17 | ruhunu şeytana satmak

"Seni adı şerefsiz! Demek utanmadan işine geri döndün, öyle mi? Al sana!"

Ricky'i gördükten sonra dehşetten felce uğramış gibiydim. Şakaklarımda gerilimden çıldırmış damarlar atıyordu ve içim deşifre olma korkusuyla doluydu. Bir de üstüne tanımadığım bir kadının atmaya başladığı domateslerle şoka girmiştim.

Anlık dışarıya çıktığım için korumalardan kimse gözükmüyordu.

Domateslerden bir tanesi ceketime gelince korkuyla birkaç adım geriye gittim. Bir tanesi de Gyuvin'in ayakkabısına çarptığında durum iyice karışık bir hale girmişti.

"Senin gibi ruhunu şeytana satmış bir insanı öldürmek için silah gerekli!"

Bu kadın neyden bahsediyordu?

Sırtım güçlü bir bedene çarptığında korkuyla başımı arkaya çevirip baktım. Tanrıya şükürler olsun ki Hanbin'di! Gyuvin'i kolundan tutup Hanbin'in arkasına geçtik. Berbat bir hale düşmüştük ve her tarafımız domatesler yüzünden kıpkırmızıydı.

Kadını kolundan tuttuğu gibi ilerletmeye başlayınca içimde ki merak duygusu kabarmaya başlamıştı. Bu kadın kimdi ve nasıl böyle konuşabiliyordu? Kesinlikle bir şeyler döndüğü kesindi ve bu Hoon hakkındaydı. Ayağıma kadar gelen bu fırsatı tepemezdim.

Hanbin kadını köşeye çekmişti ama kadın onun göğsüne vurup bağırıp duruyordu ve görebildiğim kadarıyla ağlıyordu da. Yutkundum. Gyuvin'in ve Ricky'in bilmemesi gereken şeyler olduğuna emindim. Ve bir an önce onları buradan uzak tutmalıydım.

"Biz içeriye geçelim."

Beklemediğim bir şekilde Ricky yanımıza gelip Gyuvin'e doğru konuştuğunda gözlerim parlamaya başladı.

"Evet, kuzum. Sen içeriye geç. Ben ne olduğunu öğreneceğim. Başka zaman gideriz yemeğe, olur mu?"

Gyuvin zaten oldukça şaşırmıştı. Bu yüzden yemeği umursayacak haldeydi. Başını sallayarak Ricky'i takip ederek içeriye girdi. Ben de rahat bir nefes alarak ikiliye yaklaşacaktım ki Hanbin'in onu motoruna bindirdiğini görünce anlam verememiştim. Bu işin içinde bir şey vardı. Hala etrafta kimse yokken kaçarsam kimsenin haberi olmazdı.

Bir taksi çevirip peşlerine takıldım.

Baya bir yol gittikten sonra vardığımızda hızla ücreti ödeyip taksiden indim.

Hanbin'in burada ne işi vardı? Cidden kadını evine kadar getirmiş miydi? Bana haber vermeden, benimle konuşmadan kafasına göre davranmasına alışmıştım. Fakat bu sefer oldukça kötü bir hale düştüğüm için böyle hareket etmesine sinirlenmiştim. Ona iplerin ucunu çok erken verdiğimin farkındaydım. Fakat geri almak iki dudağımın arasına bakardı.

Evin küçük bahçesine girip etrafa baktım. Hanbin, neredesin?

Bir anda ağzımın kapatılmasıyla çığlık atacakken aradığım kişiyi bulmamla kaşlarımı çattım. Ne oluyordu be?

"Senin burada ne işin var!?" Hanbin'in gözlerinde ilk kez gördüğüm tedirgin ve biraz da korkuyla şaşırıp kalmıştım. Elini hızla ağzımdan çekip sinirle sordum. "Asıl senin burada ne işin var?" Gözlerimden gözlerine akın eden bakışlarım açıklama istiyordu.

"Lanet olsun! Gel benimle," elimden tutup bahçede dolandırdıktan sonra açık olan balkon kapısından beni içeriye soktu. Bu bana ilk tanışmamızı hatırlatmıştı. Şu anda da beni kurtarıyor muydu?

"Ne oluyor ya? Anlatsana!" Bu zamana kadar sakin dursam da artık sabır taşım çatlamıştı. Bana derhal açıklama yapmak zorundaydı. Bu yabancı evde ne yapıyorduk? Evi bildiğine göre o buraya yabancı değildi. O halde bu kadın kimdi?

"Şu üstünü değiştir önce. Sonra sesin çıkmadan bekle beni."

Bana konuşma fırsatı vermeden elime tutuşturduğu tişörte baktım. Dolaptan kıyafet bile alabilecek rahatlıktaydı, ha? Kendi evi gibi davranmasına anlam veremiyordum.

"Bana ne olduğunu anlatmazsan bağırırım!"

Kendime güvenen bir şekilde karşısında durduğumda elini saçlarından geçirdi. Stresli olduğunu görebiliyordum.

"Hanbin?"

O kadının sesini duyduğumda tek kaşımı kaldırarak ona baktım. Kadınla tanışıyorlardı. Hala açıklama isteyen gözlerimle ona bakıyordum. Bana yaklaşıp aramızdaki mesafeyi kapattı. Eliyle ağzımı kapattı.

"Senin iyiliğin önceliğim. Bunu biliyorsun, değil mi?" Anlamasam da başımı onayla aşağı yukarı salladım. "Şimdi de kendi iyiliğin için sessiz ol. Sana sonra her şeyi açıklayacağım. Seni görmemeli. Yatağın altına gir," duyduğum şeyle şaşkın bir şekilde ona bakıyorken daha fazla durmayıp hızlı bir şekilde beni yatağın altına saklamıştı.

Sikeyim, düştüğüm hale inanamıyordum.

"Oğlum, niye ses vermiyorsun?" Kadının kapıyı açıp içeriye girdiğini görüş alanıma giren terliklerle anlamıştım. Hanbin bu zamana kadar güvendiğim kişi olmuştu. O halde şimdi de ona güvenmem lazımdı. Elimi ağzıma götürüp bu kez kendim kapattım. Ne olduğunu öğrenmek istiyorsam daha zeki davranmam gerekiyordu.

"Üstümü değiştirecektim, anne. Ondan cevap vermedim."

Hanbin'in her şeyini ezbere biliyordum. O an ki ses tonundan nasıl bir ruh haline sahip olduğunu anlayabiliyordum. Yani bu zamana kadar kendimi böyle görüyordum ama demem o ki yanılmıştım. Duyduğum anne lafını hazmetmeye çalışıyorken bu sefer duyduklarım daha garipti.

"Senin kardeşinin katilinin yanında ne işin vardı?"

Benden bahsediyorsa aslında Hoon'dan bahsediyordu. Nasıl yani, Hoon katil miydi? Hem de Hanbin'in kardeşini mi öldürmüştü?

Sikeyim, ne oluyor?

"Anne, düşündüğün gibi değil. Sana her şeyi anlatacağım ama önce bir sakin ol, tamam mı? Bugünkü tepkin tüm planımı mahvedebilirdi."

Hanbin'in sıkıntılı çıkan sesi beni korkutuyorken nefes alış verişim bile daha sessiz hale gelmişti. Bana anlatmadığı o meşhur planını duyacak mıydım sonunda?

"Oğlum. Benim senden başka evladım yok artık. Sen de bana intikam alacağına söz verdin. Bunun için polis bile oldun. Sesim çıkmadı. Fakat bugün o şeytanın yanında neden olduğunu anlayamıyorum."

Hanbin polis miydi?

Elimin üzerine damlayan göz yaşım yüzünden yutkundum. Hayır, daha fazlasını öğrenmeliydim. Gözyaşımın içime doğru akmasını sağladım. Pür dikkat konuşulanları dinlemeye başladım.

"Şu an yanında olduğum kişi Hoon değil, onun ikizi. Bu aileye girmeden bu davayı çözemezdim. Bu yüzden mecbur kaldım. İkizi de hiçbir şeyi bilmiyor ve o ailenin kirli çamaşırlarını ortaya çıkarmak için bir olduk. Ben de başta onu Hoon zannettiğim için öldürmek istiyordum ama kendimi kontrol ettim. Hatta aksine yakın davrandım, beni yanına alması için. Şimdi amacıma bu kadar yaklaşmışken sen yine bana güven. Sana Yujin'in katilinin cezasını çektirmeden ölmeyeceğim."

Duyduklarım ile olduğum yere sinerken bana diyecek söz kalmamıştı. Başından beri bana yaklaşma amacı belliydi. Her şey kasıtlıydı. Bu umurumda değildi. Çünkü ben zaten beni kullanması için bilmeden ona izin vermiştim. Ama şimdi böyle duymak berbat hissettiriyordu. Çok canım yanmıştı. Başından beri hiç mi bana karşı bir şey hissetmemişti? O kadar bilmediğim şey vardı ki... Ve bana bir tanesini bile söylememişti.

Ben ona Hoon olmadığımı hiçbir zaman söylemeseydim ne olacaktı? Hafızam yerine gelene kadar bekleyip sonra boğazıma mı yapışacaktı? Polismiş, kıçımın kenarı. Gizli işler yapan polis mi olurmuş?

Olay Gecesi

Hanbin kardeşini iş yerinde ziyaret etmek için pasta almış heyecanla şirketin önüne gelmişti. Kardeşinin küçük yaşta kariyer yapması onu onurlandırıyor olsa da endişe de ediyordu. Çünkü yaşı küçüktü ve oldukça korunmasızdı. Bu zamana kadar onu her şeyden korumuş, abiliğini en iyi şekilde yapmıştı. Fakat şimdi birbirlerinden ilk kez bu kadar uzak kalıyorlardı.

Bu şirketin imajını araştırdığı için biraz daha içi rahattı ama yine de kafasındaki tilkiler onun peşini bırakmamış ve buraya kadar getirmişti.

Danışman kadın Yujin'in müsait olmadığını söylediğin de kadına pastayı bırakmış ve eli boş bir şekilde şirket kapısından çıkmıştı. Yine onu göremeden gidiyordu. Bu iki haftadır böyle devam ediyordu. Kardeşini özlemişti.

Arkasını dönmüş giderken bir anda çıkan yüksek sese karşı yerinde sıçradı. Korkuyla arkasını döndüğünde ise gördükleri yüzünden başından aşağıya kaynar sular dökülmüştü.

Kardeşinin bedeni kanlar içinde şirketin önündeki cam heykelin üstüne düşmüştü.

Tüm bedeni kaskatı kalmış bir şekilde gördüklerine anlam vermeye çalışıyordu.

Tüm bedeni titriyordu. Bacakları ilk kez bu kadar gereksiz hissettiriyordu. Gece geç saatlerdi ve şirketin önü her zamanki gibi korumalar dışında başka kimseden ibaretti. Korumalar kulaklıklarına bir şeyler söyleyip hızla hareketler etmeye başladıklarında Hanbin paramparça olmuş cam heykelin yanına gelmişti. Kardeşinin cansız bedenini görünce dudaklarından bir çığlık kopmuştu.

Başını kaldırıp yukarıya baktığında gördüğü yüzü aklına iyice kazıdı. Hoon'du. Zaten bir daha bu yüzü unutmak mümkün olmamıştı. Çünkü her yerde olan afişler, panolar, ekranlar onunla dolmuştu.

Ve Hanbin, Hoon'a ulaşmak için tüm gençliğini harcamıştı.

***

Hao ne yapacağını bilemeyen bir şekilde kadın odadan gittikten sonra yatağın altından çıktı ve boş gözlerle Hanbin'e baktı. Ondan daha nasıl bir açıklama duymalıydı ki?

İkisi bir süre sessiz kaldılar. Hao yatağa oturup başını eğip ellerinin arasına aldı. Şu an onun karşısında değil başını eğmek tüm vücuduyla eğilip Hoon yüzünden özür dilemeliydi. Kardeşi onun kardeşinin katiliydi. Bu nasıl bir çelişkiydi böyle? Böyle bir şeyin mümkün olması imkansızdı.

Evdeki seslerin kesildiğini anlayınca Hanbin enerjiden yoksun bedenini çöktüğü yerden kaldırıp birkaç kıyafet alıp odasındaki banyoya girdi.

Hao bir şey demeden onu beklemeye devam etti. Yalnız kalmaya ihtiyacı olduğunu görüyordu. Bunca zaman buna nasıl katlanmıştı? Kardeşinin katiliyle tıpatıp aynı yüzde olan birisinin yüzüne bakarken ne düşünmüştü? Kendisine olan her bakışında tiksinti mi vardı, Hao bunları düşünmekten delirecek gibi hissediyordu.

Öyle bir şeyin içine düşmüştü ki ne yapacağını hiç bu kadar bilmediği bir zaman olmamıştı.

Fakat bir şeyden emindi. Hoon katil olamazdı. Yujin ile o çatıda aralarında ne geçti bilmiyordu ama bir yanlış anlaşılma olduğuna emindi ya da buna inanmak istiyordu. Kendini buna inandırmak istiyordu.

Hanbin'e olan ilgisi gün geçtikçe çığ gibi büyümüş ve aşka dönüşmüştü. Ondan kolay kolay vazgeçemezdi. Ki kendi bu intikam için yanında olacağına söz vermişti hatta işbirliği teklif etmişti. Nereden bilebilirdi ki ikizi için olduğunu?

Hanbin duştan çıktıktan sonra ıslak saçlarıyla bedenine sarmış olduğu havlu Hao'yu bu kez arsızlaştırmadı. Aksine daha öncede böyle duyguları hissettiği için kendinden nefret etti. Hanbin ile aralarında ne zaman yakınlık olsa onun yüzüne bakamıyor olmasını daha önce hiç bu kadar iyi anlamamıştı.

"Üstünü değiştir. Duşunu al ve temizlen. Dışarıda motorda bekliyorum."

Sesindeki itiraz istemeyen ve oldukça yorgun çıkan sese karşı koymadı, Hao. İşlerin bu raddeye gelmesini o da istemezdi. Hızla bir duş alıp iğrenç domates kokusundan kurtuldu. Hanbin'in koyduğu giysileri giyinip oyalanmayarak balkon kapısından dışarıya çıktı. O kadınla tekrar karşılaşma cesareti de yoktu.

Hanbin'in sigarayı ayağıyla ezdiğini görünce yutkunarak ona baktı. Ona uzatılan kaskı taktı. Nereye gideceklerini bilmiyordu. Şu an Hanbin ne derse onu yapmaya hazırdı.

Onun yaşadıklarının ne kadar ağır olduğunu tahmin edebiliyordu. Onun yerine kendi canı da yanıyordu. Aşk böyle bir şey miydi? Onun canı yandığında sizde hisseder miydiniz?

Hao geldikleri yeri görünce tanıdık manzara ile içine biraz olsun su serpilmişti. Demek herkesten uzakta yüzleşmek için buraya gelmişlerdi. İlk randevularının olduğu yere böyle gelmek Hao'yu kırk yerinden bıçaklıyordu.

"Zaten her şeyi duydun," Hanbin aynı şeyleri yine anlatmak istemediğini açık bir şekilde belli ederken cebinden sigara kutusunu çıkarıp dudaklarının arasına yerleştirdi. Çakmağını yaklaştırıp yaktığında sandala yaslanmış denizi izliyordu. Hao çekinerek yanına gidip karanlıkta da olsa görebildiği kadar yüzüne bakmaya çalıştı.

"Başından beri yüzüme bakmak acı verici olmuştur," Hao bunu söylemeden edemedi. Kullanılmış olmak canını çok fazla yakmıştı. Hoon'u kullanırken hiç böyle hissetmemişti ama artık yüzünden de bu hayattan da nefret etmişti. Hanbin için bile olsa eski yaşantısına dönmek istedi. Bu şekilde kendisini sevmesinin imkansız olduğunu anlamıştı ve en azından şansı olduğunu düşünerek bunca zaman dayanmıştı. Şimdi ise elinde koca bir hiç vardı.

Sevdiği adamın yüzüne bu yüzle bakmaya utanıyordu.

"Güzelliğin beni hiçbir zaman korkutmadı," sigarasını içine çektikten sonra yanındaki çocuğa dönüp dumanı ona doğru üfledi. "Ama yüzüne her baktığımda çektiğim acı evet tarif edilemezdi," gözleri dolu dolu bakan yanındaki çocuk ağlamamak için sıkıyordu. Bunu fark edince iç çekti.

Niye gerçekten Hoon değil de ikizi çıkmıştı ki karşısına? İşleri niye bu kadar karıştırmıştı?

"Özür dilerim. Her şeyi bu kadar karıştırdığım için, kardeşinin katiliyle aynı yüzü paylaştığım için, bunları yaşadığın için..." Hao duraksadı içi duygu birikiminden dolup taşmıştı. Diyeceklerinin devamı gelmeyince hıçkırarak ağlamaya başladı. Aslında o hiçbir şey yapmamıştı ama kendini suçlu hissetmekten kendini alıkoyamıyordu.

Yujin'in Hanbin'in kardeşi olduğunu nereden bilebilirdi? Günlükte her şeyi okumuştu. Hoon'un vicdan azabı çektiğini biliyordu. Bunun nedeni onu öldürdüğü için miydi? İkizinin hala böyle bir şey yapabilecek olmasına inanmıyor oluşundan nefret etti.

"Özür dilemek ne kadar kolay, değil mi?" Hanbin kendi kendine gülerken sigarasını ayağının altında ezerken tüm sinirini ondan çıkarıyor gibiydi.

Hao başını iki yana salladı. Ağlamaya başlamıştı artık ve karşısındaki adama ne demesi gerektiğini bilmiyordu.

"Söylesene, Hao." Hanbin doğrulup Hao'ya yaklaştı. Gözlerinin içine baktıktan sonra alayla sordu.

"Benim içim nasıl soğuyacak?"

Hao, Hanbin'in gözlerinde ilk kez gördüğü ifadeden korktu. Alay edercesine bakıyordu ama sözleri içindeki acısını ortaya döküyordu. Titreyen dudaklarını durdurmak için birbirine bastırdı. Yoktu, işte. Karşısındaki adama söyleyebilecek tek kelime bir şeyi yoktu.

"Benim içim nasıl soğuyacak lan?"

Sona doğru sesi yükselip bağırdığında Hao korkuyla üzüntü karışık bir şekilde ona baktı. Onu ilk kez bu halde görüyordu. Kendisine yaptığı ihanet hakkında konuşamazdı, buna hakkı yoktu. Öğrendikleri şeyler için de hesap soramazdı. Çünkü aslına bakıldığında Hanbin ona açıklamıştı. Teklifini bir amaç doğrultusunda kabul etmiş, ilişkilerini iş olarak devam ettirmelerini söylemişti. Kardeşinin ölümünden ve onun sorumlu olduğu bu aileden intikam almak istediğini de. Her şeyi. Sadece isim vermemiş, detaylara inmemişti. Fakat üstünkörü bakıldığında çok da saklı değildi.

Hanbin'in ağladığını gördüğünde daha fazla duramadı. Hızla kollarını onun boynuna sarıp kafasını kendi omzuna yasladı. Dili bir işe yaramıyordu madem en azından sarılarak ona teselli verebilirdi, değil mi? Hao daha önce birisini teselli bile etmemişti. Onun için bazı şeyler çok uzaktı. Sanki bir mağaradan çıkmış gibi hissediyordu.

Hanbin başını kaldırdığında ise bu ona iyi geldi mi, diye merak ediyordu ama soramıyordu. Yutkundu ve cesaretini topladı. Şu bir günde bir sürü şey değişmişti ve artık hiçbir şey eskisi gibi değildi, olmayacaktı. İntikam heveslerinin önüne geçmiş tüm benliklerini sarmıştı.

Hao bunca zamandır onu koruyan ve yanında olan adama bu kez kendi bu duyguyu tattırmak istedi. Yüzünü avuçlarının içine alıp kararlı bir şekilde gözlerinin içini baktı.

"Şu andan itibaren tüm ipleri ben devralmak istiyorum. Ben güçlü bir hale gelene kadar bekleyeceğiz ve sonra harekete geçeceğiz." Hanbin'in ifadesiz yüzüne baktıktan sonra devam etti. "Söz veriyorum, tamam mı? İntikamını alacağız ama öncesinde her şeyi öğreneceğiz."

Selamlar!
Bu bölüm Hanbin'in rotasına doğru giriş yaptık. İhtiyacımız olan hammaddeleri aldığımıza göre yeni bölümlerde soru işaretleri olsa da elimizde net bir sebep olmuş olacak. Bu fic çok sürpriz ve kaoslarla dolu üzgünüm 😔 uzun soluklu bir fic olacağa benziyor bu yüzden kemerlerinizi sıkı takın!!

Ve bu fic süresi boyunca bölümlerde alıntı olarak birçok söz veya kesitler olabilir. Yani ben böyle izlediğim, gördüğüm şeyleri kullanmayı seviyorum. O yüzden bunu bilmenizi istedim 🤫😴

Ha bir de Hao'nun bu zamana dek birçok şeyi biliyor olmasını ve bilerek devam ettiğinizi unutmayın. Yani intikam için harekete geçip de yaptığı bir şeyler yoktu. Bu bölümden sonra gerçek amacı intikam olmaya başlayacak.

Dediğim gibi bu ficte hiç kimse masum değil o yüzden klasik başrol tiplemesi beklemeyin 🧐

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top