasını yudumlarken hiç oralı olmadı. Ona ters bakıp sorumu yönelttim.

"Değersiz bir şey mi bu?" Bana anlamsız bakışlar göndererek omuz silkti. "Seni sevmiyorsa sen niye onun için üzüleceksin ki? Yerine başkasını alırsın ama ona da kalbini kaptırma," sonda alaya alarak konuştuğunda gözyaşlarımı silip ona gözlerimi büyüterek baktım.

"Merak ediyorum da Hoon bu halde olsa acaba ona da mı böyle davranırdın?" Beklemediği belli olduğu soruma karşı sesli bir şekilde yutkundu. Berbat gözüküyor olmalıydım ki kızmak yerine daha yumuşak davranıyordu.

"Hoon'un böyle bir şeye ağlayacak kadar rahat bir hayatı yoktu." Ben gözlerimi çekene kadar gözlerimiz bir süre kesişti. Artık gerçeği gizlemeden konuşuyorduk. Bu yüzden gidişatı değiştirmek için hamle yaptım.

"Hoon'un nasıl bir hayatı vardı?"

Bir süre cevap vermedi daha sonra ayağa kalkıp büyük camın karşısına geçti. Sorumdan kaçıyordu. Fakat benim ne kadar inatçı olabileceğimi bilmiyordu. Kalkıp yanına gittim.

"Senin eline bir koz vermeden ya da aynı tarafta olmamızı sağlamadan bana hiçbir şey anlatmayacaksın, değil mi?" Bana doğru dönmeden konuştu. "Bunu anlaman bu kadar sürdüyse çok da zeki olmamalısın, ha?" Beni bu kadar alaya almasına artık sinirim bozulmaya başlamıştı. Madem böyle oynamak istiyordu. Ben en acımasız hale getirirdim, sorun değildi.

"Sana aklının eremeyeceği bilgiler vereceğim ve sen de karşılığında bana her şeyi anlatacaksın. Bu savaşta kazanmak istiyorsam en güçlüsü olmak dışında başka çarem yok."

***

Woohyun odada tek bırakılmasının ardından tırnaklarını kemirmeye devam ediyorken daha fazla yerinde duramayıp telefonunu çıkardı ve Seobin'i aradı.

Hanbin'in bu triplere girmesinin nedeni Hoon denilen heriften başkası olamazdı. Onun hakkında hiçbir bilgiye sahip değildi, internette yazılanlar da yeterli değildi. Bu yüzden Hoon'un eski grup arkadaşı olan Seobin'e başvurmaya karar vermişti. Seobin ile önceden tanışıyorlardı. Seobin, idol olmadan önce barlarda gelen geçenle yatan birisinden başka bir şey değilken bir an da idol olsa dahi ilişkileri tam gaz devam etmişti. Sadece eskisi kadar sık görüşmüyorlardı.

"Hoon ile eskiden çok yakın olmalısınız. Sence onu nasıl Hanbin'den uzak tutarım?" Selamlaşmadan sonra direkt konuya girmesine Seobin şaşırmadan rahatça cevap verdi.

"Eskiden yakın olduğumuzu nereden çıkardın? Medyada öyle görünüyor olabilir ama grup dağıldıktan sonra hiç görüşmedik. Geçenlerde üzücü durumda olduğu için sürpriz hazırlamak istedik, diğer üyelerle birlikte. Fakat şirket reddetti. Sanırım bir şey hatırlamadığı için geçmişten kimse ile muhatap olmasına gerek yok, diye düşünüyorlar."

Seobin ağzındaki sigarayı dişleriyle tutmaya çalışırken bir yandan da telefonla konuşmaya çalışıyordu. Bardan çıkmıştı ama kafasını hala dağıtamadığını düşünüyordu.

"Bu ne biçim sektör be? Peki düşmanı filan da mı yok?" Woohyun kıpır kıpır sormaya devam ederken arkadaşının yararlı olmayan bilgileri hevesini kırıyordu. "Dostum, Hoon zararsızın tekidir. Yeteneği bile ahım şahım değil ama bir şekilde idol olarak da kendini sevdirmeyi başarmış. O yüzden Hanbin'in gönlünü çalmasına şaşırmadım ama senin için kötü olmuş." Woohyun duydukları ile daha da sinirlenirken içinde ki öfkeyi sabit tutmaya çalışıyordu.

"O zaman bu saatten sonra düşmanı olduğumu bil ve ne olursa işe yarar, anlıyor musun?" Değişen ses tonundaki iddialı haline karşı Seobin bir an duraksasa da kabul edip telefonu kapattı. 

Fakat Hoon hakkında ne olursa olsun bilgilendirmesi gereken başka birisi daha vardı; Jiwoong.

O yüzden içi sıkıla sıkıla erkeğim yazılı numarayı tuşladı.

Jiwoong ile Woohyun'dan da önce tanışıyorlardı. Barda yatıp kalkıyorken bir gün Jiwoong ile tanışmış ve onun sayesinde o şirkette idol olabilmişti. Bu yüzden ona minnettardı. Karşılığında ise, Hoon ile grup arkadaşları olduktan bu yana hakkında ne olursa Jiwoong'a haber veriyordu. Öz kardeş değillerdi bu yüzden bazen kıskanıyor, söylemek bile istemiyordu ama Jiwoong'un gerçekten abi edasıyla yaklaştığını görünce içi soğuyordu. Jiwoong belli etmese de kendisine olan ilgisini biliyordu. O yüzden onun çok üstüne gitmiyordu. Aksine iyi davranmaya özen gösterip bir gün sevgili olacakları günü iple çekiyordu.

Telefon ikinci çalışta açtığında karşısında ki sesin sahibini ne kadar özlediğini fark edip cilveyle konuştu.

"Alo? Erkeğim ile mi görüşüyorum?" Başta cilveyle konuşup sonunda sekretermişcesine konuştuğunda keyfi yerindeydi. "Bir şey mi oldu, Seobin?" Her zamanki ses tonuyla cevap veren adamı umursamadan oyununa devam etti. "Hoon Bey hakkında yeni şeyler oldu da, onun için aramıştım." Güleç tonunu bozmamaya devam ederken ağzındaki sigaradan keyifle bir duman daha çekti.

"Hoon mu?" Arkadan gelen sesle kaşlarını çattı. Yanında birisi mi vardı? Jiwoong'un kendisi dışında birisiyle özel olarak görüşmediğini düşünüyordu bu zamana kadar o erkek sesi de neydi?

"Evet, dinliyorum?" Kararsız kalarak bir süre sigarasıyla oyalansa da son fıtını çekip sigarayı ayağının altında ezerken konuştu.

"Çok da önemli değilmiş aslında ya neyse. İyi geceler."

Bozulduğu her zerresine kadar belli olan çocuk hıncını sigaradan çıkarmak istercesine kül olana dek ezip durdu. Nasıl yanında bir başkası olabilirdi? Bunca zamandır kendisi dışında başka birisiyle olmak istemediğini söyleyen adam kendine yeni birisini mi bulmuştu?  İçinde biriken intikam duygusuna hakim olamıyordu. Bu yüzden Woohyun hakkında bilgilendirmekten de vazgeçmişti.

İşte o zaman kendine bir söz verdi: "Benimle sevgili olana kadar bundan sonra tek bir bilgi dahi yok. Hatta benim dışında başka birisi varsa tüm bildiğim şeyleri Woohyun'a anlatacağım."

***

Jiwoong telefonuna bir süre öylece baktıktan sonra telefonu cebine koyup meraklı gözlere baktı.

"Hoon için her yerden bilgi alabilecek kadar yetenekli birisi var. Anlaşılan bir şeyler dönüyor da ben sonra icabına bakacağım. Şimdi söyle bakalım, ne istiyorsun?" Söylediklerinin karmaşıklığına kafa yormayıp sadece başımı salladım. Bir an önce ittifak kurmalıydım ve bu ittifakı büyütmek için en yararlı kişiyi kendi tarafıma çekmeliydim.

"Babanın kim olduğunu hiç merak ettin mi?" Sorduğum soruyla aklı yerinden çıkmış gibi görünüyordu. İstediğim bakışları aldığımda daha demin ki ağlak halimden eser yoktu. "Bu ne alaka şimdi?" Sorumdan ne kadar rahatsız olduğunu anlıyorken kabaran haline baktım. Bunu benden duymasını istemezdim ama şu an başka çarem yoktu.

"Büyük ihtimalle annen sana babanın kendisine tecavüz ettiğini söyledi. Sen de bu yaşına kadar ondan nefret ederek büyüdün ve beni bile araştırdığın halde onu bir kere bile araştırmadın?" Tek kaşımı sorgulayan bir şekilde kaldırıp ona baktığımda yumruk yaptığı eline baktım. Tahminim doğruydu. Ensesini birkaç kez oynatıp gözlerini bana dikti.

"Ne demek istiyorsan açık bir şekilde söyle."

Sesinde ki ton, yine tüm soğukluğunu gözler önüne sererken başımı salladım.

"Geçen annenden hafızam için yardımcı olması adına dışarıya çıktık ve biraz konuştuk. Senin bildiğini kendisi bilmiyor çünkü asla sana söylememi istemedi ama ben senin gibi birisinin zaten bildiğini tahmin ediyordum," bu sefer arkasına yaslanan bendim. "Senin bildiğin hikayeyi dinledikten sonra annen ve dayının konuştuğunu duydum. Neler konuştuklarını duymak ister misin?" Dudaklarımda beliren itici gülümsemeyi her ne kadar tahmin etsem de bunu ortaya çıkarmaktan asla zevk almıyordum. Her zamanki gibi Hanbin'e dinletmek için ses kaydına aldığım ses dosyasını bu kez açıp masaya Jiwoong için koydum.

Sesleri buğulu gelse de ne demek istedikleri anlaşılıyordu. Her saniyede değişen yüz ifadesi ve kızaran yanakları ile onu nasıl bir duruma soktuğumu görmek beni de üzüyordu ama başka çarem kalmamıştı. İğrenç olan ben değil, onlardı. O zaman neden benim pişman olmam gerekiyordu?

Ses kaydı bittiğinde elini saçlarından geçirip gerginliği her halinden belli olan bir şekilde yerinde oturmaya devam etti ama sinirinden ötürü sallanan bacakları benim de gerilmeme neden oluyordu.

"Benden duymanı istemezdim ama kartları açık oynuyoruz."

Dilini dudaklarında gezdirip bana bir süre cevap vermedi.

"Hoon küçüklüğünden beri sessiz birisiydi. Onunla ilk tanıştığımız da onun ne kadar korunulmaya ihtiyacı olduğunu ilk bakışta anlamıştım. Fakat o şirkete sokulduktan, benim ise şirketten kaçtığım günlerden sonra beraber vakit geçirmek zordu. Yine yakındık tabii ama sürekli görüşememek araya sırlar da katıyordu. Bir keresinde onu intihar edecekken durdurdum ve o günden beri gözümü ondan ayırmadım. Ondan sonra zaten bir plan yapmıştı," bir yere odaklanarak konuşuyordu. Eski günlere gittiğini oradan anlamıştım.

"Grup dağıldıktan sonra en azından hayranlarına bir beklenti karşılama durumu olmayacağını ve o zaman çıkacağı tatilden sonra bir daha dönmeyeceğini söylemişti. Ben de ona uçak bileti aldım, Paris'e. Fakat öğrendim ki asla o uçağa binmemişti. Peşini bırakmadım, araştırdım. Kendine sahte bir kimlik çıkarmış ve nereye gittiğini ben de bilmiyorum. Neler yaşadığını da bilmiyorum ama hiçbir zaman o şirkette, bu ailede mutlu olmadığını biliyorum. Onu intihar edecekken gördükten sonra sorgulama gereği de duymadım. Yeter ki mutlu olsun, ne istiyorsa yapsın, diye düşündüm. Sonunda ona hiç ulaşamayacak da olsam."

Söyledikleri oldukça yararlı bilgilerdi. Bu demek oluyordu ki Hoon gerçekten ölmemiş olabilirdi. Başından beri buna inandığım için kendime olan güvenim de yerine gelmişti. Yaslandığım koltuktan doğrulup bir bardak birayı elimde çevirirken konuştum.

"Bu aileyi tahmin etmek artık hiç zor değil. Sizden birisi olmayacağım asla," bu söylediklerime karşı anlamadığım şekilde gülerek karşılık verdi. "O eve adımını atmayı kabul etmen bu aileden olduğunu gösteren ilk şeydi," yüzüme vurduğu gerçeklik içten içe beni rahatsız etse de dışarıdan kayıtsız görünmek için elimden geleni yapıyordum.

"Hoon'u nasıl bulabiliriz?" Konuyu değiştirip asıl şeye değindiğim de o da bunu bilmiyor gibi görünüyordu. "Bilsem çoktan bulmuştum." Beklediğim cevabı almamla şaşırmayıp ofladım.

"Küçük bir ipucu da mı yok? Ne bileyim ilham aldığı bir dizi ya da kitap? Çok basit şeyler bunlar," Jiwoong bir süre düşünür gibi yapsa da yanıt vermeyince biradan bir yudum aldım. Durum git gide can sıkıcı olmaya başlıyordu. Ona ulaşmamızı imkansız hale getiren her şey canımı çok fazla sıkıyordu. Hissediyordum işte. O yaşıyordu. İkiz içgüdüsü mü bilmiyorum ama onun öldüğüne inanmıyordum. Bu sadece babam tarafından bana sunulmuş bir komploydu.

"Odasına girebilir miyim? Belki bir şey bulurum," geçen sefer bu konudan ötürü azarlanmam hala gözlerimin önünden gitmiyordu. Bu yüzden tereddütte kalarak sormuştum. Kısa bir baş sallamasıyla karşılık verdiğinde yerimden kalkıp odaya gittim.

İçeriye girerken düğümlenen boğazım bana hiç yardımcı olmazken rafta ki kitapların arasında gezinmeye başladım. Hoon'u bildim bileli kitap okumayı severdi. Eğer onu gerçekten tanıyan birisiyseniz en azından bunu sevmeniz gerekiyordu. Yazılı olmayan bir kuraldı. Tatil günlüğü yazılı bir defter bulduğumda açıp sayfalarında gezinmeye başladım. Karşıma çıkan küçük bir kağıt ile kaşlarımı çatmış inceliyorken içeriye Jiwoong girmişti.

"Bir şey bulabildin mi?" Umutsuzluğu yüzünden net bir şekilde okunuyorken cevap vermeyerek elimde ki tanıtım kartını incelemeye başladım. Üstünde ki yazı bilmediğim bir dildi. Bu yüzden burun kıvırıp Jiwoong'a gösterdim. Yanıma oturup kağıda baktı.

"Tayca bu," gözlerimi devirmemek için kendimi zor tutuyorken başımı salladım. Bunu bizde biliyoruz herhalde ama ne yazıyor? "Wongratch Vakfı mı?" Gözlerini kısarak incelemeye başladığında hayretle ona baktım. Tayca biliyor muydu? Vay canına. Büyük ihtimalle Hoon da biliyor olmalıydı. Buna rağmen karşıma zorluk çıkmamasına içten içe sevinç dansları yapıyordum. Tayca konuşmam gereken bir davet ya da başka bir şey olsa yine hafıza kaybım yüzünden yırtabilecek miydim? Bu çok şüpheli olurdu. Bence en azından birazcık konuşmak gerekiyor olmalıydım.

"Bana, Gyuvin'e ve Hoon'a küçük yaşlarda Çince ve İngilizce öğretildi. Ben Çince de Gyuvin de İngilizce de hep kötü oldu ama Hoon dil öğrenirken hiç zorluk yaşamazdı. Hatta lise zamanlarında da tayca öğrenmeye başladı. Ben de ondan öğrendiğim kadar biliyorum ama çok iyi sayılmam," başımı onaylayarak salladım. Küçük yaştan itibaren Çince'ye yatkınlığımız vardı. Benim ana dilimdi ama Hoon Kore'ye geldiğinde babam unutmaması için ders aldırmış olmalıydı. Fakat tayca beklenmedikti. Bir anda aklıma gelen şeyle refleks olarak elindeki kağıdı aldım. "İntihar etmeye kalkıştığı zaman ne zamandı?" Jiwoong ani sorumla neyin peşinde olduğumu çözmeye çalışıyordu. Bunu gözlerinden anlayabiliyordum.

"Lise üçüncü sınıf olması lazım," gözlerim irice açılırken kağıdı ona gösterdim. "Tam olarak yazılanları bana söyler misin?" Jiwoong kağıda tekrar alıcı gözle baktıktan sonra açıklamaya başladı.

"Vakıf sahibinin ismi ve yeri hakkında bilgi var. Bu da zaten telefon numarası. Sen ne yapacaksın bu vakfı?" Beni hala anlamıyor olmasına karşın içimdeki zeki tarafım hınzır bir şekilde sırıtıyordu ama henüz belli olmadığı için sevinmeye erkendi.

"Kore'de yeri var mıdır acaba?" Kendi kendime sorduğum soruyla duymuş olmalı ki cevap verdi. "Kore'de ve Tayland'da yeri varmış zaten. Bak bu adres buradaki yerlerinin adresi." Parmağıyla gösterdiği kısma baktım. Bir an içim sevinç ile dolarken Jiwoong'a sarıldım.

Oldukça şaşırmış gibi görünüyor olsa da umursamadan sarılmaya devam ettim. Farkında değildi ama çok yardımcı olmuştu. Hoon'a kavuşursa daha da iyi birisi olacağına inancım tamdı. Bu yüzden onu hiçbir zaman kötü birisi olarak göremiyordum. Hoon'dan sonra bana bulaşan bir his miydi, bilemiyorum ama ona koşulsuz güvenebilirmişim gibi geliyordu.

"Sanırım Hoon'u bulduk, hyung."

Herkese selamlar!
Bir bölümden sonra bana bir şey oldu ve artık tüm bölümler uzun olmaya başladı. Sanırım bu fic için başından beri böyle uzun bölümler yazmalıydım. İçimde bunun pişmanlığı var birazcık 🤏🏻🤏🏻 çünkü daha iyi anlatabilir ve + sahneler ekleyebilirdim 😓😭
Gyuvin ile araları zaten iyi olduğu için bu bölümler faso Jiwoong'a abandım fark ettiniz mi MEHWODKELDK ama gerekliydi.
Diğer bölüm benim uzun zamandır yazmak için can attığım bölümlerden birisi 🥺 öptüm sizi bye 💞💘

Sizce Hoon yaşıyor mu ya da sadece Hao yanılıyor mu?

Bunun için tahminlerinizi merak ediyorum 🦊😚

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top