20 | kurucu ve yönetici

Kahvaltıda yaşattığım gerilim ile Afrodit ağzının payını almıştı. Gyuvin de bana destek çıkıp eski anıları dinlemek istediğini söylediğinde bugün boş saatlerime bir buluşma ayarlamıştık. Bu kadın ile daha önce hiç başbaşa kalmamıştım. Şimdi ise yanımızda Gyuvin'in olması benim için çok büyük bir etkiydi. Öz oğlu yanındayken yalan söylemesi çok kolay olmayacaktı. Gyuvin, Jiwoong'u da çağırmak için arasa da telefonunu açmayınca bundan vazgeçmişti.

"Burası güzel görünüyor. Bir pastayla kutlamaya ne dersiniz?" Kadın önceki haline göre ekstra enerjik görünüyordu. Bizi lüks bir mekana getirmişti. Artık ünlülerin takıldığı yerleri bildiğim için burada hayran sıkıntısı çekeceğimizi zannetmiyordum. Zaten her ihtimale karşı Hanbin ve diğer iki kişi uzaktan da olsa bizi korumak için hazırdı. Herkesin özel bir koruması vardı. Anne rahat olmak amacıyla hem de dikkat çekmemek için onları geriden takip etmelerini söylemişti. Tekrardan test etme amacıyla arkama baktığımda onu görünce gülümsememi saklayamamıştım.

Önümüze koyulan pasta ve siyah çaylar ile çok tatlı görünsek de konuşacağımız şeyler için aynı şeyleri söyleyemeyecektim. Hafızama iyi geleceğini düşündüğünden siyah çay sipariş etmişti.

"Bileğinizde ki midye dövmesinin Afrodit'i temsil eden bir simge olduğunu biliyorum. Her zaman mitoloji ile bu kadar ilgili miydiniz?"

Nereden başlayacağımı bilemediğimden gelişi güzel başlamıştım. Zaten ne sorsam anlatacaktı. Babam başta beraber çıkmamamız için bir şeyler gevelese de Gyuvin ikna etmede etkili olmuştu.

"Evet. Stajyerlik zamanlarımda sürekli çok güzel olduğumdan dolayı övgü alırdım. Bir ara bahsettiğim de ise ceo bunun sahne ismim için iyi olacağını düşünmüştü. Daha sonra da öyle kaldı," kibar bir şekilde gülümsediğinde artık Afrodit ile bağlantısı olduğunu anladığıma göre diğer konulara geçmem gerekiyordu.

"İşi seviyor olmalısınız. Bıraktığınıza göre babamı çok sevmiş olmalısınız. Fakat Jiwoong'un babası? Yani sizin için sorun olmadı mı?" Gerginliğini çay bardağında boş gezinen ellerinden anlasam da onu izlemeye devam ettim. Gülen yüzü düşmüş düz bir hale gelmişti.

"Jiwoong'un babası bana tecavüz etmişti. İstediğim bir şey değildi yani ve hamile olduğumu öğrendiğim de kürtaj için geç kalmıştım."

Böyle bir şeyi bana söylememesini beklerdim ama Gyuvin'in de duymasını istediğine göre uzun zamandır içinde saklıyor olmalıydı. Ne düşüneceğimi bilemiyordum ama şimdi geri çekilmek büyük bir hata olurdu. Bu kadar derine inmişken bırakmak aptallıktı. Belki de o da bunu söyledikten sonra irdelemeyeceğimi düşünüyordu? Bilemezdim. Ters psikoloji?

"Anne, çok üzgünüm." Gyuvin gözleri dolarak annesine sarıldığında sessizce yutkundum. Annesi de ona sarılıp sırtını sıvazladı.

"Şşt, ağlama. Üstünden çok fazla zaman geçti. Hem Jiwoong benim için çok değerli. Bilmesini istemiyorum, tamam mı çocuklar?" Demek bunu sır olarak saklıyordu. Kadını onayladıktan sonra Gyuvin'e peçete uzatıp devam ettim. Böyle bir şeyin üzerinde daha fazla durmak istemedim.

"Yanlış anlamayın ama babamın neden annemi terk ettiğini merak ediyorum. Geçmişe dair anılarımda onlar var ve sonrası karmakarışık," ne demek istediğimi anlayınca başını sallayıp çayından bir yudum aldı ve anlatmaya başladı.

"Bunu benim söylemem ne kadar doğru olur, bilmiyorum ama madem merak ediyorsun bilmek hakkın. Baban asla bunu seninle paylaşmayacaktır," derin bir iç çekip devam etti. "Jiwoong'a hamile olduğumu öğrendikten sonra şirket benimle anlaşmasını feshetti. Çok çaresiz ve yalnız kalmıştım. Bu ayrılık sonrasında da gözler ben de olacaktı. Daha sonra baban karşıma çıktı. İş arıyordu. Çok perişan görünüyordu. Tanıştığımız da ona karşı hiçbir şey hissetmiyordum ve sizden de haberim yoktu. Yani baban ve annen hiç evlenmemişti, Hoon. Bir anlık hevesle olmuş bir şeyin cezasını çekiyor gibiydi. Anneni gördüğümde onun da farksız olduğunu anlamıştım. Sence niye Çin'de yaşıyordunuz?" Başını iki yana sallayıp devam etti. Gyuvin ile pür dikkat dinliyorduk.

"Annenin hamile olduğunu öğrenince ailesi bu işin peşini bırakmamış. Ve babanı öldürüp doğan çocukları da satacaklarmış. Baban da son çare annen ile Çin'e kaçmışlar. Orada yaşama tutunsalar da burada tehlike onları bekliyormuş. Baban iş bulmak amacıyla Kore'ye döndüğünde tanıştık işte biz de. Ben de işlerimi yerine koymak istiyordum. Yapacak gücüm vardı ama hamile halimle buna cesaretim yoktu. Hem bebek doğduktan sonra zorlu bir süreç beni bekliyordu. Babanla anlaşma yaptık."

Söyledikleri kanımı dondururken dilimi kaybetmiş gibiydim. Çayından bir yudum daha alıp kuruyan boğazını ıslattı.

"Kardeşim yani dayınız bu süreçte yanımda oldu. O yüzden bu kadar ailemize yakın. Ben paramı ona devrettim ve baban da birikmiş parasıyla katıldı. Daha sonra kardeşimin arkadaşlarından birisi de yani ceo da katılmak istediğini söyledi ve yüksek bir meblağ koydu. Bu şekilde şu an ki şirket kuruldu. Sosyal medya da benim sektörü bırakmamı kendi şirketimi kurmak için olduğuna yordu. Bu şekilde herkes payını aldı. Şu an şirket çok daha iyi yerlerde ve bunu bir nevi bize borçlular," en sonda söylediği şeyle güldüğünde komik olmasa da esprisine kibarlık olsun diye gülümseyerek karşılık verdim. Eminim Hoon da bunu isterdi. Hazır buna değinmişken ortamı bozmadan devam ettim.

"Peki ben nasıl şirkete katıldım? Yani babam bizi bırakıp Kore'ye dönmüş. Beni neden aldı?" Kadın düşünceli bir şekilde yanaklarını şişirdi. Sonra omuz silkip konuştu.

"Bana senin bu işe çok hevesli olduğunu söyledi. Küçükken başlarsan daha pürüzsüz olur, diye düşünmüş olmalı." Kaşlarımı çattım. Babam kendi dünyasını kurmak için Hoon'u da alet etmişti. Büyük ihtimalle şirkete kendi kanından birisini sokup hisselere göz dikmiş olmalıydı. Çünkü Hoon her zaman sessiz ve böyle şeylere hevesi olmayan birisiydi. Hele küçükken... Cidden, buna herkes inanabilirdi ama ben asla. Bana zaten neden onu seçtiğini de açıklamıştı.

Ailem hakkında ilk kez öğrendiğim şeyler enteresandı. Ve bu zamana kadar bunu sorgulamamış olmam da beni şaşırtmıştı. Beni o kadar değersiz hissettirmişlerdi ki... Onlarla ilgili her şeyden uzak durmuştum. Şimdi de aileden birisi olma hissine hiçbir zaman alışmadığım soğuk bir şekilde cevap verip kalktım.

"Ne de olsa her şey geçmişte kaldı ve şu an çok istesem de ne yazık ki hiçbir şey hatırlamıyorum. Artık geri dönelim mi?"

***

Asık suratımı ne kadar ifadesiz tutmaya çalışsam da bunda başarılı olduğumu zannetmiyordum. Belli etmesem de Afrodit ile konuştuktan sonra moralim çok fazla bozulmuştu. Düşüncelerime mola verdiremiyordum. Anlatacakları bundan mı ibaretti yoksa başka şeyler de olabilir mi, diye düşünüp duruyordum. Çünkü Hoon'un günlüğünde bundan bahsetmesinin sadece bu kadar ile ilgili olduğunu düşünmüyordum.

Odamdan çıkıp evin en sevdiğim yeri olan gizli bahçeye geldim.

İçeriye girdiğimde Afrodit ve kardeşini görmeyi beklemiyordum. Kaşlarım çatılırken onlara yakın olan bur ağacın arkasına saklandım. Kendimi istihbarat ajanı gibi hissediyordum. Artık bana verilen bilgilerle yetinmek istemiyordum. Onların bana biçtiği şekilde yaşamak istemiyordum. Gerekirse her şeylerini öğrenir, ben onları biçerdim. Fakat asla bir kukla olmayacaktım.

"Baştan sona her şeyi anlatmadım herhalde, salak gibi mi görünüyorum?" Afrodit elinde ki şarap bardağını masaya bırakıp göz devirerek sandalyeye oturdu. Kardeşi karşısında sinir krizi geçiriyor gibi gözüküyordu. Elini saçlarından hızlı geçirip adeta yolmak istercesine çekiştirdi.

"Hiçbir şeyi anlatmaman gerekirdi. Yine de bilmemesi gereken yeterli miktarda şey söylemişsin. Ya hatırlamasına yardımcı olursa?" Endişeli yüz ifadesine uyumlu sürekli titreyen bacağını sabit tutaması tüm gerginliğini ortaya çıkarıyordu. Afrodit titreyen bacağının üstüne elini koyup onu sakinleştirmek istercesine biraz eğildi.

"Tatlım, korkmana gerek yok. Daha yeni olduğu için merak etmesi normal. Ona istediğini veriyor olmamız üstünden geçmediğimiz anlamına gelmiyor ki..." Anlamayan bakışlarla bakan kardeşi onu pür dikkat dinlemeye başlamıştı bu kez. Afrodit devam etti.

"Bazı şeyleri değiştirdim anlatırken. Mesela bizim gerçekten kardeş olduğumuzu zannediyor. Jiwoong'un babasının da bana tecavüz ettiğini söyledim. Acıyıp da irdelemesin diye," ağzım şaşkınlıkla açılırken elimle ağzımı kapattım. Duyduklarım beni adeta dondurmuştu. Fakat bir yanımın ona inanmakta tereddüt etmesini tebrik ettim. Tahmin ettiğim gibi burada kimseye güvenilmezdi ve günlükte ismi olduğuna göre her şey bundan ibaret olamazdı. Beni çok hafife alıyorlardı.

"Senden korkulur, hayatım. Nereden bilebilir ki Jiwoong'un ikimizin çocuğu olduğunu?" Şaşırma katsayım maksimuma ulaşırken artık ne duysam garipsemeyeceğimin bilinciyle onları izliyordum. Bunlar nasıl insanlardı? Babam bunları biliyor muydu?

"Daha babası bile bilmiyor o nasıl öğrensin? Biraz rahat ol," gülerek keyifle şarabından yudum aldığında yüz şeklim tamamen değişmişti. Beni duymuşlarcasına verdiği cevap yetmişti.

"En başından beri kontrol bizim elimizde. Dengelerin değişmesine izin veremeyiz. Kaç senedir bunun için uğraştık. Babası da o da bizim kuklalarımız; istediğimizi yaparız. Geçen masada ki hisse olayı beni yeterince gerdi zaten. Bir de ihtiyarın yetmezmiş gibi hisselerini vereceğini söylemesi delirtecekti beni. Ne hakla? O da sınırını aşmaya başladı. Bu hale gelmişken postalasak mı? Zaten oğlu da hiçbir şeyi hatırlamıyor. Sanki sürdürmemize gerek kalmadı gibi," tek kaşını kaldırıp kollarını iki yana açmıştı sanki her şeye sahipmiş edasıyla. Afrodit ona gülümseyerek geri çekildi. İkisinin de yüzlerinde ki gülümseme hayatımda gördüğüm en itici şeylerdendi. Onlardan nefret etmeye başlamıştım. Beni aptal yerine koymaya nasıl cüret ederlerdi?

"Şu an işler düşüşe geçti, biliyorsun. Hoon işleri düzene koyduğunda zaten bu oyuna son vereceğiz. Bana güveniyorsun, değil mi?" Gözlerinin içine baktığında gözlerini kırpmadan bakması tüylerimi kabartmıştı. Bu kadının ne kadar da korkunç bir tarafı varmış, hiç fark etmemiştim. Bu evde yaşadığım süre boyunca sürekli gülümseyen halinden eser yoktu.

"Tabiki de güveniyorum. Beş yaşımızdan beri tanışıyoruz. O yurttan kaçtığımızda aklımızda tek bir hedef vardı; zengin olmak. Sen kendi yolunu çizdin ben de sana destek oldum. Jiwoong olmasaydı işimizi kendimiz halletmeye devam edebilirdik. Bu iki çöp parçasına ihtiyacımız olmazdı." Çöp parçası? Sinirlenmemem elde değildi. Şu an içimden geçen o önlerindeki masayı kafalarına geçirmemdi.

Bu oyunun yöneticisi ve kurucusu onlardı. Ben sadece Hoon'un kukla olduğunu zannederdim ama babamda aynı durumdaydı. Duyduklarım şaka gibiydi, inanasım gelmiyordu. Böyle bir durumda olmak beni daha da sinir etmişti.

İntikam ise en layığıyla alacaktım. Babam beni Hoon'un yerine geçirdiğine başka bir planı olmalıydı. Paraların sahibi sadece kendisi mi olmak istiyordu? Onun amacı neydi?

Ellerimin titrediğini fark ettiğimde akşam yemeği saatinin geldiğini fark ettiğimde usulca yerimde bekledim. Onlar çıktıktan sonra bahçeden çıkıp eve girdim. Ellerim hala titriyordu.

"Ne oluyor, bu halin ne?" Tam odama çıkacakken babamın beni kolumdan tutmasıyla dudaklarımın da titremeye başladığını fark edince kendime lanet ettim. Şu an vücudumu kontrol etmenin tam vaktiydi.

Gözlerine bakamayacak kadar düşüncelerim beni ele geçirmişken titreyen dudaklarımı birbirine bastırdım. Babam çenemi kaldırıp gözlerimin içine baktığında gözlerimi başka yöne çevirdim.

"İyi misin?" Bu soruya nasıl yanıt verebilirdim? İyi miydim gerçekten? İyi deyince bitecek miydi sorgusu? Gözlerimi kaldırıp ona bakmaya zorladıktan sonra yutkundum.

"İyiyim."

HERKESE MERHABALARRR!
ASKOLARR kapakk nasılll 🤩🤩 dönüşüm uzun sürdüğü için hediye olarak kapağımiz olsun dedim iyi yapmisim demi hehe 😃😃

fic için yorumlar çok azalmış o yüzden benim heves de uçup gitti galiba doğal olarak 🥲 diğer ficlerimde de böyleydim. Okuyucunun ilgisi gidince benim de heves gidiyor hemen 😔 önceden beni tanıyıp okuyanlar varsa bu halimi bilirler 😣

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top