10 | anlaşmanın aslı
Işıktan dolayı acı çekişen gözlerim aralanmak için çırpınıyorken onlara daha fazla acı çektirmemek adına yarı kapalı şekilde gözlerimi açtım. Başım o kadar çok zonkluyordu ki gecenin hıncını çıkarıyor gibiydi. Elimi gözlerimi götürüp ovaladığımda yarı açık göz kapaklarımdan gördüğüm kişiyle elimi gözümden çekip anlamaya çalışmak için ona baktım. Başımda ne işi vardı? Gözlerimin izin verdiği kadarıyla onu incelemeye çalışırken elinde gördüğümün kamera mı yoksa telefon mu olduğunu anlamamıştım. Ki anlam vermeme de izin vermeden yatağın köşesine oturup bir anda kollarını boynuma sarmıştı.
Bunun nedenini anlamasam da henüz uyanamamış olmanın verdiği uyuşuklukla ben de kollarımı onun sırtına sardım. Sabah beni rüyasında mı görmüştü?
"Uyandın demek, fare." Kollarını geri çekip bana baktığında başımı aşağı yukarıya salladım.
"Baban seni bayağı aramış olmalı ki sabah beni aradı. Ben de burada kaldığını söyledim," boğazım tıkanacakmışcasına yutkunup gözlerimi yere indirerek tedirgince ona sordum. "Sarhoş olduğumu söyledin mi?" Bu sözleşmemizde ki kurallardan birisiydi ve bu kadar erken çiğnersem ilerisinde de bana güvenmezdi. Dün fazlasıyla olayın etkisinde olduğum için bunu gram umursamamıştım fakat sözleşmenin kurallara daha çok dikkat etmeliymişim gibi geliyordu. Dün öğrendiklerimden sonra ne yaparlar, diye düşünmeden edemiyordum.
"Hayır," düz bir şekilde cevap verince başımı salladım. "Sağol," yerimde gerinip duruyorken Hanbin kalktı ve elime telefonumu verdi.
"Kendine çeki düzen verip aşağıya gel. Kahvaltı hazırladım," başka bir şey söylemeye gerek duymadan gittiğinde yanaklarımı şişirip etrafa baktım. Onun odası mıydı, emin olamamıştım ama olmasını yeğlerdim. Beraber yatma düşüncesi aklımda yer edindiğinde yanaklarımın yanmaya başladığını hissetmiştim. Ellerimi yanaklarıma götürüp sıcaklıktan battaniyeyi üstümden kaldırıp hızla odanın içindeki banyoya girdim.
Umarım bir gün kendimle yetinmeyi bırakıp yerine onu alabilirdim.
***
"Ne sevdiğini bilmediğim için kafama göre hazırladım," masaya oldukça fazla şey koymuştu bile. Elime chopstickleri alıp yumurta rulosundan bir ısırık aldım. Ben çiğnerken inceleyerek bakan gözlerine bakıp göz kırptım, ne var diye. Başını iki yana sallayıp pilavı yediğinde bu gergin ortam beni de germişti. Bu çocuk bir gün iyi bir gün kötüydü. Cidden onu anlamakta zorluk çekiyordum.
"Umarım sana çok zorluk çıkarmamışımdır?" Tek kaşımı kaldırdığımda onu inceleyen bir bakış attım. Olan biteni elbette hatırlıyordum ama anılar gelgitliydi. "Koruman olacaksam bu tip şeyler sorun olmamalı, ha?" Gülüşünün sıcak, soğuk ya da belirsiz mi olduğunu anlamazken ne diyeceğimi bilemez bir edayla ona baktım. Sağolsun, yemeği boğazıma dizmişti.
"Madem bir iş ilişkimiz olacak, onun dışına çıkmamalıyız, diye düşünüyorum." Ağzına attığı lokmayla kedi gözlerini bana çevirdiğinde söylediklerini ben de şok etkisi yaratmıştı. Ne? Bu kadar erken bir nankörlük beklemiyordum, pis kedi.
"Seni ne amaçla aldığımı bilmeden bunu söylüyor olmak çok komedi," ona karşı gardımı indirmeden gülerek ağzıma bir lokma attığımda kaşlarını çatarak bana bakmıştı. Ne? Ona hiçbir zaman ne işi yapacağını söylememiştim ve o da sorgulamadan kabul etmişti. Gerçekler buydu. Madem pisleşecekti, emin olabilirdi; ben ondan daha ileriye giderdim.
"Koruma olacağımı sanıyordum?" Kahkaha atarak arkama yaslandığımda yüzündeki ifadeyle istediğimi almış olmanın rahatlığı paha biçilemezdi. Bu kadar ileriyi gitmeyi ben de istemiyordum. Fakat bu onu arzuladığım gerçeğini de değiştirmezdi.
"Bir nevi, demiştim. Hatırlatırım," o da elinde ki chopstickleri bırakıp arkasına yaslandı. Kollarını göğsünde birleştirip bana baktığında takmış olduğu siyah gözlükle bana hiç yardımcı olmuyordu. "Ne istiyorsun?" Sesinde ki düz ton yıkıcı bir etki bırakırken buna yenilmeyip omuz silktim.
Dirseklerimi masaya koyup ona doğru yaklaştığımda gözlerini kısmış beni izliyordu.
"Beni dilediğin gibi kullan," tehlike çanları kulağımda uyarı misali çalarken benim bu korkusuzluğumun nedenini bilmiyordum. "Beni istediğin gibi kullanmana izin veriyorum, Kedi. Dün olan biteni hatırlıyorum. Sana karşı bir sır vererek koz da vermiş gibi hissediyorum. Bu aileyle derdin ne bilmiyorum ama artık benim de bu aileyle bir derdim var. İşin özü, beraber olalım. Teklifim başta bu değildi ama şu an itibariyle bu. Hem daha imzalamadın, değil mi?" Meydan okurcasına ona baktığımda gözlerinde ki o delici bakışlar kurşun misali her saniye vücuduma işlerken kendimi can yeleği giymiş gibi hissediyordum. Ondan korkmuyordum. Ondan gelecek zarar da beni üzmez aksine güçlendirirdi. Eminim, bu aileyle ne derdi var ise benim de işime yarayan şeyler olmalıydı.
"Fakat şuna değinmeliyim ki senden hoşlanıyorum," gözümü dahi kırpmadan yoğun göz temasından yararlanarak bunu söylediğimde yüzünde yine bir mimik dahi oynamamıştı. "Yani kalbini kapalı tutma. Çünkü ben kendimi ne kadar tutabilirim, bilmiyorum."
Gözlerinin içine o kadar yoğun duygu birikimi ile bakıyordum ki bir an kalbim dışarıya patlayacak gibiydi. Ben iyice delirmiş olmalıydım. Fakat utanma istediğim onu isteme isteğimden daha az galip geliyordu. Bu yüzden hangisi yoğun basarsa ona yöneliyordum ama onu istediğim de bir gerçekti.
Şu an istesem benimle yatardı belki de ama istediğim bu değildi. En azından ondan istediğim, beklediğim hareketlere kadar böyle bir şey yaşanmayacaktı.
"Çok doyumsuzsun. Sürekli ilerlemek istiyorsun. Yalnız söylemeliyim ki; dikkat etmelisin. Henüz ikimiz de birbirimiz hakkında çok şey bilmiyoruz. Bu intikam uğruna neler yapabileceğimi tahmin edemezsin," sözlerinde tek bir yanılsama yoktu. Bu yüzden bana karşı hiçbir duygu beslemediğine emin olmuştum. Başından beri bilerek yanaşmış olmalıydı. Bu şu an beni cidden yaralamış olsa da ona karşı gelmek istemiyordum.
"Umurumda değil, Hanbin. Sana beni dilediğin gibi kullanma hakkını verdim zaten," Hanbin başını onaylayarak aşağı yukarı salladıktan sonra bunu kabul etme biçimi olarak algılamıştım. Ekmek kızartma makinesinin sesi geldiğinde bakışlarımız oraya dönmüştü. Hanbin ayağa kalkıp o tarafa yöneldiğinde benim de gitme vaktim gelmiş gibi hissetmiştim. Sonuçta dünden beri benimle uğraşıyordu. Ve bu gerici konuşmanın ardından ortalıktan kaybolmak istiyordum açıkçası. Bir diğer nedeni de buydu. Yerimden kalkıp yanına gittim ve arkadan beline sarıldım.
"Dün için teşekkür ederim," başımı yasladığım sırtından bana dönmesiyle çektiğimde gözlerimi kırpıştırıp ona baktım. Bu yapışık hallerime alışsa iyi ederdi. İki elini tezgaha koyup yaslandığında gülümseyip ona doğru yaklaştım. Hamlemi merakla izlediğini gördüğümde gizemli bir tebessümle yüzüne yaklaştım ve hızlı bir öpücüğü dudaklarına kondurup geri çekildim, çok heyecanlanmıştım.
Göz teması dahi kurmadan kapıya doğru gittiğimde daha deminki öpücük ile afallayan yüzünü aklıma getirdikçe gülümsememek elde değildi. Askıda duran siyah şapkayı kafama geçirip bulduğum maskenin iplerini de kulaklarıma taktım. Kapıyı kapatmadan önce arkama bakmadan bağırdım.
"Görüşürüz!"
***
Eve dönmek için hala kendimi hazır hissetmediğim için Gyuvin'i aramış ve Jiwoong'un evinin adresini almıştım. Evet, bu aileden köşe bucak kaçan bu kişi beni anlayacak kişi olmalıydı. Demek ki, o da bir şeyler yaşamıştı ve çözüm olarak uzakta kalmayı tercih etmişti. Kafamdaki düşüncelerle geldiğimizi fark etmiyorken taksi şoförünün seslenmesiyle parayı uzatıp arabadan indim.
Hanbin'in dolabından aldığım beyaz tişört ve siyah pantolon ile oldukça sıradan görünüyordum. Siyah maske ve siyah şapka ise beni mükemmel kamufle ediyordu. Kaldığı siteye alıcı bir gözle baktıktan sonra oyalanmayarak danışmaya doğru ilerledim.
Kadın bana başta anlamayarak baksa da maskemi onun görebileceği şekilde indirip yüzümü gösterdiğimde şaşkınlıkla elini ağzına götürmüştü. İşaret parmağımı ağzıma götürüp susmasını sağlayınca kadın istediğim bilgileri vermeye başlamıştı.
"Uzun zamandır abinizi ziyaret etmiyordunuz. Yaşanan olaylar için çok üzüldüm. Yoksa zaten sizde bir anahtar olduğunu hatırlardınız," kadın üzgün yüz ifadesiyle Jiwoong'un odasının anahtarını verdiğinde kaşlarımı çatmamak elde değildi. Hoon, abisini ziyaret etmeye oldukça çok geliyor olmalıydı ki ona ait anahtarı bile vardı.
"Birçok çalışan yeni işe başladı ama ben uzun zamandır buradayım ve sizin hassasiyetiniz konusunda bilgiliyim. Bir şeye ihtiyacınız olursa bana ulaşın lütfen," kadın temkinli ve ilgili bir çalışan gibi duruyordu. Yaklaşık otuz beş yaşlarında olmalıydı. Gülümseyerek isim etiketinden ismine bakıp aklıma bir güzel kazıdıktan sonra asansöre binip odaya gelmiştim.
Jiwoong'un zaten evde olmadığını tahmin etmiştim. Sürekli çalışan bir işkolik olduğundan ötürü eve çok nadir uğruyor olmalıydı. Yapacaklarım için kendimce özür dileyip etrafa bakınmaya başladım.
Temiz ve sade bir görüntüye sahip salona baktığımda işime yarar bir şey bulamamıştım. Merdivenlerden yukarıya çıktığımda karşıma üç oda çıkınca ilk önüme çıkana girdim. Tahminime göre Jiwoong'un kendi odasıydı. Yatak ve dolaptan oluşan odaya bakma tenezzülünde bulunmayıp diğerine girdim. Bu da onun çalışma odası gibi görünüyordu. Masada bir yığın belge ve aynı zamanda dosyalar bulunuyordu. İşte burada işime yarayan bir şeyler bulabilir gibiydim.
Masaya yaklaştığımda ise gördüğüm belgeler beni şaşırtmıştı.
Jeon Hoon kaza sonrası sağlık raporu.
Jeon Hoon kaza sonrası görünüş çizelgesi.
Jeon Hoon DNA raporu.
Gördüğüm belgeler karşısında yutkunarak birkaç saniye kendime gelmeye çalıştım. İş için olduklarını düşünmüştüm ama tamamen benimle ilgili belgeler beklemiyordum. DNA raporuna baktığımda %99 sonucu görmemle rahat bir iç çekip diğerlerine baktım. Sağlık raporunu elime aldım ve altı çizilmiş yerleri okudum.
Vücudunda hiçbir morarma, yaralanma ve çizik dahi bulunmamıştır. Görüşme sonrası hatırlamadığını öne süren hastanın hafıza kaybı yaşadığı gözlemlenmiş ve taburcu edilmiştir.
Kaşlarımı çatarak okuduğum belgeye baktığımda anlam vermeye çalışıyordum. Kaza sonrası vücudumda hiçbir şey elbette yoktu çünkü kaza geçirmemiştim. Babamın beni eve getirmeden önce götürdüğü sağlık merkezlerini anımsadığımda şimdi bunların niçin olduğunu anlamıştım. Jiwoong'un teşhis etmek için uğraşacağını çoktan tahmin etmişti. Vay, aile içinde olan güven (?) gözlerimi yaşartıyor (!)
Son olarak ne olduğunu anlamadığım diğer belgeyi aldım. Cidden bu neyin nesiydi?
CEO onaylı görünüm çizelgesinde sanatçının vücudunun kullanılabilir halde olduğu gözlemlenmiş ve işlerine devam etmesinde bir sorun görünmemiştir. Fakat bir senede vücutta yağ oranı birikmiş ve gözle görülür bir kilo artışı vardır. Kalçalarda ise dolgunluk kaybedilmiştir.
Bu neden bahsediyordu?
Her sanatçının bu tarz çizelgeleri olur muydu? Resmen hayvan pazarlıyor, satıyor gibi bir sunum yapılmıştı. Kalçalarıma kadar detaylı bakıldığını hiç hatırlamıyordum. Bu ne zamana aitti?
Tarihe baktığımda iki hafta öncesini gösteriyordu. Yine de kesinlikle hatırlamıyordum. Uykumda falan bakmış olabilirler miydi? Bu sapıklardan her şey beklenirdi! Bu saatten sonra gerçekten çok daha dikkatli olmalıydım. Lanet olsun, çok korkunç insanlardı.
Gözlerimden hala şaşkınlığım belli olurken odadan çıkıp son odaya girdim.
Mavi-beyaz ağırlıklı odaya girdiğimde boğucu bir hava var gibiydi. Hoon'un kendi odası da böyleydi. Bundan bile ne kadar psikolojik sıkıntılar çektiğini anlayabiliyordum. Odaya girdiğimde her şeyin düzenli bir şekilde duruyor olması gözüme çarpmıştı. Rafların üzerinde tozlar birikmişti. Tabii, uzun zamandır gelmiyordu, değil mi?
Kendimi yatağına bırakıp rahat bir iç çektiğimde geceden kalma olmamın verdiği uyuşukluğu hala daha hissediyordum.
Kapının bir anda açılmasıyla yerimden fırladığımda ödüm kopmuştu. Ne ara gelmişti? Haberim dahi olmamıştı.
"Kardeşim?" Kapının koluna bir elini koyup diğer eliyle çenesini sıvazladı. "Senin burada ne işin var?" Anlamayan bir şekilde baksa da yüzüne yerleştirdiği güler yüzlü ifade çok şüphe uyandırıcıydı. Çünkü yapmacık olduğu her halinden belliydi. Hele ki o gülümsemeye çalışan gergin dudakları... Oyuncularda ikinci huy olup çıkan o yapay jestlerden biriyle ona aynı şekilde karşılık verdim.
"Hiç. Sadece abimi ziyaret etmek istedim. Gelmemeli miydim, abicim?" Kaşlarımı kaldırıp gülümsediğimde dilini dudaklarında gezdirip ıslattı. "Yok, abicim. Fakat şaşırdım," gözlerimi kırpıp odadan çıktığımda oda peşimden geliyordu. İçimde bu durumun garipliğini düşünsem de dışarıya yapmacık bir şekilde davranıyordum.
"Dün çok sarhoştum, eve gitmedim, Hanbin de kaldım. Hala daha eve gidesim yok. Hatta diyorum ki artık ben de mi seninle kalsam?" Heyecanlı olduğunu düşündüğüm bir ifadeyle ona döndüğümde şaşkınlığının iki kata çıktığını yüzünden okuyabiliyordum.
"Burada kalmak mı?" Başımı salladım. "Hı hı," merdivenleri indiğimde kendimi koltuğa atıp ona baktım. "Aç mısın?" Ne diyeceğini bilemeyerek bana bakıyorken sorduğu soruyla gülmeden edememiştim. Daha önce hiç misafir karşılamadığı ne kadar da belliydi. "Hayır ama kahveni içerim," bir şey demeden mutfağa geçtiğinde zaten mutfakla iç içe salondan onu görebiliyordum ama onu daha da rahatsız etmek amacıyla yanına gidip tezgaha oturdum. Biraz onu yoklamak iyi bir fikirdi.
"Hyung, eve gidesim hiç gelmiyor. Sanki beni bir şey geri itiyor gibi..." Düşünceli bir şekilde önüme bakıyorken o da kahve yapmakla meşguldü. Gerçi yapacağı şey makinesinden su ısıtıp kahve dökmekti ama her neyse. "Fakat haz etmediğin bana gelmeyi tercih ediyorsun?" Tek kaşını havaya kaldırıp kahve makinasının tuşuna bastığında bana dönmüştü. "Nedenini bilmiyorum ama diğerleriyle kıyasladığımda sen daha güven veriyor gibi duruyorsun," günlükten Hoon ve ikisinin aralarının iyi olduğu bilgisiyle yardırıp ilerlerken toslamam an meselesiydi. Lakin yine de olduğu kadar yüklenmeliydim ona.
"Bunu neye borçluyum?" Bana inanıyor gibi edasıyla sakin kalmak ve rol yapmak zor gelse de aldığım oyunculuk derslerini düşünüyordum. "Bilmiyorum. Eskiden iyi anlaşır mıydık?" Konuyu değiştirip başka bir şeye geçtiğimde geçiştirdiğim bariz olsa da üstelemiyordu. Sanki kendi kafasında o da beni test ediyor gibiydi. Her dediğime ya kaşını kaldırıyor ya da çatıyordu. O yüzden ne düşündüğünü anlamıyordum.
"Yani, sayılır. İkimizde evden kaçmak için kendimizi işe veriyorduk. Bu yüzden oturup konuştuğumuz zaman birbirimizi anlayabiliyorduk," yani Hoon dertlerini Jiwoong'a anlatıyordu, değil mi? O zaman Jiwoong kesinlikle çok daha fazla şey biliyor olmalıydı.
"Peki ben nasıl birisiydim?" Kuplu bardağın bir tanesini bana uzatıp diğerinden kendi içtiğinde merakla cevap vermesini bekledim. Bir yudum daha aldıktan sonra o da karşımda ki tezgaha yaslandı. Bardağını kenara bırakırken bir elini çenesine götürüp sıvazladı. Çok düşünceli ve samimi görünüyordu. İlk defa böyle hissetmiştim.
"Beni de en çok bu düşündürüyor ya," anlamayarak ona baktığımda devam etti. "İçine kapanık ve dışarıya karşı sürekli oyunculuk yapan o çocuk nasıl oluyor da o dertsiz halinden kurtulup karşımda böyle gülebiliyor?" Derince yutkundum. İçimde bir anda beliren her şeyi biliyor olabilir mi, düşüncesi beni gererken bir kahkaha attım. Ortamın havasını değiştirmeliydim.
"Ne o, oradan bakınca hafızası kaybetmiş birisi gibi durmuyor muyum?" Kaşlarını kirpiklerine kadar çatıp içimi görmek istercesine bakıyorken olduğum yere sindim. Birkaç adımla aramızdaki mesafeyi kapattığında gözlerimizi kenetledi.
"Onu görebiliyorum da, kaçması için uçak biletine kadar aldığım kişinin neden geri döndüğünü anlayamıyorum."
Herkese selamlar!
Uzun zaman oldu bölüm yazmayalı neden diye sorarsanız verecek mantıklı bir cevabım yok 😥 (💡🔫)
Fakattttt yeni bir fic yayımladım. Ricky × Gyuvin için umarım ona da bir şans verirsiniz!! 💓💓
(Baştaki sahne 😭😭😭💘💘)
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top