12 | fare-cik
Oldukça hayal kırıklığıyla geçen balık tutma faslından sonra eve geldiğim gibi elime tutuşturulan kağıtlarla kendimi çalışma odamda bulmuştum. Sikeyim, neden kafama göre konuşmuyordum? Zaten saçma sapan söylemezdim. Tüm düşüncelerime rağmen olası soruları ve cevapları ezberlediğimde kendime aynadan gurur duyan bir bakış atıp odadan çıktığımda çekim saatine bir saat kadar kalmıştı. Haber vermek için babamın çalışma odasına doğru ilerleyip hafif aralık olan kapısını gördüğümde kaşlarımı çattım. Aralık olan kısımdan içeriyi görmeye çalıştığımda gördüğüm kişiyle kaşlarım havaya kalkmıştı.
Hanbin?
Bir an da heyecanlanan vücudum ile elim ayağım birbirine dolaşırken kapıya yaklaşıp ne konuştuklarını dinlemek için eğildim.
"Planladığımız şekilde devam ediyorsun, değil mi?" Babamın gözlüklerini beziyle silerken oturduğu yerden baktığı Hanbin ise iki eli arkasında ona bakıyordu. Biraz yana kaydığımda tuttuğu diğer elinin parmaklarının kenarını yolduğunu görmüştüm. Oldukça gergin olmalıydı. Bu aileyle ne derdi vardı, merak ediyordum. "Evet, bir sorun yok. Fakat değişen bazı durumlar oldu," seslerini o kadar az duyuyordum ki yaklaşmak için hamle yaptığımda kapının yanındaki koca çiçeğe takılmam bir olmuştu.
Seni de sikeyim!
Düştüğüm yerde yavaşça hareket edip oyalanıyorken ikisinin de odadan çıkmasıyla doğal bir tavır takınıp yerimden kalktım.
"Burada olduğunu bilmiyordum, Hanbin ama kalkmam için elini uzatsan fena olmazdı," kalçamın üzerine düştüğüm için acıyan kısmı ovaladığımda Hanbin gözlerini hemen çekmişti. Utanma canım. "Ne yapıyordunuz?" Meraklı olmayan bir tavırla devam edip öylesine soruyormuş gibi davrandığımda babam bir şey çakmış gibi durmuyordu. Yalnız değişen durumlar da neyin nesiydi?
"Burada olması gerektiğini uygun gördüm. Başka soru?" Babam konuşmayı devraldığında göz devirmemek için sadece omuz silktim. Utanmasa Hanbin'i bile benden daha çok sevecekti. Benden bir virüsmüşüm gibi uzak durması eskiden acıtmıyordu ama şimdi sürekli bunu düşünür olmuştum. Galiba yüz yüze gelmeyince zaten olmadığı için varlığını da hissetmiyordum. Fakat şimdi sürekli yüz yüze gelmemizden ötürü hislerim de değişmişti.
"Hazırsan içeriye geçelim. Gelmişlerdir," babam eliyle ileriyi gösterip önden gittiğinde paşa paşa peşinden gidiyordum. Hanbin'in de koluna girip onu ilerlettiğimde attığı bakışlarını hiç umursamamıştım ama içeriye geldiğimizde kolunu benden kurtarmıştı. Diğerlerinin bize tepkilerine önem veriyordu, saçma şekilde. Onu benim seçtiğimi herkes biliyordu. O halde istediğim gibi davranırdım. Kimi ne ilgilendirirdi?
"Merhabalar, hoş geldiniz." Babam centilmen bir şekilde gülümseyip kadınla tokalaştığında kadın kibar bir şekilde karşılık vermişti. Daha sonra gözleri zaten beni arıyor gibi anında bulmuştu. Bir anda yanımda belirmesiyle ışınlanma gücünün olup olmadığını merak etmiştim.
"Uzun zamandır görüşemedik, Hoon Bey. Herkes gibi bizler de sizi çok özledik," artık alışkanlık olan yapay gülümsememi gönderdiğimde kadın bunu hiç anlamayarak - anlamak istiyor gibi de durmuyordu - belirlenen düzende ki sandalyesine geçip kağıtlarını eline almıştı. Babam bana dönerek elini belime koydu.
"Sakin ol ve hiçbir şeyi berbat etmeden bitir."
Baskıcı konuşmadan sıyrılıp bana ayrılan yere oturduğum da gerçekten de heyecanlanmıştım. Sonunda hak ettiğim muameleyi gördüğüm bir andaydım. Işıklar, insanlar ve ben.
"Bir ara vermek için gittiğiniz tatilinizde geçirdiğiniz kaza sonucu hafıza kaybı yaşamanız çok talihsiz bir olay. Siz kendiniz bu durum karşısında nasıl hissettiniz? Alışma süreci nasıl geçti?" Kadın işine güvenen bir edayla omuzları dik bir şekilde bana yönelttiği soruyla buna benzer bir sorunun tahmin edilmesinden ötürü ezberlediğim cevabı söyledim.
"Sıradan bir insan olsaydım belki de bu durum çok daha acı verici geçebilirdi fakat teknoloji çağında yaşıyoruz ve her şey kameralarla kayıt altında. Hele ki ünlü birisi olunca geçmiş hatıralara bakmak çok daha kolay oluyor. Bu süreçte sevgili ailem ve özellikle babam bana çok yardımcı oldu," kusursuz bir şekilde ezberimde ki her şeyi söylediğimde rahatlayarak ve kağıtta senaryo gereği babama bakıp gülümsedim. Kadın bize bakıp gülerek bir şeyler karaladı defterine ve ikinci sorusunu sordu.
"Dönmenizin ardından şirketiniz bir bildirge yayınladı. Hayranlarınızdan ve diğer tüm insanlardan sanatçımızın başına gelen talihsiz olaydan ötürü saygı ve anlayış beklediklerini söyledi. Gelmenizden ötürü üç haftayı geride bıraktık. Hayranlarınız ile ilişkiniz nasıl oldu ve onlara neler söylemek istersiniz?" Açıkçası kafe olayında tabiri caizse basılmam hayranların ne kadar da saygılı olduklarını gösteriyordu ama yapmacık bir gülümsemeyle karşılık verdim.
"Onlar kaç yıldır beni tanıyıp seven insanlar ve ben şu an kendimi bile tanıyamazken onların beni hala desteklemesini istemek çok bencilce geliyor," bu kağıtta ki cümleler kim yazdıysa harbiden işini iyi biliyordu. Yalandan buruk bir tebessüm takınıp devam ettim. "Fakat yine de benimle oldukları için teşekkür ederim. Geçmişi geri getiremem ama gelecekte daima sizlerle olacağımı söylemek isterim. Hiçbir şey hatırlamasam da benim yerim buraya ait gibi hissediyorum," kadın neredeyse ağlayacak gibi görünüyordu. Dolan gözlerine karşı kendimi mahçup hissetsem de umursamamaya çalıştım.
"Hazır konuya girmişken gelecek programınız nedir? Projeler de yer alacak mısınız?" Evet, tüm medyanın merak ettiği ve beni en çok geren o konu. "Öncelikle beş yıldır beraber olduğum proje grubumuz dağıldıktan sonra dinlenme amaçlı çıktığım tatilden böyle dönmek beni hala çok üzüyor. Gitmeden önce şirketimizin yeni erkek grubunda yer alacaktım, bildiğiniz üzere ama maalesef ki yer alamayacağım. Bunu merakla bekleyen hayranlarımdan içtenlikle özür diliyorum," kameraya bakıp üzgün bir yüz ifadesiyle başımı eğdikten sonra devam ettim.
"Bir daha şarkıcı olabileceğimi sanmıyorum. Çünkü ne dansımı ne de müziğimi hatırlayabiliyorum... Oyunculuk sektörüne yöneleceğim. Önceden yer aldığım birkaç diziyi izlediğimde kesinlikle bu yolda devam etmek istediğime karar verdim. Umarım hayranlarım yine yanımda olmayı tercih ederler." Mütevazı bir şekilde hem kadına hem de kameraya baktım. K-pop için beni eğitmek zordu. Ve ne denli karışık bir sektör olduğunu varsayarsak babam bundan vazgeçmişti. Oyunculuk ve modellik yaparak devam etmeye karar vermişti. Eh, mantıklı bir karardı.
"Ah, buna ben bile üzüldüm ama bu durumda elden ne gelir? Hayranlarınızı düşünemiyorum," kadın üzülerek bana baktığında benden çok kendini yıpratması komiğime gitse de belli etmemeye çalışıyordum. Şu an bile oyunculuk yaptığımı varsayarsak çok da fena sayılmazdım, ha?
"Sizin söylemek istediğiniz başka bir şey var mı, Hoon Bey? Bizim sorularımız bu kadardı." Kadın kağıtlarına göz atıp bana döndüğünde başımı iki yana salladım. Röportajı sorunsuz halletmiş olmamıza sevinmiştim. İkinci bir çekimde kesin bir hata yapacağıma emindim.
"Buraya kadar gelip benimle röportaj yaptığınız için teşekkür ederim." Gülümseyip kadının elini sıktığımda kendine çeki düzen verip hızla elimi sıktı. "Ne demek, Hoon Bey. Bizi seçtiğiniz için asıl biz teşekkür ederiz." Eğilip saygımızı birbirimize gösterdikten sonra ayrılan sürenin sona ermesiyle kadın ekibiyle beraber gitmişti. Nihayet rahat bir nefes aldığımda babamın yanına gittim.
"Aferin," başka bir şey demeyip odasına gittiğinde arkasından hülyalı bir şekilde bakakalmıştım.
Ortalıklarda görünmeyen ama benim de bir o kadar görmek için can attığım kişiyi aradı gözlerim. Neredeydi?
Hava almak için bahçeye çıktığımda onu da bulmuştum. Bahçenin bu kısmı serayı andırıyordu (medya) bu yüzden de buraya çoğu kişi uğramazdı. Fakat ilk geldiğim günden beri buranın hayranı olmuştum. Bence oldukça güzel ve ilgi çekici bir bahçeydi. Tabiatı her şeyiyle gözler önüne seriyor gibi bir hali vardı. Ellerimi arkamda birleştirip yavaş ve usulca onun yanına yaklaştım. Sigara içiyordu. Geldiğimi fark edince dumanı bilerek benim tarafıma doğru üflemişti ama dönmemişti.
"Nasıl bu kadar iyi oynuyorsun?" Beklemediğim soru karşısında afallasam da bıkkınlık içinde ona baktım. Bana akıl vermeye kalkışırsa onu şu su birikintisinde boğabilirdim. "Of, nereden çıktı bu?" Gözlerimi devirdim. Bana bakıp sigarasından içine duman çekti. Bana bakarak sigara içmesinde ki amacı çözemesem de ters bir şekilde ona bakıyordum. Derin bir nefes alarak sigara dumanını kısa bir süre içinde tuttu ve dumanın ciğerlerine inmesine izin verdi.
"Hemen parlama farecik. Cidden merak ettiğim için sordum. Senin gibi olmak isterdim," beklemediğim bir şekilde yanaştığında neden böyle bir şey söylediğini daha çok merak etmiştim. Hanbin'in duyguları ve konuşması çok değişkendi.
"Bilmiyorum. Küçüklüğümden beri oyuncu olmak istiyordum. Evde kendimce taklitler yaparken fark etmeden iyice gelişmiş olmalıyım," Hanbin memnuniyetle başını salladı ve sigarasını küllüğe vurup daha var olmasına rağmen küllüğe bastırdı. İçme hevesi kaçmış gibi görünüyordu. Onu izlemeye devam ederken elini omzuma atıp beni çıkışa doğru sürüklemeye başladı.
"Aile gerginliği çok sıkıcı, değil mi?" Yüzüme bakıp güldüğünde öylesine sormuş olduğu soru için de cevap beklemedi. "Seni bir yere götüreceğim," şaşkınlıkla ona döndüm. Kalbimin hızlanmasını sağlamıştı, dedikleri. "Nereye?" Tekrardan gülüp kapıyı açtı ve motorunun önüne bizi getirdi. Kaskı bana uzattıktan sonra tehlikeli bir şekilde sordu.
"Deniz ürünlerine alerjin yoktur umarım?"
***
Babama haber vermeden evden ayrıldığım için içim içimi yese de motor ile yaptığımız her yolculukta kalbim çok hızlı attığı için aklımda yeri kalmıyordu. Hanbin ile her anım heyecan verici geçiyordu. Hem mecazi hem de gerçek anlamda. Motora binmeyi artık seviyordum mesela. Sert rüzgarın arasında hızla ilerlemek tüm düşüncelerimi yok ediyordu. İnsanların kafalarını dağıtmak için neden motor sürmeye başvurduğunu artık daha iyi anlıyordum. Motor durduğunda inip kaskı ona geri uzattım. İlkine göre artık midem de bulanmıyordu yolculuktan.
"Neredeyiz?" Kaskları motora asıp etrafa baktıktan sonra kollarını iki yana açtı. Havayı içine çekip oksijenle sevişiyormuş gibi bir hal aldığında kendimi oksijenin yerine koymaktan alıkoyamamıştım. Bir deniz kenarına gelmiştik ve henüz yaz ayı olmadığı için hava esiyordu. Üstüm ne ince ne kalındı ama çok fazla kalırsak üşüyeceğim kesindi. Etrafa bakış attım, kimsecikler yoktu.
"Bir arkadaşımın balık lokantası var. Şu ışıkları yanan yer," işaret parmağı ile gösterdiği yere baktım. Gördüğümde başımı sallayıp ona döndüm. Anlatacakları bitmemiş gibiydi. "Küçükken burada çok vakit geçirirdim. Ben ve o," yüzüne yerleşen tatlı gülümseme ile bu anıların güzel anılar olduğunu düşünmüştüm. "Büyüyünce çok sık görüşemesek de arsayı satın alınca burayı bana hediye etti. Küçük bir alan olsa da oldukça huzur vericidir," ilerlemeye başlayınca onu takip etmeye devam ettim.
"Arka tarafı meydan ve lokanta da orada zaten. Ön tarafta deniz ve kayalık. Biz ikisinin ortasında kalıyoruz," bilgilendirmeyi de unutmadığında ondan çok güzel bir turizm rehberi olabileceği fark ettim ya da o tarz meslekler. Çok güzel anlatıyordu, çok güzel konuşuyordu... Ya da ben iyice abayı yakmaya başladığım için her şeyi bana mükemmel geliyordu, emin değilim.
"Şu sandal benim. Bir ara seni gezmeye çıkarırım," bana dönüp göz kırpınca gülümsemeden edememiştim. Bir an sevgiliymişiz gibi hissetmekten kendimi alıkoyamamıştım. Fakat beni neden buraya getirdiğini hala anlamamıştım.
"Bugün romantik bir yemek yiyeceğiz," söylediği şeyle şaşkınlığımı gizlemeden ona baktığımda geçtiğimiz taşlı yolda elini bana uzattı. Bu jestiyle kalbim gümbür gümbür atmaya başlamıştı. Elini nazik bir şekilde tutup beni ilerletmesine izin verdim. İki dakika içerisinde geldiğimizde yüzünde adeta güller açan bir mutlulukla bana masayı gösterdi. Şaşkınlıktan ağzımı kapatırken ona baktım.
"Arkadaşımdan rica ettim. Artık bir yemek yemeliyiz diye düşündüm," yine göz kırptığında bu haline alışkın olmadığım için şaşırmaktan başka bir şey yapamıyordum ama şu an çok iyi göründüğünü itiraf etmeliydim. Zaten iyi bir tarza sahipti ama motorcu kıyafetlerine benzer giyindiği zamanlar üstüne atlamak istiyordum.
Fakat bir yandan da bu yemeğin altında bir sebep var mı diye düşünmeye başlamıştım. Son günlerde çok şey olmuştu ve durumların bizim için olumsuz olduğunu düşünmüştüm ancak şu an hiç de öyle görünmüyordu.
"Otur bakalım, farecik." Tuttuğu elimi bırakmadan beni masaya oturmam için eşlik ettiğinde gülümsemekten ağzımı kapatamıyordum. Kendisi de karşıma oturduğunda etrafa bakış attım. Birkaç tane gül bile serpiştirilmişti. Oysa romantik şeylerden nefret ederdim meğer daha önce hiç başıma gelmediği içinmiş... Bu detay karşısında içim burkulsa da ona belli etmedim.
"Bana neden fare diyorsun?" İçki yerine kola koyması detayına gülümseyip koladan bir yudum aldıktan sonra sordum. Arkasına yaslanıp yüzünde ki kedi gülümsemesiyle bana baktı. Keyfi yerinde görünüyordu. "Birçok açıdan takma ad olarak fare sana çok uyuyor," yüzündeki sırıtması büyüdüğünde sanki bir dürbünden ona bakıyormuşum gibi gözlerimi diktim. Bu halime gülmüştü.
"Bir bakıma fareyi de andırıyorsun ama asıl neden ne kadar kaçarlarsa kaçsınlar av olmaktan kurtulamıyorlar. Önüne bir peynir koyulduğunda hemen inanıyorlar. Sen de küçük bir iyilik birikintisi görsen hemen tav oluyorsun," söylediklerine karşın kafam daha da karışıyorken bir süre ona öylece baktım. İyi anlamda mı yoksa kötü anlamda mı dediğini anlamıyordum.
"O ne demek şimdi?" Başını iki yana sallayıp geçiştirdi. "Öyle işte. Bir şey için fare gibi çırpınman hoşuma gidiyor," bir süre daha anlamaya çalışmak için uğraşsam da en sonunda pes ettim. Yüz ifadesine bakılırsa çok da kötü bir şekilde bahsetmiyor olmalıydı.
"Beni niye buraya getirdin?" Ciddi bir şekilde sorduğumda onun da yüzündeki sırıtması silinmişti. Söylediklerinden şüphelenmiştim bu yüzden de sormadan edememiştim.
"Bugün çok kasvetli görünüyordun. Ben de öyleyim. Zaten buraya gelecektim ama seni de getirmek istedim. Kalbini açık tut diyen sen değil miydin? Açık tutuyorum işte," omuzlarını silkeleyip ellerini havaya kaldırdığında ondan şüphelenmenin saçma olduğuna karar vermiştim. Her ne yapıyorsa da zaten bunu yapması için yetkiyi ona ben vermiştim. Ne diyebilirdim ki? Ben de Jiwoong gibi aptal olup mutlu olmak istiyordum. Zaten babamın uyarısından sonra bir süre sadece işe odaklanmayı düşünüyordum.
Hay, babama haber vermemiştim hala.
Telefonumu elime aldığımda Hanbin'in sesiyle aramaktan vazgeçtim.
"Aramana gerek yok. Benimle olacağını söylemiştim," bu söylediğine karşı tek kaşımı kaldırdım. "Ne yani sen olunca bir sorun olmuyor mu?" Saçmalık. Babam neden ona güvensin ki? Sonuçta o benim kafama göre seçip işe aldığım birisiydi. Anlamasam da sorgulamadım. Babam da benim gibi onu beğenmiş olmalıydı ki işine güveniyordu herhalde.
"O halde bu bizim tanışma yemeğimiz mi oluyor, Kedicik?"
Ayyy hellüüğ
Diğer bölüm çok güzel olacak 😍😍
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top