8 ➳ 'karşılıklı fedakârlıklar'

'Her fedakârlığın daima bir karşılığı vardır.'

🌼🌼🌼

"Taehyung!"

Öksürmeye başladığımda gözlerimin dibindeki duvara kan sıçradığını görmemle birlikte gözlerim neredeyse şokla ardına kadar açılmıştı. Büyük bir özgüven ve soğukkanlılıkla Taehyung ve ben o adamın üzerine yürümüştük yürümesine ama adam neredeyse ikimizi birden parmağında çeviriyordu.

"Taehyung amına koyayım senin!" Öksürükle karışık bağırdığımda Taehyung başka bir duvarın köşesinde kendine gelmekle meşguldü. Karşımdaki adam yüzüme bir yumruk daha geçirdi. Öksürmekten ciğerlerimi hissetmiyordum resmen. "O yüz değerli yalnız," diye mırıldanmaya çalıştım ama sadece kesik kesik konuşabilmiştim. Tişörtümün yaka kısmı tamamen kana bulanmıştı.

Sözümü belki duymadı belki de aldırmak istemedi ama yüzümün değerli olduğunu söylerken şaka yapmıyordum. Modeldim ben model! Bu yüz ne kadar para getiriyordu haberi var mıydı acaba? Oysaki çeşmeden akar gibi kan akıyordu şimdi güzelim yüzümden.

Adam yakamdaki elini geriye çekerek beni duvara doğru fırlattı. Evet, abartı yapmıyordum fırlattı. Başımın arkasını duvara çarptığımda yüzümü buruşturarak gözlerimi kapattım. Gitmeden önce karnıma sert bir tekme geçirdi ve daha sonra adamın Taehyung ve benim inlemelerimizle dolu sokakta adım seslerini duydum. Canım öylesine çok yanıyordu ki gözlerimi açmak istemiyordum. Çok geçmeden Taehyung'un telefonu çalmaya başladı. Gözlerimi açmasam da Taehyung'un telefonu almak için elini yere vurmasından onu aradığını anlamıştım.

"Annem arıyor," diye mırıldandı. Gözlerimi açtım ve derin bir nefes almaya çalıştım. Ama böylece daha çok öksürmüştüm. Taehyung'u engellemek için elimi yukarı kaldırdım. "Şimdi açma telefonu. Bekle."

Durdu ve eline aldığı telefonu yere bırakarak yutkundu. Başını duvara yasladı. Yüzünü buruşturarak elini karnına götürdü. "İç kanama geçiriyor muyumdur acaba?"

Hırıltılı bir şekilde solurken elimi başımın arkasına götürdüm. Çok olmasa da kan vardı. "Seni bilmem ama ben iç kanamam olduğuna eminim." Diğer elimi karnıma götürdüm ve tişörtümü biraz kaldırdım. Defalarca tekme attığı karnımda yer yer morluklar oluşmuştu. Ağlar gibi bir ses çıkardım. "Umarım bu hafta üzerimi açacağım bir şey giymek zorunda kalmam!"

"Ha doğru. Senin bu hafta dergi çekimin vardı."

"Denk gelen şansıma tüküreyim," diye mırıldanarak başımı yasladığım duvardan çektim. "Üzerimden buldozer geçmiş gibi hissediyorum," diye fısıldadım gözlerimi kapatarak. "Buldozer geçti zaten amına koyayım! Adamı görmedin mi? İkimiz kadardı."

"Ben ki Jaehyun'u dövmüş adamım. Bunu nasıl dövemedim ya," diye söylenerek elimi yere bastırdım. Kalkacağım sırada karnıma giren ağrıyla tekrar yere düşmüştüm. "Taehyung beni bırak git. Ben burada sessizce ölmek istiyorum."

Gözlerimi kapatıp halsizce mırıldandığımda Taehyung'un bana göre daha dinç olduğu belliydi. Tabii daha dinç olurdu ikide bir adamın hareketlerinden kaçan oydu. Dövüşmeye çalışan da bendim. Çalışan diyordum çünkü daha çok dövüşmek olmamıştı bu, dövülmüştüm besbelli. Taehyung ayağa kalktı ve bana doğru ilerledi. "Acaba Chaeyoung'un annesigil evde değilse ona mı çıksaydık? En azından kanlı yüzümüzü falan silerdik, bak gidemem ben eve böyle."

Ne kadar halsiz olsam da tüm gücümü toplayarak kaşlarımı çattım ve bağırdım. "Rezil olmamızı mı istiyorsun, Taehyung?!"

Omzunu silkti. "Eve bu halde gitmekten iyidir."

Beni kaldırması için elimi uzattım. "Kaldır beni de bir çözüm yolu düşüneyim."

"Kalkmadan düşünemiyor musun?" diyerek gülerken uzattığım kolumdan çekip beni kaldırmıştı. Alaycı bir şekilde yüzümü buruşturdum ve üzerimi silkeledim. Başım feci derecede ağrıyordu. Karnım ise çok daha kötüydü. Bir iç organımı kaybetmiş falan olabilirdim, o dereceydi. Ayakta dahi zor duruyordum. 

"Ayakta zor duruyorum bu halde hayatta bisiklet süremem. Bak şimdi, buraya yakın bir bar var daha önceden gittiğimiz. Sen ona git, lavabosunda yüzünü falan yıka, en azından kan lekelerinin kabasından kurtul. Ben oraya gidemem, muhtemelen beni tanırlar ve ertesi gün magazin haberlerinde boy boy fotoğrafım olur. Sanırım bisiklet sürecek kadar iyisin. Oradan da eve gidersin."

"Sen ne yapacaksın?"

Ardımızdaki caddeye baktım. "Taksiyle gideceğim galiba. Bisiklet sürecek halim bile yok, bayılacak gibi hissediyorum."

Taehyung kolumu kaldırıp omzuna götürdü. "Bari taksi bulana kadar yanında kalayım. Sonra sokak köşelerinde ölüverirsin gencecik yaşında." Cümlesinin sonlarına doğru ciddiyeti atmak ister gibi alaycı bir ses tonuyla konuştu. Ciddiyeti dağıtma çabasına eşlik ederek gülümsedim. "Eski toprağım ben."

Taehyung kahkaha attı. "Daha lisede okuyan veletin söylediğine bakın."

Omzumu silkmek isterken çarptığım omzumun ağrımasıyla yüzümü buruşturdum. "Amma da iyi dövdü ama adam."

"Hiç deme be. Senden daha iyi göründüğüme bakma. Yüzümün mahvolduğunu hissediyorum."

Bakışlarımı yüzüne çevirdiğimde cidden de yüzünün dağılmış olduğunu gördüm. Sağ taraftaki kaşı patlamıştı, burnundan kan geliyordu ve alt dudağı da patlamıştı. Ayrıca elmacık kemiğinde morluk vardı. "Jennie bu halini görürse bir de üstüne o seni döver. Nasıl böyle dikkatsizlik ettin diye," diyerek kahkaha attım.

Dudağını büzdü. "Hiç deme ya. Benim minik kedim hırlar bana artık."

"Aman azıcık tatlılık yaparsan yumuşar o. Sanki bilmiyoruz Jennie'yi. Dışarıya kabuğunu gösterir. Senin yanında kabuk mabuk kalmıyor, yürü oradan." Jennie'nin Taehyung'a olan sevgisine değindiğimden olmalı ki Taehyung'un yüzünde bir tebessüm gözlerinde ise ışıltılı parıltılar oluştu.

Chaeyoung beni sevdiğini söylerken neden ben de böyle olmuyordum? Neden tebessüm etmiyordum, neden gözlerim ışıl ışıl olmuyordu? Chaeyoung beni gerçekten sevmediği için miydi bu, yoksa benim ona karşılık verip vermememle alakalı mıydı?

"Taehyung."

Kaldırıma geldiğimizde Taehyung taksi aramak için telefonunu çıkardı. "Efendim?" Taksi çağırmasını bekleyerek konuşmadım. Olduğumuz caddeyi tarif edince aklımdakileri dillendirdim.

"Eğer sen Jennie'yi sevmeseydin, ama Jennie seni sevseydi yine de onun sevdiğini duyunca bu kadar mutlu olur muydun?" Bir çırpıda sorduğum soru üzerine tek kaşını kaldırdı. Bunu beklemediği her halinden belliydi. Kısa bir süre afallasa da düşünceli bir şekilde ileri doğru baktı.

"Aslında insanın sevilmesi güzel bir duygu. Yani tabii ki sen de seni seven kişiyi seversen bu duygu iki katına çıkar. Ama yine de ben Jennie'yi sevmiyor olsam da onun beni sevmesinden mutlu olurdum. Sevilecek bir insan olduğumu gösterirdi bu."

"Yani mutlu olmak için sevilmek yeterli. Öyle mi?"

Başını olumsuz anlamda salladı ve dilini şaklattı. "Eksik bir cümle bu. Mesela, birinin seni sevmesinden hoşlanırsın. Hoşuna gider o kadar. Ama sen onun seni sevmesine aşık olursan, o hep seni sevsin istersen aslında sen de onu seviyorsundur. Bu onu kaybetme korkundur. Kendi hislerini fark etmiyorsan bile bu ilk önce onun seni sevmesinden ciddi anlamda zevk almanla başlar. Daha sonra kafana dank eder işte. Bu kız beni sevmezse ne yaparım dersin. Onun senden soğumasına yol açacak her şeyden nefret edersin. Farkında olmadan kendini, onun seni daha çok sevmesi için bir şeyler yaparken bulursun. İşte sen de onu seversen, bu sefer de seni seven kişiyi mutlu etmiş olma zevkiyle yanıp tutuşursun. O seni severken sadece sen mutlu olursun, ama sen de onu seversen farkında olmadan sevdiğin kişiyi dünyanın en mutlu insanı yaparsın. Aradaki fark budur."

Büyülenmiş bir şekilde Taehyung'u dinlerken nasıl bu kadar kararlı ve emin bir şekilde konuştuğuna hayret ediyordum. Gerçekten de karşılıklı aşkı bulmak insanı daha kararlı biri haline mi getiriyordu? İnsan böylece ne istediğini mi anlıyordu? Kendini mi tanıyordu?

Hala aklım çok karışıktı. Taehyung her ne kadar bu konuda kararlı düşüncelere sahip olsa da bu benim için geçerli değildi.

Dalgın bir şekilde kaldırımı izlerken Taehyung'un sesiyle kendime geldim. "Ne o? Birini sevmenin ne anlama gelebileceğini mi merak ettin?"

Başımı yavaşça olumsuz anlamda salladım. Göğsümdeki küçük ve kasvetli kafesin içinde çırpınan, tek başına ölüme terk edilmiş kalbimin yanına başka kalp getiremezdim ki. Bu kafese sürükleyemezdim hiçbir kalbi. Bu benim sorunumdu, hayatım benim sorumluluğumdu. Ve ben bu sorumluluğun yükünü kimseye yıkamazdım. O kafese kimseyi kilitleyemezdim.

Chaeyoung göremediği kafesten habersiz kalbini kalbimin yanına koymak istiyordu. Gözlerinin önündeki görünmez örtüyü çekip aldığımda ve o kafesle karşılaştığında da böyle istekli olabilecek miydi sahiden? O sadece gençti ve haliyle küçük bir hoşlantı yaşıyordu. Pekala, onu bu hoşlantı konusunda suçlayamazdım ama ben ondan daha bilinçli bir insan olarak bu hatayı yapmasına izin vermeyecektim.

Taehyung'un sorgulayıcı bakışları üzerimdeyken taksinin gelmesiyle bu sorusundan kurtulmuştum. Taehyung evin adresini taksiye tarif etti, cebinden çıkardığı parasını uzatacağı sırada elini çektim ve kaşlarımı çattım. "Annen bir daha ararsa görürsün."

Homurdanarak geri çekildi. Taksi ilerlemeye başladığında derin bir iç çekerek arkama yaslandım. Sanki zaman geçtikçe vücudumdaki ağrılar artıyordu. Elimi karnıma götürdüm. Feci derecede ağrıdığını hissediyordum, öyle ki çektiğim acıdan dolayı boncuk boncuk terlemeye başlamıştım. Taksici halimi görse de kötü işlere bulaştığımı düşünmüş olmalı ki sesini çıkarmadı.

Yolculukta dakikalar birbirini kovalamış, belki de sadece on beş dakika kadar sürmüş olan yolculuk bana neredeyse iki katından fazla görünmüştü. Taksiden inmeden önce son bir gayretle cebimden çıkardığım parayı taksiciye uzattım. Sanki onu yiyecekmişim gibi parayı hızlıca alarak önüne döndü. Zorla taksiden indiğimde karşımdaki büyük siyah kapıya baktım. Durduk yere öksürme isteğiyle dolup taştığımda güçlü bir şekilde öksürmüştüm. Boğazım ve ciğerlerim ağrıyordu. Ayaklarımı sürüyerek kapıya ulaştım ve anahtarı neredeyse altıncı denemede deliğe sokup çevirebildim. Başım dönüyordu ve ayakta ciddi manada zor duruyordum.

Kapıyı geri kapattım ve elimden düşen anahtarı almak için eğildim. Eğilmemle karnıma büyük bir sancı girmesi bir olmuştu. İnleyerek yere düştüm. Soluklarım derinleşti ve yere düşmüş olan anahtarı bulmak için elimi yerde dolandırmaya başladım. Nefessiz kaldığımdan değildi ama çektiğim acı neredeyse gittikçe artarken daha derin soluk alıyordum.

Kendimi yere atıp burada uyumak istiyordum. Ama muhtemelen bunun üzerine evden bir hafta çıkmama cezası yerdim. Bunu kesinlikle göze alamazdım.

Anahtarı sonunda bulduğumda neredeyse mutluluktan ağlayacaktım çünkü dışarısı fazla soğuktu ve içeri girmek için can atıyordum. Herkes uyuduğu için ön kapıdan girmenin bir sakıncası olmayacağını düşünerek zorlukla ayağa kalktım. Artık topallayarak yürüyordum.

Ön kapıyı da açıp kendimi içeri attım. O koca merdivenleri çıkmam gerekiyordu. Sırtımı kapıya yaslamışken giriş kattaki mutfaktan sanki sesler gelmişti. Adım sesleri duymuştum. Ardından derin bir iç geçirme. Nefeslerime engel olmak ister gibi dudağımı ısırarak olabildiğince hızlı bir şekilde merdivenlere yöneldim.

"Sana bunun açıklamasını yapmak zorunda değilim."

Bu annemin sesiydi. Bu saatte neden uyanıktı ki? Mutfak tarafından görünmemek için birkaç basamak daha yukarı çıkıp eğildim. Karşı taraftan ses gelmediğinde ama annem karşılık verir gibi konuştuğunda ise telefonda olduğunu anlamıştım.

"Sen kim oluyorsun da ben sana hesap vereceğim ha?! Jeon Sooyeon ile konuştuğunu unutuyor olmalısın. Daha fazla işlerime burnunu sokarsan zararlı sen olursun." Küçük bir çınlama yankılandığında annemin su bardağını (?) tezgaha koyduğunu düşünmüştüm. Adım sesleri gittikçe yaklaşıyordu, eğer şimdi hareket edersem beni fark ederdi.

Nefesimi tuttum ve bir elimi dudaklarıma bir elimi karnıma götürdüm. Kendimi neredeyse merdivenle özdeşleştirmiştim. Ciğerlerim dayanılmaz bir öksürük ihtiyacıyla dolduğunda dudağımdaki elimi daha da sıkılaştırdım. Gözlerimin yandığını hissediyordum, ciğerlerim patlayacak gibiydi. Şu andaki tek umudum annemin beni fark etmeden diğer merdivenden çıkmasıydı. Yavaş adımları gittikçe yaklaşıyor ve sanki kulaklarımda çınlıyordu.

Gözlerimi sıkıca kapattım ve sanki burada değilmiş gibi hayal ettim. Ne kadar mümkündü bilmiyordum. Adım sesleri yaklaştı, yaklaştı ve... ve durdu. Gözlerimi aralamaya korkuyordum. Elimi dudaklarıma daha da bastırdım. Patlama hissiyle dolup taşmıştım neredeyse, her an öksürebilirmiş gibi hissediyordum. Bu çok acı vericiydi, öyle ki gözlerimden yaşlar aktığını hissedebiliyordum.

Ardından adımlar devam etti. Diğer merdivene yönelmişti. Tanrım, beni görmemişti. Adım sesleri merdiveni bitirdiğinde koridordaki yürümesini duydum. Kapının kapanma sesini duyana kadar elimi dudaklarımdan çekmedim. Kapı kapanır kapanmaz ise dayanacak takatim kalmamıştı. Elimi hızla dudaklarımdan çektim ve yana doğru eğilerek öksürmeye başladım. Nefes bile almadan direkt öksürdüğüm için, öksürmem bittiğinde derince bir nefes almıştım. Sanki ilk defa nefes alıyormuşum gibi can yakıcı ve derin...

Öyle şiddetli öksürmüştüm ki kanaması duran dudağımdaki yara tekrar açılmış, merdivenin köşesi kanıma bulanmıştı. Beceriksizce elimle hafif kanı dağıtmaya çalıştım ama karanlıkta göremiyordum. Görünür düzeyde olsa bile bu halimle görebileceğimi sanmıyordum. Ellerimi merdivene bastırarak destek aldım ve güçlükle ayağa kalktım. Topallayarak iki kat daha çıktığımda gözlerim kararıyordu. 

Odamın kapısını açtım ve girer girmez arkamdan kilitledim. Üzerimi temizleyecek gücüm dahi yoktu. Kendimi sırtüstü yatağıma bıraktım ve elimin tersiyle dudağımdaki kanı sildim.

Şimdi tek derdim vücudumdaki darp izlerinin sabah uyandığımda yok olmasıydı. 

***

Alarm kurmadığımdan emin olsam da kulağımın dibinde çalan iğrenç bir melodi vardı. Yüzümü buruşturarak elimi sesin geldiği tarafa doğru attım. Telefonumdan geliyordu. Sertçe yutkunduğumda boğazımda ekşi bir tat hissetmiştim. Kan gibi... Birkaç saniye sonra ise odama nasıl geldiğim aklıma gelmişti. Yüzümü kaldırıp kafamı gömdüğüm yastığa baktım. Kan izleriyle dolmuştu. 

Telefonu kaldırıp ekrana baktım. Chaeyoung arıyordu. O sırada ise saati yeni görmüştüm. Tanrı aşkına öğlen olmuştu ve ben okulda değildim! Okula gelmediğim için aradığı üzerine bahse girerdim. Her ne kadar açmak istemesem de aramayı cevaplandırdım. Açmazsam bu sefer daha da telaşlanır ve abartırdı.

Abartır mıydı? Sanırım bulunduğum durum abartılacak bir durumdu. 

"Jungkook!"

İsmini söylemek için dudaklarımı araladığımda onun yerine öksürmüştüm. Ağzımda hala o metalik kan tadı vardı. Mide bulandırıcıydı. "Jungkook, Tanrı aşkına neredesin?!"

"Uyuyakalmışım," diye mırıldandım. Derin bir nefes aldı. "Bak, neler olduğunu biliyorum tamam mı?"

Kaşlarımı çattım. "Ne?!"

"Oraya geliyorum, Jungkook."

Zorlukla doğruldum. "Saçmalama istersen Chaeyoung. Neyden bahsettiğini bilmiyorum ama sadece uyuyakaldım. Zaten şu saatten sonra okula gelsem de bir şey olmaz, o yüzden bugünü evde geçireceğim ve gelmeni istemiyorum."

"Neyden bahsettiğimi ben geldiğimde anlarsın, Jeon Jungkook."

Ve telefon kapandı.

Kaşlarımı çatarak ekrana baktım. Taehyung mu söylemişti acaba ne olduğunu? Yoksa tamamını anlatmış mıydı? Chaeyoung'u takip ettiğimizi sonra o adamı görüp dövmeye çalıştığımızı... Çalıştığımızı diyorum çünkü düpedüz dövülmüştük ve bu çok rezil bir durumdu. 

Eğer Chaeyoung buraya gelirse şüphesiz ki dövüldüğümü anlayacaktı. Kan izlerini yok etsem de vücudumdaki morluklardan sadece bir saat içinde kurtulamazdım. Tabii şanslıysam bir saat. Eğer Chaeyoung şanslıysa yarım saat içinde burada olurdu. Bu kız delirmiş miydi?! Okuldan mı kaçacaktı cidden?

Bildirim panelini aşağıya kaydırdığımda Taehyung'tan beş, Chaeyoung'tan on iki cevapsız arama olduğunu görmüştüm. Taehyung'u aradım. Taehyung aramaya cevap verir vermez konuştum. "Sen mi anlattın?"

"Bir an sokak köşelerinde öldün sanmıştım." Güldüğünü ses tonundan anlamıştım. "Yaşıyormuşsun!"

İç geçirerek elimi alnıma vurdum. "Bana lütfen olanları Chaeyoung'a anlatmadığını söyle. Çünkü bir şeyler bildiğini iddia ederek şu an evime geliyor."

"Yuh! Evine mi geliyor?"

"Evet, eğer engel olamazsan. Ona engel ol ve soruma cevap ver. Ona bir şey anlattın mı?"

Düşünüyormuş gibi mırıldandı. "Eksik anlattım diyelim.

Sinirle bağırdım. "Eksik ya da tam, hiçbir şey anlatmaman gerekiyordu Taehyung! Ne kadarını anlattın? Söyle çabuk!" Yaramaz bir çocuk gibi dudağını büzdüğünü hayal edebiliyordum. "Jennie ve Chaeyoung seni sıkıştırsaydı sen de bir şeyler anlatmak zorunda kalırdın. Yanağımdaki morluğu gördüklerinde ve senin okula gelmediğini öğrendiklerinde az daha bir şey söylemiyorum diye beni çiğ çiğ yiyeceklerdi. Resmen akbabaların içine düşmüş, ölmek üzere olan yakışıklı bir genç gibi hissetmiştim, anlıyor musun? Korkunç!"

"Acınma kısmını geçtiysen artık sadede gel. Ne kadarını anlattın?"

"Az çok benden daha kötü durumda olduğunu tahmin etmişlerdi zaten. Ben de onların bu düşüncelerini onayladım. Dün gece dışarı çıktığımızda bir grup serseriyle karşılaştığımızı kavga çıktığını ve benim üstün yeteneklerim sayesinde çok darbe almadan kurtulduğumu ama senin o kadar yetenekli olmadığını anlattım. Ee bir yere kadar doğru sonuçta. O yüzden okula gelememiş olabileceğini söyledim."

"Yeteneksiz olduğumdan mı?! Kaçtın lan kaçtın! Resmen adamın vuruşlarından kaçtın! Adama karşılık veren bendim nankör."

Sanırım Chaeyoung'a istesem de bu kadar rezil olamazdım. "Bana bak Taehyung. Chaeyoung'u engelle yoksa bu yaptığını unutmam. Engellersen bu hiç olmamış gibi geçebilirim ama Chaeyoung buraya gelirse kendini ölmüş bil, anladın mı beni?"

"Öf tamam be. Buradaydı zaten. Ben şimdi tutarım onu, çok uzaklaşmamıştır. Jennie!"

Sesi kesilince kaşlarımı kaldırdım. Ne oluyordu yine? Taehyung'un şaşkın sesini duydum. "Siktir."

"Ne oldu?"

Taehyung nefesini verdi. "Sanırım geç kaldım, Jungkook. Chaeyoung okuldan çıkmış."

🌼🌼🌼

bu bölüm 2.3k uzunluğundaydı

artık bölümleri biraz daha uzun tutmaya çalışacağım

bir sonraki bölümün nerede geçeceğini tahmin ediyorsunuzdur:)

oy vermeyi unutmayın<3!

umarım beğenmişsinizdir,

sevgilerle, matmazel.

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top