final¹
siyah pelerin'in final bölümünün ilk partına hoş geldiniz
toplamda üç parttan oluşacaktır
başından beri bu hikayede yer aldığınız ve kitabı desteklediğiniz için çok teşekkür ederim, benim için tarif edilemezdi, sizi seviyorum umarım siz de karakterleri sevmişsinizdir<3
***
Okula karanlık bir hava hakimdi. Yönetim üyeleri, gelecek felaketin haberdarı olarak hazırlık yapıyordu. Sayılarının yetersiz gelebilme ihtimalini göz önünde bulundurarak güvendikleri öğrencileri yanlarına almayı planlıyorlardı. En merak edilen ise, gözde öğrencileri Jungkook'un savaşa katılıp katılamayacağıydı.
Kasvetli günde Veronica'nın sesini duymak mümkün değildi. Zira bilinci kapalıyken zindana kapatılmıştı. Var gücüyle haykırıp sesini Seha'ya ulaştırmaya çalışmıştı ama bu imkansızdı. Bir süre sonra direnmeyi kesmiş ve pes ederek zindanın bir köşesine yerleşmişti. Fazlasıyla gergindi, delirecek raddeye geldiğini hissediyordu. Aklını korumaya kendini zorladıkça sanki daha da kayboluyordu o karanlıkta.
Aynı süreç içerisinde Chaeyoung'un gidişinden habersiz olan Jungkook gözetim altında tutuluyordu. İlk uyandığında Seha'yı gördüğünü anımsıyordu ama uyanması kısa ve bulanık olmuştu. Hayal meyal hatırlıyordu, bundan dolayı zihninin bir oyunu olduğunu düşünmekten alıkoyamıyordu kendini. O hayalden bu yana, gün doğmuştu ve Seha bir kez olsun onun yanına gitmemişti. Yüzleşmekten korkuyordu. Tek bir kelimesini dahi duymak istemiyordu. Jungkook'un onun çocuğu olma ihtimali onu yiyip bitiriyordu. Bunca zaman her anına tanık olduğu çocuğun, Seoyeon'un emaneti olarak göz hapsinde tuttuğu kişinin aslında kendinden bir parça olması düşüncesine dayanamıyordu. Geç olabileceğinden habersiz bir halde, erteleyip duruyordu yüzleşmesini.
Onu en çok korkutan şeylerden biri de Jungkook'un safkan olma ihtimaliydi. Tabii bu ihtimal Jungkook'un Seoyeon'un ve Chanwoo'nun oğlu olması durumunda kesinleşiyordu. Eğer öyleyse korunması gerekirdi. Jungkook'un savaş alanında kendini göstermesi demek, diabloların önüne bir yem olarak onu atmak demekti. Jungkook gücünü devreye soktuğunda, ne kadar uzakta olurlarsa olsunlar onun gücünün kokusunu alacaklardı. Onu tespit ettiklerinde -ki bu zamana kadar tespit edilememesi çılgınlıktı- Jungkook'un kaderi, onların dudakları arasında olacaktı. Jungkook açığa çıkarsa muhtemelen tüm yönetim toplu olarak katledilir, Jungkook için olacaklar da onların insafına kalırdı. Tabii bunlara engel olabilmek için iki seçenek vardı: Jungkook'un açığa çıkmaması ya da açığa çıkması koşulunda canları pahasına onlara karşı gelebilmek. Ki ikinci seçenek, imkansızlığın olaya bürünmüş haliydi.
Veronica, Jungkook'u günden güne tanıdığından beri Jungkook'un safkan olmasından şüpheleniyordu. Jungkook, Taehyung'u zindandan çıkarmak için gücünü kullandığında ise buna emin olmuştu. Jungkook ne olduğunu bilmiyor ve gittikçe kontrolden çıkıyordu. Veronica bunu durdurmak istemişti; yasak olduğunu bilse de Jungkook'a safkanların ve melezlerin varlığından bahsetmek, hatta Jungkook'un da onlardan biri olduğunu söylemek istemişti.
Asher koridorda Jungkook'a rastladığında gücünü hissetmişti. Bu yüzden ısrarla kim olduğunu ve orada ne işi olduğunu sormuştu. Orada ne işi olduğunu soruyordu çünkü kendinden birini tanımaması imkansızdı. Kendisi gibi bir safkanı hissetmişti. Ama tuhaf bir şekilde bu safkanlığın yanında pek emin de olamamıştı, onu bulandıran bir şeyler vardı sanki. Üstü örtülü gibiydi.
Veronica, Asher'ın Jungkook'u tespit etmesinden korktuğu için soyadını Seha'nın soyadından farklı söylemiş ve onu olabildiğince geçiştirmişti. Veronica'nın zihni, diğer yönetim üyelerinde olduğu gibi özel bir büyüyle korunaklı durumda olsa da Asher onun zihnini okuyarak değil ama davranışlarına ve kendi içgüdülerine dayanarak Jungkook'un safkan olduğu konusundaki tahminini güçlü bulmuştu.
İşte o anda işlerin kızışacağını tahmin etmiş ve bizzat gidişatı izlemek istemişti. Çünkü Asher, büyücülerin görüp görebileceği en umursamaz ve en oyun sever büyücüydü. Yıllardır yaşanacak en vahşet dolu savaşı bile bir oyun olarak düşünebilirdi. Bundan zevk alıyordu; bu yüzden Jungkook'un gücünü görmezden gelmiş, Chaeyoung'un duygularını zihnindeki oyunu daha da zevkli hale getirecek şekilde yönlendirmişti. Çünkü aşkından gözü kör olmuş bir kızın duyguları, en tehlikeli silah haline gelebilirdi.
Jungkook içinde olduğu bu vahşi oyundan habersiz bir şekilde şifacıların olduğu binanın boşaltılmış katında bir başınaydı. Uyandığından beri sadece birkaç kez, yüzüne bile bakmayan işlerini çabucak halledip giden birkaç şifacı gelip gitmişti. Onun dışında kimseyi görmemişti ve kime ne soracağını dahi bilmiyordu. Bu bilinmezlik onu sabırsızlandırıyor ve huzursuz hissettiriyordu.
İçeri sızan güneş ışığı solgun tenini yakarken uzandığı rahatsız edici yatakta doğruldu ve damarlarına bağlanmış serumları söktü. Vücudunun yer yer sızladığını hissediyordu, ancak onun dışında neredeyse hissizdi. Uyuşmuş gibiydi. Derin bir uykudan uyanmış gibi hissediyordu ama tezat bir şekilde dinç değildi. Her an başka bir derin uykuya yatabilecek gibiydi.
Çıplak ayaklarını zemine koyduğunda bir süre zemindeki soğukluğu hissedemedi. Ayaklarını sertçe zemine bastırdı. Hissizlik onu sinirlendiriyordu. Soğukluğu hafif bir şekilde hissettiğinde ayaklarını bastırmayı kesti ve başını geriye atarak derin bir nefes aldı. Tüm bedeni sanki kupkuru bir çöldü. Boğazı kupkuruydu ve nefes alırken dahi can yakıcı oluyordu.
Kısa bir süre öyle kaldıktan sonra yatağın başlığından destek alarak ayağa kalktı. Üzerinde sadece siyah bir şort vardı. Oysa üşümüyordu bile. Tüm hisleri sökülüp derin bir çukura gömülmüştü sanki.
Yavaş adımlarla odanın kapısına doğru ilerledi. Sonsuza kadar bu odada bekleyemezdi. Buraya nasıl geldiğini, neler olduğunu bilmeye hakkı vardı. Ya da ne kadar süredir burada olduğunu... Seha seçimleri yapılmış mıydı? Çok uçuk bir şekilde Seha çoktan seçilmişti ve Jungkook burada tutsak mı tutuluyordu?
Jungkook sonucu öğrenme isteğiyle yanıp tutuşurken kapının kolunu indirdi ve koridora kısa bir bakış attı. Geniş koridorda kimse yoktu. Şifacılar bile.
En yakın merdivene doğru ilerledi. Yürüdükçe dengesiz adımları bir ritim kazanıyor ve mucizevi bir şekilde halsizliği üzerinden kalkıp gidiyordu. Merdivenlerden yavaşça inmeye başladığında uzaklardan gelen bir konuşma sesini duydu. Sonunda bir şeyler sorabileceği birini bulabilecekti.
Koridoru görecek kadar aşağı indiğinde koridorun diğer tarafında siyah bir pelerin dikkatini çekti. Bakışlarını kaldırdığında aynı anda ilerideki kişi de ona bakmıştı. Taehyung'tu.
Jungkook kaşları çatık bir halde neler olduğunu anlamaya çalıştı. Bakışları Taehyung'un bandajlı koluna kaydı. Taehyung'un karşısında bir şifacı vardı ve ona yardımcı olmaya çalışıyordu. Taehyung bakışlarını şifacıya çevirdi ve geçiştirici birkaç şey söyleyip şifacı Jungkook'u görmeden onu başından savdı. Başıyla Jungkook'a yukarı çıkmasını işaret edip etrafını kolaçan etti ve hızlı bir şekilde bir hayalet gibi yukarı sızdı.
Jungkook normal şartlarda olsa Taehyung'la konuşmaya ya da Taehyung'un yanına gelmesine razı olmazdı ama şu anda cevaplara o kadar açtı ki bunu sorgulamamıştı. Taehyung yukarı çıkar çıkmaz merdiven başındaki Jungkook'a sessizce söylendi. "Neden dışarı çıkıyorsun?"
Jungkook kaşlarını kaldırdı. "Senin-" Kısa bir öksürük krizi onun tuttuğunda sözleri kesilmişti. Sertçe yutkundu ve damağında metalik tadı hissetti. Yüzünü buruşturarak devam etti. "Senin burada ne işin var?"
Taehyung bandajlı elini kaldırdı. Bandajın üstü biraz kan olmuştu ama ciddi bir şeye benzemiyordu. Taehyung dudağını büzdü. "Yaralandım." Gözlerinde alaycı bir ifade vardı. Jungkook neler olduğunu ya da Taehyung'un ne yapmaya çalıştığını anlayamıyordu.
Taehyung, Jungkook'un kaybolmuş ifadesini fark ettiğinde bandajlı elini indirdi ve ciddileşti. "Odanı göster. Konuşmamız lazım."
Jungkook tereddüt etse de birileriyle konuşması gerektiğinin farkındaydı. Karşısındaki konuşmayı en son tercih edeceği kişi olsa dahi, sorulardan kurtulmak onun için çok daha önemliydi. Sertçe dudaklarını birbirine bastırdı ve hoşnutsuz bakışları eşliğinde az önce çıktığı odaya doğru ilerledi. Jungkook yatağa oturduğunda Taehyung da yanına sandalye çekip oturdu. Kapıyı kapatmayı ihmal etmemişti. Gözlemlerine göre önlerindeki bir saat boyu kimse gelmeyecekti.
Jungkook soğuk sesini takındı. "Ne konuşmak istiyorsun?"
Taehyung tek kaşını kaldırdı. "Gerçekten uyandığından beri konuştuğun ilk kişi mi olacağım? Çok tuhaf."
Jungkook kaşlarını çattı. "İlk kişi olduğunu nereden biliyorsun?" Sorusunu bitirir bitirmez ayaklarını yatağa uzattı ve ince çarşafı üzerine çekti.
"Kafa karışıklığından. Gözlerin hiç saklamadan yansıtıyor her şeyi."
Jungkook bakışlarını kaçırdı. Taehyung, Jungkook'un sessizliğinden yararlanarak konuşmaya başladı. "Yarın savaş var. Ya onlar ölecek ya da biz. Bu yüzden seninle açık konuşmaya karar verdim." Son cümlesini bir fısıltı halinde söyledi. "Ne olacağı belli olmaz."
Jungkook'un kafası daha da karışmıştı. "Yarın savaş mı var?! Ne saçmalıyorsun sen?" İyice huzursuzlanmıştı.
"Seçimler sekteye uğradı. Seha bunu öğrencilere açıklamadı ama muhtemel sonuç bu. Savaş olduğunu nereden bildiğim bana kalsın. Dediğim gibi, sana olan biteni açıklamaya gelmedim. Söyleyeceklerim var."
"Eğer seni dinlememi istiyorsan ne haltlar döndüğünü açıklayacaksın, Taehyung. Boş boş seni dinleyecek değilim. Bunca şeyi, bir çırpıda tek kelime açıklama bile yapmadan söylemek öyle kolay değil."
Taehyung derin bir nefes aldı ve mırıldandı. "Tahmin edilebilir bir Jeon Jungkook çıkışı." Saçlarını geriye attı ve kısa bir süre bakışlarını tedirgin bir halde hızlıca odada gezdirdi. Jungkook onu karşısında ilk defa bu kadar tedirgin görüyordu. Bu yüzden oldukça gerilmişti.
"Sana bunları anlatmaktan hoşlanmıyorum ama anlatmak zorunda olduğumu da hissediyorum."
Jungkook kaşlarını çattı. "Daha açık konuş artık. Senin laf oyunlarına harcayacak sabrım kalmadı." Derin bir nefes verdi.
Taehyung sertçe dudağını birbirine bastırdı ve parmaklarını oturduğu koltuğun kenarlarına geçirdi. Derin bir nefes alıp tekrar konuşmaya başladı. "Burası sandığın gibi bir yer değil. Bundan karşı tarafta olma mantığını çıkarmanı istemem." Sessizleşti. "Rosé'nin de sağı solu belli değil bana kalırsa."
"Rosé? Tanrı aşkına, ne savaşı olduğunu bile bilmiyorum. Bana her şeyden haberim varmış gibi konuşuyorsun! Rosé ile savaşımız mı var?!" Rosé ismini duyar duymaz Jungkook'un aklında Chaeyoung belirmişti. Annesinin savaşı vardı. Sahiden Chaeyoung neredeydi şu anda? Bunu sormak istedi ama Taehyung'a sormak istemiyordu. Aklına binbir türlü felaket geliyordu, çıldıracak gibi hissediyordu.
"Pekala detaylı anlatmam gerekiyor sanırım." Taehyung kurumuş dudağını ıslatarak devam etti ve açıklayıcı olmasını umarak konuşurken ellerini de kullandı. "Rosé yarın savaş için geliyor. Chaeyoung'u da yanına-"
"Ne?!" Jungkook üzerindeki çarşafı attı ve bir hışımla yataktan kalkmaya çalıştı. Taehyung kollarından tutup onu geri yatağa düşürdü ve kararlı bakışlarını üzerinde tuttu. "Ne yaparsan yap, savaştan önce ona ulaşabilmen mümkün değil."
Jungkook nefret dolu bakışlarını Taehyung'un bal rengi irislerine yöneltti. "Canımı yakmak için mi söylüyorsun tüm bunları?" Tekrar kalkmaya çalıştığında Taehyung daha sert davrandı. Jungkook sinirle bağırdı. "Çekil yolumdan!"
"Gürültü yaratıp durma, fark edecekler! Şu anda kalkıp gitsen bile hiçbir şey yapamazsın. Otur ve beni dinle."
Önceki sorusuna ithafen Taehyung başını olumsuz anlamda salladı. "Chaeyoung'u soracağını biliyordum. Bu yüzden sen sormadan durumunu söyledim. Canını yakmak istesem buna gerek bile yok. Zaten bitik haldesin."
Savaştan önce Chaeyoung'u görebilme imkanı yoksa o da savaş esnasında görürdü. Savaşın yarın olması dışında bir sorun yoktu ama Jungkook ne yapıp edip o savaşa katılacaktı.
"Yönetim seni savaşa katmak istiyor." Taehyung koltuğa tekrar oturdu ve başını yana eğdi. "Yani muhtemelen durumunu umursamayacaklardır."
Jungkook mırıldandı. "Benim de istediğim bu."
"Şimdi gelelim asıl konuşmak istediğim şeye..."
Jungkook şüpheci bakışlarını ona yöneltti. Bu kadar acil konuşması gereken neydi? Neden kendini riske atarak buraya kadar gelmişti? Jungkook bunun sonucunu merak ediyordu.
Taehyung istemsizce güldü ve açıklamak üzere dudaklarını araladı. "Neden seni öldürmeye geldiğimi düşünmüyorsun? Beni görür görmez bunu söylersin sanmıştım."
"Merakını gidermeden beni öldürecek kadar aptal değilsin."
"Giderdikten sonra öldürürsem?" diyerek tek kaşını kaldırdı.
Jungkook umursamaz bir halde omzunu silkti. "Cesaret edemezsin. Ha diyelim ki ettin, ben zaten ölümden çekinecek biri değilim." Bu konuda en büyük zayıflığı Chaeyoung'un durumuydu ama elbette bunu araya katmadı.
Taehyung başıyla onayladı. "Bunu yeterince belli ettin." Saçlarını tekrar dağıttı ve konuşmak istediği meseleye odaklandı. "Senden sakladığım şeyler vardı. Belki bu yüzden tuhaf olduğumu düşünmüş olabilirsin. Ama saklama nedenlerim oldukça geçerliydi."
Jungkook mırıldandı. "Bir şeyler sakladığını tahmin etmek zor değil."
Taehyung ona saniyelik bir bakış atıp devam etti. "İlk kavgamıza dönelim." Elleri de konuşmasını destekleyici bir şekilde hareket ediyordu. "Chaeyoung konusunda yurtta ilk kez kavga ettiğimizde hiçbir şeyi kasıtlı olarak yapmamıştım. Tamamen doğal bir kavgaydı. Sonuçlarını da tahmin edememiştim, sana o kadar sinirliydim ki gözüm hiçbir şeyi görmemişti. İster inan ister inanma ama neden seni zindana atıp beni temsilci yaptılar, hala hiçbir fikrim yok."
Taehyung, Jungkook'un bir tepki vermesini bekledi ama Jungkook sadece ifadesiz bir şekilde onu dinliyordu. Taehyung ısrarcı olmayıp konuşmaya devam etti. "Bende bir tuhaflık olduğunu sezdiğini biliyorum. Aynı şekilde ben de sende bir tuhaflık seziyorum."
Jungkook sakin bir şekilde hafifçe başını yana eğdi ve keskin bakışlarını Taehyung'a doğrulttu. "Ne demeye çalışıyorsun?" diye fısıldadı.
Taehyung'un yüzünde tuhaf bir ifade oluştu. Jungkook o an, ne anlama geldiğini dahi anlayamamıştı bu ifadesinin. "Senin Jungkook olmadığını seziyorum."
Jungkook tek kaşını kaldırdı. Aynı düşüncelere Taehyung için sahip olduğunu biliyordu. Taehyung'un bunu söylemesi, bu yüzden onu şaşırtmıştı. Ama duygularına hakim olmaya çalıştı. "Yani Taehyung olmadığını kabulleniyorsun. Öyle mi?"
Başını olumsuz anlamda salladı. "Ben tamamıyla kendimim. Tuhaflık sezmenin nedenlerini anlatacağım ama bunu sadece orada bir yerlerde hapsolmuş Jungkook için anlatıyorum. Senin için değil."
Jungkook histerik bir ifadeyle güldü. "Delirmişsin sen."
"Şimdi halime gülüyorsun ama içten içe bunun doğru olduğunu biliyorsun." Elini havada salladı. "Her neyse, bunu tartışmak istemiyorum şu anda. Neden tuhaf davrandığımın sebeplerini anlatacağım. Ölmeden önce buna ihtiyacın olabilir."
"Öleceğimi nereden çıkartıyorsun?"
Taehyung'un bakışları ürkütücü bir hal almıştı. "Çünkü sen ölmemek için herkesi öldürürsün."
Jungkook'un yüzünde şimdi alaycı da olsa en ufak bir gülümseme yoktu. Bakışları daha da koyulaşmıştı, bir karadelik gibi ürkütücüydü. "Kendini öldürmeye çalışmış birine fazla komik konuşuyorsun, Taehyung."
"Kendini öldürmeye çalışan sen değildin. Jungkook'tu. Ve eğer sen olmasaydın şüphesiz ki başarılı olmuştu."
"Diyelim ki benden başka birisi var. Ki bu tamamen deli saçmalığı. O halde onun seni öldüreceğinden neden korkmuyorsun? Karşıma dikilmiş tüm bunları nereden aldığın cesaretle anlatabiliyorsun?"
Taehyung gülümsedi. "Gözlerindeki öfkeyi görebiliyorum. Evet, beni öldürebilirdin. Ama bana ihtiyacın var. Bendeki cevaplara ihtiyacın var."
Jungkook yumruklarını sıktı ve bakışlarını kaçırdı. Sakinleşmeye çalışıyordu. Kalbinin şiddetle çarptığını hissediyordu. Sertçe yutkundu. Taehyung, Jungkook'un nasıl kendine hakim olmaya çalıştığını görebiliyordu. Bir kez daha şüphelerinden emin olduğunu düşündü ve konuşmaya devam etti. "Tam olarak ne zaman başladığını bilmiyorum ama tuhaf sahneler görmeye başladım. Başta rüya olduğunu düşündüm, gözlerimi her kapattığımda bulanık bir şekilde canlanıyorlardı. Rüya olduğuna dair uzunca bir süre kafa yordum. Ama değildi."
Arkasına yaslandı. "Daha önce yaşamadığıma emin olduğum, başka bir zamana ait anılar görüyordum. Oysa zihnim, çocukluğumu geçirdiğim ana yurdun anılarıyla doluydu. Zaman geçtikçe ana yurttaki anılar kayboldu ve yerini bu yeni gördüğüm rüyalar aldı." Derin bir nefes aldı ve bir süre sessiz kaldıktan sonra devam etti. "O anılarda küçüktüm. Çok fazla küçük değildim, etrafında dönüp bitenleri anlayabilecek bir çocuk gibiydim. Bir kadın hatırlıyordum." Duraksadı. Jungkook bu noktada ilgisini ona yöneltmişti. Aklı başka bir yere daha takılmıştı. Taehyung ana yurda dair anıları olduğundan bahsediyordu ama balo gecesi ona eski hayatından tanıdık birini görmüş olabileceğini söylemişti. O halde Taehyung balo gecesi bu rüyaları görmeye başlamıştı.
Taehyung anılara dalmış bir halde dalgın bakışlarıyla anlatıyordu. "Uzun sarı saçları vardı." Jungkook ilk cümlesini duyar duymaz kasılmıştı. "Saçlarımı okşardı. Neredeyse her anımda yanımdaydı, beni 'Taehyungie' diye çağırıyordu." Lakabını telaffuz eder etmez istemsizce gülümsedi ama saniyelik bir gülümsemeydi. "O kişinin kim olduğunu kötü bir detayla anlamıştım."
Jungkook dayanamayıp bakışlarını Taehyung'a çevirmişti. Kaşları çatıktı. "O kadının sırtında büyük bir yara vardı. Aynı seninki gibi..." Bakışları buluştu ve Jungkook dehşete kapılmış bir halde ona baktı. "Yara izi ve o derste verdikleri detay uyuşmuştu. İlk defa o zaman anlamıştım. Rosé'nin annem olduğunu."
"Ne?" Jungkook sadece fısıldayabilmişti. Bu kadarını beklemiyordu. Aklının en ucundan dahi geçmemişti. Jungkook, Taehyung'un Rosé'nin oğlu olduğunu idrak ettiğinde aklına başka bir detay takılmıştı. Chaeyoung ve Taehyung kardeşti. Taehyung bunun farkındaydı ve o yüzden sürekli Chaeyoung'u kollamaya çalışıyordu. Jungkook'u ondan uzak tutmaya çalışıyordu çünkü Jungkook'un tehlikeli olduğundan şüpheleniyordu. Jungkook'un zihninde her şey şimdi oturmuştu.
Taehyung devam edemeden Jungkook şaşkın bir şekilde konuştu. "Bu yüzden mi? Bu yüzden mi Chaeyoung'u koruyup duruyordun?"
Taehyung başıyla onayladı. "Senin aklın sadece birilerini yatağa atmakla alakalı çalıştığı için böyle bir şeye hiçbir zaman ihtimal vermedin."
Jungkook tüm bunları hazmedemiyordu. "Tabii ki de ihtimal vermedim! Çünkü ikiniz kardeş olursanız ikinizin de melez olduğu anlamına gelir bu!"
Jungkook'un sinir krizine karşın Taehyung oldukça sakindi. Bu durumun şokunu çoktan atlatmıştı. Tek kaşını kaldırdı. "İki melez mi?" Jungkook Taehyung'un buna şaşırmasını anlayamamıştı. Bu yüzden ilgili bakışlarını ona çevirdi.
"İki melez olduğunu iddia edemeyeceğim. O anılardan hatırladığım bir şey daha varsa Chaeyoung ve benim babalarımızın farklı olduğu. Chaeyoung'un babası normal bir insandı."
"Başından beri gözümüzün önündeki melez sendin."
Taehyung başıyla onayladı. "Bunu da anılardan sonra fark ettim. Aslında anıları hatırlamama melez olmam yol açtı. Hem Niger hem de Flave gücü taşıyordum. Bu hafızamın silinmesini zorlaştırıyordu. Ya da silinse bile geri geliyordu. İki zıt gücü kullanabilmek diğer gücün kusurlarını örtüyordu. Bu yüzden de sen yönetim kurulu üyesinin zihnine girmekte zorlandığında ben girebilmiştim. O zaman sormuştun ama sadece ufak bir numara olduğunu söylemiştim."
Jungkook cevaplara ulaşabildiği için daha rahatlamış hissediyordu, ancak bu rahatlık gerginliğinin yanında hiçbir şey değildi.
Chaeyoung yoktu. Taehyung ve Chaeyoung kardeşti. Taehyung melezdi. Yarın savaş vardı. Karşılarında Rosé olacaktı. Yönetim Jungkook'u savaşta istiyordu. Savaş, Chaeyoung'u görebilmesi için son şansı olabilirdi. Ayrıca aklından hiç çıkaramadığı kısım, Taehyung işin ciddiyetinin farkındaydı bu yüzden gelip her şeyi anlatıyordu. Cidden ölebilirlerdi.
Bu bilgilerin hepsini uyanışından sadece birkaç saat sonra öğrenmek ise onu epey afallatmıştı. Yine başına sinir bozucu bir ağrı girmişti. Eliyle başını ovalamaya başladı. Başı ağrıdığında düşünceleri daha da bulanıklaşıyor, sanki ondan uzaklaşıyorlardı. Bundan nefret ediyordu.
"Şimdi neden böyle davrandığımı anlıyor musun, Jungkook?"
Jungkook bir cevap dahi verememişti. Kesik bir nefes aldı ve acıyı unutmak ister gibi gözlerini kapattı. Ardından belli belirsiz mırıldandı. "Ben kendimdeyim."
Taehyung fısıldadı. "Kendinde olmadığını sen de biliyorsun."
Jungkook gözlerini araladığında Taehyung kapının yanına gitmişti. Kapı kolunu indirdiğinde son kez konuştu. "Kendini bir an önce toparlamanı öneririm. Yoksa savaş alanından cesedinin çıkması bir tahminden öteye gider."
***
İlerleyen saatlerde Jungkook'un odasına kayda değer başka birisi uğramıştı. Bu kişi Seha'nın yardımcısıydı. Soğuk bir kadındı ve tuhaf bir şekilde Jungkook'a Niger Başkanı'nı aratıyordu. Jungkook onu gördüğünde bir terslik olduğunu sezmişti ama bunun üstünde çok durmamıştı. Uzun süredir içgüdülerini duymazlıktan geliyordu. Bir şekilde içindeki canavarın içgüdüleri yoluyla canlandığını düşünüyordu.
Yardımcı hızlı bir şekilde savaş olacağını söylemiş ve birkaç bilgilendirme yapmıştı. İşin açığı psikolojiden anladığı yoktu, her şeyi art arda sıralıyordu. Bu konuda Taehyung'tan farksızdı. Tek dileğinin bir an önce buradan çıkabilmek olduğu fazlasıyla açıktı. Jungkook'la bir kez olsun düzgünce göz teması kurmamış, monoton ve ruhsuz sesiyle sadece kendisine verilen görevi yerine getirmişti.
Jungkook saatler önce aynı haberleri Taehyung'tan öğrenmese muhtemelen aynı krizi bir daha geçirirdi ama zaten bildiği için ağır tepkiler de vermemişti. Sadece göze batmamak için şaşırıyor gibi yapmıştı. Oyunculuğu kötü olsa da zaten yardımcının umurunda olmadığı için bir sorun çıkmamıştı. Kadının zaten dikkatini çekmediğini fark ettiğinde ise şaşırma rolünü bile yapmamaya başlamıştı.
Kadın diyeceklerini sıraladığında duraksadı ve asıl önemli yere geldiğini belli etmek istercesine dengesiz bir şekilde saçlarını geriye attı. Jungkook o sırada robotlaşmış dinleme rolüne son verip gerçekten dikkatini ona verdi. Söyledikleri yönetim için fazla önemli olmalıydı çünkü yardımcı her kelimeyi vurguluyor ve anlaşılır bir tonda konuşuyordu.
"Yarın savaşa katılacaksın ama Seha işaret verene kadar müdahale etmeyeceksin. Açığa çıkmanı istemiyoruz, mümkünse senin orada olduğunu bilmesinler." Yutkundu. "Bu yüzden endişe etmene gerek yok. Sana bir zarar gelmeyecek, güvenli bir şekilde arkada duracaksın." Formaliteden rahatlatma konuşmaları...
"Başka katılacak öğrenci var mı?"
Konuşmanın başından beri ilk kez konuşmuştu, bu yüzden yardımcı bir miktar afallamıştı ama hızlıca yanıtladı. "Virma Temsilcisi Jisoo ve Rubar Temsilcisi Baekhyun."
Jungkook Chaeyoung'un burada olmadığını zaten biliyordu, bu zihninin bir köşesinde canlanarak tekrar canını yaktığında belli etmemeye çalıştı. Bilmiyormuş gibi yapmalıydı. Derin bir nefes aldı ve ses tonunun oldukça tekdüze olmasına özen göstererek sorusunu yöneltti. "Tüm temsilciler katılıyorsa Flave Temsilcisi neden katılmıyor?"
Yardımcının bunu beklemediği çok açıktı. Jungkook onun zihnine girmek için öyle yoğun bir istek duyuyordu ki kendine engel olmak için bedenini kasıyordu. Cevaplar sadece bir adım ilerisinde olabilirdi. Zihnine girip her şeyi öğrenebilirdi ama güçlü bir sakıncası vardı. En son birinin zihnine girdiğinde o kişi Lalisa olmuştu. Zihnine girdiğinde aklının en ucundan bile onu öldürme seçeneği geçmemişti. Oysa zihnine girdiğinde bunu durduramamıştı. Sanki Lalisa'nın zihnindeki odalarda dolaşırken her bir odaya kalıcı zararlar vermiş ve en sonunda hayatla olan bağını kesmişti. O zamandan bu yana hiç kimsenin zihnine girmemişti. Tekrar kontrolü kaybetme düşüncesi onu ciddi manada korkutuyordu. İkinci kez oldukça kanlı bir an yaşamak istemiyordu. Bunu kaldırabileceğini düşünmüyordu. Öldürmek için yaratılmadığını düşünüyordu. Buna tezat bir şekilde ise içindeki bir varlık öldürme isteğiyle yanıp tutuşuyordu. Ona engel olamıyordu. Zihnine girmek için yaptığı en ufak bir hamle vahşice onu öldürmesiyle son bulacak gibiydi. Bu yüzden cevapların bir adım ilerisinde olabileceğini bilse de kendisini dizginliyordu. Daha büyük bir felakete engel olmak için...
Yardımcı bakışlarını kaçırarak mırıldandı. Bir yalan olduğu fazla açıktı. "Katılabilecek durumda değil."
Jungkook ilgileniyormuş gibi başıyla onayladıktan sonra çok geçmeden yardımcı odadan ayrıldı. Jungkook tekrar tek başına kaldığında aklına dolanan başka bir düşünce daha belirmişti. Hepsinden daha yıkıcı ve karanlıktı, bu yüzden onu düşünmemek için bahaneler yaratıp duruyordu. Bu düşünce şiddetli bir şekilde karşısına çıktığında kontrolden çıktığı ya da kontrolden çıkmaya yakın olduğu anlar oluyordu. İçinde olduğuna inandığı bu canavar kendisi olabilirdi. Kendisine yakıştıramadığı için kendi içinde bölünmüş olabilirdi. Her seferinde bu seçeneği yok etmeye çalışıyordu ama zihnine işlenmiş bir zehir gibi orada yerini koruyordu.
Kendisini şu andan ayırmış olan düşüncelerden arınarak bakışlarını kaçırdı ve kurumuş dudağını ıslattı. Dikkatini dağıtmaya çalışıyordu ama bu düşüncenin devamı geliyordu. Biliyordu ki, her geçen gün içindeki bu vahşi istek daha da yoğunlaşıyordu ve o daha da kontrolden çıkıyordu. Dolayısıyla aklına o dehşet verici şey geliyordu. Tüm hislerine kör olduğunda, içindeki bu vahşi istek en sevdiğine bile zarar verebilir miydi? Chaeyoung'a bile zarar verme isteğini kendisinden bağımsız bir şekilde taşıyabilir miydi?
Zihnindeki zehirli düşünceler arasında onu en çok korkutan buydu. O görmezden geldiği içgüdüleri, Lalisa'ya olanlardan sonra açıkça bunu haykırıyordu. Kendisine zarar vermesinin en büyük nedenlerinden biri de buydu. O gittikçe Chaeyoung'a zarar verebilecek potansiyele sahip birisi oluyordu. Taehyung başından beri bunu biliyordu.
Taehyung kim olduğunu öğrendiği ve ondaki farklılığı sezdiğinden beri, Jungkook'u Chaeyoung'tan uzaklaştırmaya çalışıyordu. Açıkça içinde bir canavar olduğunu da iddia etmişti. Tüm bunlara rağmen Chaeyoung'tan bile bile uzaklaşmak Jungkook'un yapabileceği en akıl almaz şey gibiydi. Bunu düşünemiyordu. Bunu her ne olursa olsun yapmak da istemiyordu.
Chaeyoung'tan uzak kalmaya bir kez daha dayanamazdı. Savaşta arkada da durmayacaktı. Onu bulacaktı ve kimsenin ruhu duymadan buradan basıp gidecekti.
Evet. Kimsenin ruhu duymayacaktı.
***
part uzunluğu: 3.5k
açıkçası finalin kusurlardan uzak olmasını istiyorum bu yüzden bolca vakit harcadım, dolayısıyla sizleri de bekletmiş oldum, özür dilerim:/
ama dediğim gibi finalin minimum hatalı olması için çok uğraştım çünkü siyah pelerin benim için çok şey ifade ediyor, aceleye getirmek yapacağım en kötü şey olurdu
eğer bir terslik olmazsa çok yakın zamanlarda diğer iki partı da atacağım, bu birkaç günden fazla dahi olmayacak, ikinci partı yarın atabilirim
umarım kitabın başından beri zevk almışsınızdır, bunun yanında binbir türlü düşüncelere ev sahipliği yapmış ve farklı karakterlerin duygularına, düşüncelerine tanık olarak başka bakış açıları da kazanmışsınızdır
siyah pelerin'i yazarken en büyük amaçlarımdan biri, insanların farklı yanlarını gösterebilmekti; bunun yanında herkesin doğuştan kötü ya da iyi olmadığını, hatta yaşamlarında gri kişilikler olarak yaşadıklarını siyah ya da beyaza bürünmenin imkansız olduğunu göstermek istedim
buna artı olarak insanlara güvenmek kitaplarda, dizilerde ya da filmlerde olduğu kadar kolay değildir ve risklidir; size sempatik gelen kusursuz bulduğunuz çoğu kişilik aslında sizin için güvensiz kişilikler olabilir, birine kolayca güvenmemelisiniz, herkesin her dediğine inanmamalısınız
başroller imkansız derecede beyaz ya da siyah olmamalıdır, klasikleşmiş siyah erkek ve beyaz kız gerçekte yoktur ve birleşimleri her zaman mutluluk getirmez, bu tür yalanlara kendinizi kaptırarak size layık olmayan erkekler seçmeyin, unutmayın ki aşk kişiliklerdeki kusurları her zaman örtmez
jungkook çoğu zaman kötü kararlar vermiş olsa da bu onun başrollüğünden bir şey götürmez, çünkü o diğer herkes gibi kusursuz değil, kötü kararlar verebilir iyi kararlar da verebilir
umarım siyah pelerin boyu anlatmaya çalıştığım şeyleri anlamış ve buna inanmışsınızdır, sizlere hayatın bu yanını gösterebildiysem ne mutlu bana ve siyah pelerin'e...
umarım beğenmişsinizdir,
sizleri çok seven yazarınızdan sevgilerle, matmazel.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top