18- Uyuyan Güzel ve Uyuyan Yakışıklı
herkese iyi okumalar dilerim, bol bol yorum yapmayı unutmayın.
***
Bölüm 17 Özeti
İki yıldır ortalarda olmayan ekibin diğer üyesi Lalisa Manoban'ın dönüşüyle birlikte Jennie için soğuk savaş dönemleri başlamış olur. Jennie, Lalisa'nın diğer erkek üyelerin gözünü boyadığını düşünürken Taehyung'un buna kayıtsız kalmasına gücenir. Seokjin, Jimin'in Jennie'yi sevdiğini fark etmiştir. Hanbin'in yapacağını söylediği şeyin YG Entertainment başkanını öldürmek olduğu ortaya çıkar. Seokjin ve Taehyung bu konu hakkında konuşurken konu aralarında geçen yakınlaşmaya döner ve Taehyung Seokjin'in bu durumu hafife aldığını düşünür.
(y/n: baya da kısa özet yazmışım (!) )
***
Şaşkınca gözlerimi kırpıştırdım.
Bir saniye... ne?
O ciddi miydi? Bir an önce şaka yaptığını falan söylemesi gerekiyordu. Oysaki sinirli bir şekilde soluklarını hızlı hızlı alıp verirken gözlerindeki o korkutucu parlamayla doğrudan gözlerimin içine bakması şaka yapıyormuş gibi bir izlenim vermiyordu. Tekrar... ne?
İşaret parmağını göğsümden çekti ve arkasını döndü.
Ne diyeceğimi bilmeyerek konuşmaya çalıştım. Arkasını öylece dönmesi nedense bana kırıldığını düşünmeme yol açmıştı. "Taehyung, ben-"
Elini havaya kaldırdı. "Cidden bir şey söylemek zorunda değilsin." Yüzünü bana döndü ve soğuk bir şekilde gülümsedi. "Senin de düşündüğün gibi olmaması gereken bir şey oldu sadece. Boşluğuma geldi diyelim. Böyle bir konuya takılmak istemiyorum. Ha?" Sorar bir şekilde tek kaşını kaldırdığında kaşlarımı çattım. Ne düşündüğümü bile bilmezken o nasıl eminmiş gibi konuşabiliyordu ki?
"Senin düşündüklerinin önemsiz olduğunu söyleyecek kadar aşağılık değilim, Taehyung."
Tok sesiyle kısa bir kahkaha attı. "Duygular bile diyemiyorsun, Seokjin." Gülümsemesi soldu ve dikkatli bir şekilde bana baktı. "Daha duygular bile diyemezken bu konu hakkında konuşabileceğini düşünüyor musun?" Küçümser gibi gözlerini kıstı.
Belki haklıydı. 'Duyguların' demeye cesaretim yoktu. Ama gerçekten 'duyguları' olduğunu da düşünmüyordum. Düşünceden fazlası değildi. Yanılıyordu. Öyle olmalıydı.
Sertçe yutkundum ve başımı önüme eğdim. Ne diyebilirdim ki?
"Yapma şunu."
Anlamaz bir şekilde kaşlarımı çattım ve ellerini yumruk haline getirmiş Taehyung'a baktım. "Neyi?"
Bir süre bir şey demeden öylece baktı. Ben de sessizliği bozmadan sorumu cevaplamasını bekledim. Bakışmamız yaklaşık iki dakika daha sürüyordu ki kapı tıklatıldı.
Taehyung gözlerini benden ayırmadan "Ne oldu?" diye sorduğunda gözlerimi kaçırdım. Keskin bir şekilde gözlerimin içine bakarken tuhaf hissediyordum. Diğerlerinin aksine korkmuyordum ama kesinlikle tuhaf hissediyordum.
"Acilen buraya gelmelisin, Taehyung." Namjoon'un sesiydi ve bir hayli endişeli konuşuyordu. Öylesine hızlı konuşuyordu ki dediklerini zorlukla seçebilmiştim.
Taehyung kendi kendine "Ne haltlar dönüyor orada?" diye mırıldanıp kapıya yöneldiğinde ben de kapıya gittim. Kapı açıldığında Namjoon bana sinir bozucu bir ifadeyle bakıp çok sürmeden fazlaca endişelendiği konuya döndü.
"Jennie ve Manoban kavga ediyor," dedi Namjoon kaşlarını çatarak. Odadan çıkmak için atıldığımda Taehyung kapının önüne kolunu yerleştirip çıkmamı engelledi. "İki kız kavga ediyor diye bizi aşağı mı indireceksin, Namjoon?" 'Ciddi misin sen?' bakışları eşliğinde Taehyung başını yana eğdi.
"Jennie'yi tanımıyor gibi konuşma, Taehyung! Kızı öldürmekle tehdit ediyor, az kaldı parçalayacak! Manoban da salak gibi hiç karşılık vermiyor!"
"Manoban salak değil, Namjoon. Akıllılık ediyor sadece." Kolunu kapının önünden çekip dışarı çıkmasıyla çıkmak üzere ben de hareketlendim fakat kapının kolunu çekip arada hafif bir aralık bıraktı ve o aralıktan da bana baktı.
"Taehyung çekilsene," diye söylenip kapı koluna elimi yerleştirdiğimde kapı kolunu daha sert bir şekilde tuttu. "Sen burada kalıyorsun, Seokjin. İşim uzun sürmez zaten." Tam reddetmek için konuşmaya başlayacaktım ki kapı yüzüme kapandı ve çok geçmeden kapıyı kilitleyen anahtarın sesi duyuldu.
Bu çocuk manyaktı!
***
Taehyung
Namjoon ile birlikte aşağı kata indikçe sesler daha da çoğalıyordu. Genellikle Jennie'nin bağırış çağırışları, Rosé'nin Jennie'yi engellemeye çalışırkenki ciyaklamaları, Manoban'ın durgun sessizliği ve buna karşı olarak Jungkook'un Manoban'ın sessizliğini üstlenmesi... Hepsi küçük birer çocuktan başka bir şey değillerdi.
Sesler geniş olan salondan geliyordu. Tam odanın kapısına geldiğimde Jennie eline aldığı bir vazoyu fırlatmak için havaya kaldırdı. Vazoyu kaldırdığı sırada da Jungkook Manoban'ı korumak için önüne geçmişti. Seni fedakar şey (!)... Onu engellemek amaçlı kaşlarımı çatarak bağırdım. "Kim Jennie! Haddini aşma!" Jennie dağılmış saçları, nefes nefese kalmış hali, sinirden kızarmış yanakları ve korkutucu bir şekilde parlayan gözleriyle elindeki vazoyu tutmaya devam ederek bana baktı.
Ardından psikopatları andıracak bir şekilde hafifçe korkutucu bir şekilde gülümsedikten sonra gözlerimin içine bakarak elindeki vazoyu Manoban'ın arkasındaki duvara fırlattı. Vazo binlerce parçaya ayrılıp salonun çeşitli yerlerine dağılmışken Jennie'ye dikkatle baktım. Kontrolden çıktığı nadir anlardan birindeydi. Ve kontrolden çıkmış Jennie, kesinlikle Jennie değildi.
Onu sakinleştirmek zor olacaktı.
Hızlı adımlarla yanına gittim ve sertçe kolundan tuttum. Doğrudan Manoban'a bakıyordu. Fısıldayarak kendi kendine konuştu. "Onu öldüreceğim."
Rosé şok olmuş bir halde etrafına bakıyor, Jimin endişeli gözlerle Jennie'ye bakıyordu. Bu iki kardeşi sevmiyordum. Jimin'in bakışlarını görmezden gelmeye çabalayarak Jennie'ye odaklandım. Görmezden gelmeyeceğim günlerin geleceğine de emindim.
"Jen," diye fısıldadım usulca. Hala bana bakmıyordu. "Jen uyumak ister misin?"
Başını iki yana salladı. "O şeytanı gebertmek istiyorum."
Kapının önünde duran Namjoon'a baktım ve ağzımı oynatarak "Ne oldu burada?" diye sordum. O da dudaklarını oynatarak karşılık verdi. "Böyle anlatabileceğim bir şey değil." Tekrar Jennie'ye odaklandım. Onu sakinleştirmekten başka çözüm yolu kalmıyordu halde. Ama sakinleşmesi için öncelikli olarak Lalisa'nın bu ortamı terk etmesi şarttı.
Lalisa'ya baktım. Endişeli değildi, korkmuş ya da şok olmuş. Hiçbiri değildi. Kaşlarımı anlamaya çalışır gibi hafifçe çattım. Jennie'nin bu kadar çıldırmasına sebep olacak ne olmuştu burada? İşte bu sorunun cevabı gerçekten önemliydi.
Yüzünde sadece düz bir ifade vardı. Dışarı çıkması için Jungkook'a bakıp başımla dışarıyı işaret ettim. Jungkook, Lalisa'yı dışarı çıkarken Jennie'yi zorlukla tutuyordum.
"Kaçma, şeytan!" diye çığlıklar atıyor kollarımdan ayrılmak için büyük bir güç sarf ediyordu. Jungkook nihayet Lalisa'yı çıkardığında Jennie'nin kollarını daha fazla debelenmesin diye sıkıca tutarak ona sarıldım.
"Jen." Kulağına usulca fısıldadığımda hareketleri yavaşladı ve en sonunda bağırmayı kesti. Kollarını sıkıca tutan ellerimi gevşettim. "Uyku vaktin geldi, küçük leopar." Kendisine taktığım isme alaycı bir ifadeyle gülünce işaret parmağımı burnuna sürttüm. Geri çekildim ve elimle kapıyı işaret ettim. "Önden yürü bakayım."
Pes eder bir halde önümden yavaş adımlarla ilerlerken kapıyı dönmeden önce hızlıca Rosé'nin yanına gittim. "Bu gece yalnız uyusun. Kendi kendini sakinleştirmeyi öğrenmeli. O yüzden yanına gitme." Başıyla hızlıca onaylayınca önden ilerleyen Jennie'nin peşine takıldım.
Yanına gidip kolumu omzuna attım. "Uykun gelince huysuzlaşıyorsun, minik Jen," diyerek başını okşadım. Sinirli bir şekilde kaşlarını çatıp bana döndü. "Huysuz falan değilim, aptal TaeTae!" Aptal demesine karşılık yüzümü buruşturdum. Öyle olduğumu sanmıyordum oysaki.
Jennie odasının kapısını açıp içeri girdiğinde peşinden odasına girdim. Uzanması için yorganını kaldırdığımda yorganın içine girip küçük bir kedi gibi kıvrıldı. Benim yanına uzanmak gibi bir harekette bulunmadığımı görünce dudaklarını büzdü. "Benimle uyumayacak mısın?"
"İşlerim var, Jen. Belki sonra..." Sıcak bir şekilde gülümsediğimde onun yüzünde de buruk bir gülümseme oluştu. "Sonra..." diye fısıldadı. Yüzüne eğilip alnına küçük bir öpücük kondurdum. Kulağına da "Tatlı rüyalar, meleğim," diye fısıldadıktan sonra odadan çıktım.
Seokjin'i fazla bekletmiş olmalıydım. Merdiveni bir adımda üç basamak olacak şekilde uzun ve hızlı bir şekilde çıktıktan sonra koşar adım çalışma odamın önüne geldim. Kot pantolonumun cebinden çıkardığım anahtarla gülümseyerek kapıyı açtım.
"Fazla beklettiğim için üzgünüm, Seok-" Koltukta uyuyakalmış Seokjin'i görmemle birlikte sözüm yarıda kalırken aynı zamanda da olabildiği kadar somurtmuştum. Küçük çocuk muydu bu, Tanrı aşkına?! Sadece birkaç dakika aşağı gitmiştim ve uyuyakalmıştı. Yanına gidebilmek için Jennie ile bile uyumamıştım oysaki. Derin bir iç çekerek yanına ilerledim ve koltuğun kenarına oturdum.
Uzun bacakları koltuğa sığmamıştı ve bacaklarını koltuğun aşağısına yerleştirmek zorunda kalarak üst tarafını da eğmiş ve yan bir şekilde uzanıyordu. Pencereden yansıyan ay ışığı yüzüne vururken siyah saçları da gece gibi parlıyordu. Kirpikleri öylesine uzundu ki gözlerinin altında ay ışığından oluşan bir gölge bile oluşmuştu.
Elimi saçlarına daldırdım ve yavaşça gezdirmeye başladım. "Kendini zeki sanıyorsun ama aptaldan başka bir şey değilsin, Jin." Gözlerimi yüzünden ayırdım ve gökyüzünde parlayan aya çevirdim. Gözlerimi kapatarak sadece avucumun içindeki yumuşak saçlarını hissetmeye çalıştım. Saçlarının altından elime ulaşan vücudunun sıcaklığı... Usulca aldığı yavaş nefeslerinin boş ve sessiz odadaki yankısı...
Gözlerimi açtım ve tekrar ona baktım. Anlar mıydı bir gün beni? Ne hissettiğimi anlar mıydı bir gün? Bir gün, anlamasını istiyordum. Herhangi bir gün olsa yeterdi bana. Ama sadece bir gün... Bir gün anlasa güzel olurdu. Geç olsa bile... Güzel...
Oturduğum koltuğun kenarından kalkıp başucuna, yere oturdum. Uzun parmaklarımı yanağına yerleştirip uyanması için fısıldadım. "Seokjin..."
Birkaç kez fısıldamama rağmen pozisyonunu değiştirmekten başka bir şey yapmadı. En sonunda sinirlenip omzundan dürttüm. "Çocuk musun be, kalksana!" Tek tepkisi bana arkasını dönmek olmuştu. Ayağa kalktım ve kaşlarımı çatarak ellerimi belime yerleştirdim. "Ciddi misin sen?"
Ne yapsam da uyanmamıştı. Bana başka çare kalmıyordu. Bir kolumu başının altından diğer kolumu da dizlerinin altından geçirerek onu kaldırdım. Kucağıma almamla birlikte yüzümü buruşturdum. Tanrı aşkına, kaç kiloydu bu çocuk? Kilo vermesi falan gerekiyordu. Odasına götürene kadar yolda bayılıp düşebilirdim.
Kapısını kapattığım kapıyı kolumun tersiyle zorla olsa da açtım ve koridorda biri var mı diye etrafıma baktım. Bu şekilde birine yakalanıp ne kendimi ne de Seokjin'i rezil etmek istemiyordum. Birine yakalandığım halde, en az birkaç hafta o halimizden konuşulacağından emindim.
Koridorda birinin olmadığından emin olunca dışarı adımımı attım ve merdivenin başına yavaş adımlarla geldim. Gerçi kucağımda Seokjin varken istesem de hızlı yürüyemezdim.
Merdivenin başından aşağı katın koridorunu dinledim. Herhangi bir hareketlilik yoktu. Yine yavaş adımlarla aşağı kata indim ve koridora biri çıkmadan olabildiğinde hızlı adımlarla Seokjin'in odasına girdim ve arkamdan kapıyı kapattım.
Seokjin'i yatağına yatırana kadar iki kez düşme tehlikesi geçirmiştim. Birisinde ayağım halıya takılmıştı; diğerinde de o kadar dalgındım ki yatak yerine Seokjin'in az daha yere bırakıyordum, neyse ki son anda fark edip Seokjin'i havada geri yakalamaya çalışırken ikinci düşme tehlikemi de böylece geçirmiş olmuştum. Ve Seokjin tüm bunlardan habersiz mışıl mışıl uyumaya devam ediyordu.
Sonunda Seokjin'i yatağına yatırdığımda yuvasına kavuşmuş bir yavru misali yatakta kıvrıldı ve bana arkasını döndü. Nefes nefese kalmıştım, derin bir nefes aldığımda Seokjin tüm o uyandırma çabalarıma uyanmazken az daha aldığım nefesin sesine uyanıyordu. Ciddi bir psikopattı.
Burada daha fazla kalırsam her an Seokjin'in yanına yatmaya çalışabilirdim ki onun haberi olmadan böyle bir şey yapmak hiç hoş olmazdı. O yüzden daha fazla orada oyalanmayıp dışarı yöneldim.
Ne kadar ağır olsa da yine de onu yatağına götürmek hoşuma gitmişti. Dudağımda istemsizce ufak bir tebessüm oluştuğunda engellemeye çalışmadım.
***
Jimin
Jennie salonda olan kavgada adeta kendini kaybetmişti. Bakışları yerine bir başkası gelmiş gibi değişmiş, hareketleri ise ne kadar huysuz bir yapısı olsa da huysuzluktan çıkmış ve saldırganlığa dönmüştü. Orada ne geçtiğini bilmiyordum, Jennie'nin bağırtısına gelmiştim ama hoş şeyler yaşanmadığından emindim. Her ne olduysa Jennie bundan çok etkilenmişti. Hatta öylesine etkilenmişti ki kendini kontrol edememişti.
Dolayısıyla aklım Jennie'de kalmıştı. Taehyung'un Rosé'ye dediğini de duymuştum. "Yanına gitme."
Taehyung öyle dediyse bu kendisi de gitmeyecek demek oluyordu. Ve böyle bir anında Jennie'yi yalnız bırakmak istemiyordum. Zaten yüksek ihtimalle uyumuştu ve ben de sadece güzelce uyuduğundan emin olup odasından çıkacaktım. Eğer bu gece onun iyi halde olduğundan emin olmazsam pişman olacaktım. Bunu biliyordum.
Jennie'nin odasına gitmek üzere ikimizin de odalarının olduğu koridora girdiğimde Seokjin'in odasının kapısının açılmasıyla birlikte yarım ağız sırıtan Taehyung ile göz göze geldim. Gülümseyişi ani bir şekilde ifadesizleştiğinde gözlerimi kısarak ona baktım.
"Seokjin'in odasında bu saatte ne işin var senin?"
Taehyung tek kaşını kaldırdı. "Onun yanında olmam anormal bir durum mu, Jimin?" Ardından alaycı bir ifadeyle güldü. "İş konuşuyorduk."
Ona karşılık olarak kaşlarımı çattım. Bu çocuğun hareketleri beni oldukça sinirlendiriyordu. "Bu saatte iş konuşuyordunuz demek, Taehyung?"
Taehyung umursamaz bir ifadeyle omzunu silkti. "İstersem gecenin üçünde konuşurum. Sana ne?"
Sakinleşmek adına derin bir nefes aldım. Tam konuşmak için ağzımı açıyordum ki kaşlarını çatıp hızlı bir şekilde konuştu.
"Asıl sana sormalı?"
"Neyi?"
"Bu saatte kendi odanın hizasında değil de neden Jennie'nin odasının hizasında yürüdüğünü?" Gözlerini korkutucu bir şekilde kısarak başıyla Jennie'nin odasını işaret etti ve gözlerimin içine baktı. Şerefsiz herif!
Jennie ile odalarımız karşılıklıydı ve benim yürüdüğüm duvar kenarı hizasında da Jennie'nin odası vardı. Bu kadar ayrıntıcı olmak zorunda mıydı? Hoş, bana kalırsa zekice değil psikopatça bir gözlemdi onunkisi.
"Kendi suçlarını dönüştürüp bana yollama, Taehyung. Hem sana mı soracağım hangi hizadan yürüyeceğimi?" Yürümeme devam ederek odama yöneldim. "Paranoyaklığını kendine sakla, Kim Taehyung!"
Seokjin'in odasının kapısının kapanma sesi ve Taehyung'un uzaklaşan ayak seslerini duyduğumda yine de sağlama almak için odama girdim. Odamda sabırsızlıkla yaklaşık on beş dakika bekledikten sonra kapıyı hafifçe aralayıp koridora göz attım. Herhalde on beş dakika boyu merdiven başında dikilecek hali yoktu. O kadar psikopat olamazdı, değil mi?
Gerçi odamdan çıktığımı görse bile su içmek için çıktığımı söylerdim. Kanıtlayamazdı ya. Kanıtlar mıydı yoksa? Taehyung'du bu, ne halt yiyeceği belli olmazdı.
Koridora çıktığımda neyse ki "Park Jimin!" diye bağıran biri olmadı. Yine de yakalanmamak için parmak ucumda hızlı adımlarla karşımdaki Jennie'nin odasına yöneldim. Kapıyı sessizce açıp kendimi içeri atmamla odanın kapısını aynı sessizlikle kapattım. Psikopat Taehyung tehlikesini atlatmıştım.
Jennie'nin yatağına baktığımda düzenli nefes alışverişleriyle birlikte yatağında yatıyordu. Oda karanlıktı ama penceresinden yayılan bahçenin ışığı biraz olsun etrafı görmemi sağlıyordu.
Yanına sessizce ilerledim. Yan dönmüş bir şekilde cenin pozisyonunda uyuyordu. Başucunda eğildim ve yüzüne yakından dikkatlice baktım. Uyurken daha tatlı oluyordu. Konuşamıyordu ve dolayısıyla istese de huysuz olamıyordu. İstemsizce karşımdaki Jennie'ye gülümsedim. Böyle çok daha küçük ve sevimli duruyordu. Aslında yüzü öylesine narin hatlara sahipti ki kesinlikle eline silah alıp birilerini vurabilecek gibi durmuyordu.
Eli yüzünün yanındaydı. İnce ve uzun parmaklarına baktım. Böylesine sanatsal derecede güzel parmaklara dolanmış bir silah hayal ettim. Edebiliyor muydum? Hayır. Ama gerçekte öyle miydi? Evet. Huzursuz bir şekilde nefes aldım. "Keşke hep böyle olsan, Kim Jennie," diye fısıldadım.
Ardından fısıldayarak devam ettim. "Seni böyle huzurlu bir şekilde uyurken görmek mutlu etti, sevimli kız."
Yine kendi kendime gülümsedim ve ardından işaret parmağımı parmaklarının üzerinde gezdirdim. Eli kıpırdıyor gibi olunca hızlı bir şekilde parmağımı geri çektim. Uykusu çok derin olmamalıydı. Sanırım iyi olduğundan emin olduğum için gitme vaktim gelmişti. Dudaklarımı büzdüm ve uyuyan güzele son kez baktım.
Üzerine eğilip alnıyla saç bitimi arasına küçük bir öpücük kondurdum. Öylesine küçüktü ki sadece dudaklarımı değdirmiş bile olabilirdim.
Ayağa kalktım ve kapıya doğru sessiz adımlarla ilerlemeye başladım.
Sessiz ama narin bir ses durmamı sağladı.
"Jimin-shi?"
***
ayay iki fırsatçı iki uyuyan güzel ve yakışıklımız var kfdjkfdh
taehyung ve jimin ikilisinin atışmalarını seviyorum yahu
geçen hafta fazla yoğun olduğum için bölüm gelmemişti bunun için çok özür dilerim...:(
oy vermeyi unutmayın!<3
umarım bölümü beğenmişsinizdir,
sevgilerle, matmazel.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top