11- Başarısız Plan
bol bol yorum yapmayı unutmayın, iyi okumalar dilerim
***
Seokjin
Taehyung bir bakıma haklıydı. Bunu güvenlik için yapıyordu. Yine de Rosé açısından bakacak olursak yaptığı etik değildi. Taehyung gittiğinden bu yana Rosé aralıksız söyleniyordu. Evet, aralıksız ve nefes almadan... Sürekli...
"O kendini ne sanıyor?!" Bu artık dayanılmaz olmaya başlıyordu. Onu durdurmaya çalışırsam daha da agresif konuşacağı için hiç bu durumla uğraşmadan odadan çıktım. Peşimden de Jimin geldiğinde Jennie'yi Rosé'nin haykırışlarına mahkum bırakmıştık.
"Onu peşinden sürüklemek, saçmalıktan başka bir şey değildi," diye mırıldandım. Rosé başımıza mutlaka bela açacaktı. Belki yakın bir zamanda belki de uzun bir zaman sonra... Ama mutlaka...
"Zorundaydım," dedi ve dudaklarını büzdü. Çaresiz hissettiği zaman dudaklarını büzerdi. "Başka yolu olsa yapmaz mıydım sanıyorsun?"
"Onu orada bırakabilirdin."
Yürümesini durdurdu ve kısa bir süre bir şey demeyince ben de durdum. Arkamı dönmeden öylece beklerken konuşmaya başladı. "Orada ne durumda olduğunu sen de benim kadar çok iyi biliyordun, Seokjin. Onu orada bırakmaya nasıl razı gelebilirdim?"
"Bu hayatı kendisi seçti, Jimin. Zorluklarıyla birlikte kabullenmesi gerekiyor ve o hayaline odaklandı. Eğer onun için zorluklar sorun olacaksa, bu gerçek hayali değil demektir." Jimin'in daha fazla bir şey demesine izin vermeden bahçeye doğru ilerledim.
Rosé buraya gelmemeliydi. O böyle bir yere katlanabilecek bir insan değilken Jimin bunu benden çok daha iyi biliyordu. Taehyung haklıydı. Hayallerinden koparılmış bir genç, oldukça tehlikeliydi.
Bahçe kapısından geçtiğimde kısa kollu giydiğim için soğuktan kollarım ardından da tüm vücudumun titrediğini hissettim. Yine de aldırmadım. Temiz hava almaya ihtiyacım vardı.
İlerledim ve dışarıdaki banka oturdum. Ellerimi pantolonumun cebine koyup başımı geriye attım ve gözlerimi kapattım. Her şey çok saçma bir şekilde ilerliyordu. En kötüsü de ne yapmam gerektiğini bilmiyordum. Aslında ne yapmam gerektiğini bilmediğim için burada, Taehyung'un yanındaydım. Onun yanında olma düşüncesi aklımda olduğu için değil.
Ne yapmam gerektiğini bilmediğim nadir olaylardan biriydi bu yaşadığım. Aslında olay demek az kalırdı. Birkaç günün sadece olay adı altında nitelendirilmesi garip kaçardı.
Hiçbir şey benim iradem içinde gerçekleşmiyordu. Her şey Taehyung'un elindeydi ve bu oldukça sinir bozucuydu.
Gözüm kapalı bir şekilde kafamı yaslamaya çalışırken çimenlerin ezilme seslerini duydum. Ağır adımlarla biri yaklaşıyordu. Sesler gittikçe çoğaldı ve en sonunda yanıma oturan bir beden hissettim. Sağ tarafıma oturmuştu, ben de sağ gözümü açıp yan bir şekilde baktım. Taehyung'tu. O da benim gibi başını geriye atmış, gözlerini kapatmıştı.
Gözlerimi kapatır kapatmaz konuşmaya başladı. "Rosé konusu hakkında ne düşünüyorsun?" Konuşmak için ağzımı açtığımda devam etti. "Sen de diğerleri gibi ileri gittiğimi mi düşünüyorsun?"
"Rosé'nin tehlikeli biri olduğu konusunda haklısın. En azından şu şartlar altında tehlikeli birine dönüşebilir. Biraz ileri gitmiş olsan da, yani sonuçta yaptığın etik bir davranış değildi. Yine de sen sadece tedbir alıyordun. Ve bunu yapmasaydın belki de sonuçları ileride çok daha kötü bir şekilde sana vurabilirdi." Duraksadım ve kuruyan dudağımı ıslattım. "Tam olarak böyle düşünüyorum."
"Şaşırmadım," diye mırıldandı.
"Madem tahmin ediyordun, o zaman neden sordun?"
Derin bir nefes aldı. "Sadece emin olmak istedim."
"Nasıl hissediyorsun?" diye sordu bir süre sonra. Yalan söylemeyecektim. Hem gerek yoktu hem de yalan söylemeyi sevmezdim.
"Boşlukta, ne yapacağını bilemez bir halde... Başka birisinin isteklerine göre yönlendirilseydin sen bunlardan farklı bir şey mi hissederdin, Taehyung?"
Saniyelik de olsa gülümsediğini hissettim. "Doğrusu sinir bozucu olurdu."
Gözlerimi açıp kafamı kaldırdım ve bakışlarımı önüme çevirdim. "O zaman neden bana bunu yapıyorsun?"
O da başını kaldırdı ve önüne baktı. İkimiz de aynı pozisyonda duruyorduk. "Sana ihtiyacım var."
"Neden?" Sinirlenmemek için derince bir nefes aldım ve bir süre bekledim. "Tanrı aşkına, Taehyung! Benziyoruz diyorsun sana ihtiyacım var diyorsun. Bunların arkasına saklanmaktan başka yaptığın bir şey yok. Bir kere olsun, karşıma geçip bana mantıklı bir neden sunmadın. Benim bu cevaplara tatmin olmamı mı istiyorsun?"
Kaşlarını çattı. "Nefes alıp konuşsana." Ardından omuzlarını silkti. "Her neyse. Arkasına saklandığım bir cevap ya da cevaplar yok. İnan ya da inanma. Ben Kore'deki en büyük hacker grubunun lideriyim ve omuzlarımda ağır bir yük var." Sinirli bir şekilde ayağa kalktı. Gözlerimin içine baktığında göz temasını kesmedim.
"Sadece beni anlayacak birinin yükümü paylaşmasını istedim, Seokjin. Başka bir isteğim yoktu. Eğer istemiyorsan sana müsaade ediyorum. Yarın sabah Jimin ve Rosé ile birlikte eski hayatına geri dönebilirsin. Merak etme, aranman hakkındaki tüm sorumluluğumu üstleneceğim. Kolayca geri dönebileceksin. İyi geceler."
Ardından hızlı adımlarla eve doğru ilerledi. Ayağa kalktım ve gitmemesini söylemek için ağzımı açtım ama sonra vazgeçtim. Sanki duracak mıydı ki? Önüme döndüm ve elimi saçlarımın arasından geçirdim. Çok nadir sinirlenebilen -en azından tepkimi dışarıya çok az gösteren- biriyken Taehyung'un beni kolaylıkla çileden çıkarması dengelerimi bozuyordu.
***
Sabah erkenden uyanıp bahçede biraz yürüyüş yaptım. Bahçe geniş olduğu için yürüyüş diyebileceğim bir alandı. Uyandığımda güneş yeni doğuyordu ve hava sanki kış mevsimindeymişiz gibi soğuktu. O yüzden bahçeye inmeden önce dolaptan ince bir ceket aldım. Yürüyüşümü tamamladıktan sonra hızlıca duş aldım. Rahatlamış hissediyordum.
En azından artık ne yapacağımı biliyordum.
Kahvaltı saati geldiğinde geniş masadaki sayımız artmıştı. Eskiden Taehyung, Jennie, Jimin ve ben olmak üzere dört kişiydik. Hoş, eskiden diyorum ama bu sadece birkaç gün öncesiydi, hatta düne kadar öyleydi. Şimdi aramıza huysuz bir Rosé eklenmişti. Huysuz diyorum çünkü etrafa neredeyse hisleri olmayan herhangi bir nesnenin algılayabileceği kadar negatif enerji yayıyordu. Herhangi bir eşyanın hissedebileceği kadar fazla olduğu için haliyle bir insan için neredeyse dayanılmaz oluyordu.
Sürekli somurtuyor ve kiminle göz teması kurarsa o kişiye kaşlarını çatıyordu. İsterse Jimin'le isterse Jennie'yle göz göze gelsin, kim olduğu umurunda değildi. Kaşlarını çatıyor ve gergin olduğunu hissettiriyordu o kişiye sadece.
Masanın havası oldukça gergindi. Bu sefer bahçede değil içerideki yemek masasında oturuyorduk. Rosé yetmezmiş gibi Taehyung da negatif enerji saçıyordu ama diğerleri pek bunun farkında değil gibiydi. Rosé'nin negatif enerjisi öyle bir parlıyordu ki başka negatif enerji görebilmek mümkün değildi.
Rosé elindeki çatalla sürekli tabağındaki yemeği karıştırıyor, arada bir de çatalı hızlı ama sessiz bir şekilde tabağına vurabiliyordu. Kimse konuşmadığı için yaptığı o sessiz hareket bile kulaklarımda yankı yapıyordu sanki.
Jennie ve Rosé yan yana oturuyordu. Jennie her ne kadar Rosé'yi şu anda parçalamak istediğini belli etse de Rosé çok ses çıkarırsa kibarca gülümseyerek uyarıyordu. Ama Rosé görmediğinde ona ölümcül bakışlar atıyordu.
Böylesine gergin süren kahvaltı nihayet sonlandığında Taehyung "Müsaadenizle," gibisinden mırıldanarak hızlıca kalktı ve yukarı kata doğru ilerledi. Ardından da ben kalktım ve onu takip etmeye başladım.
O kadar hızlı gidiyordu ki koşar adım gitmek zorunda kalmıştım. Nihayet onu ikinci katta yakaladığımda seslendim. "Taehyung!"
Yavaşça arkasını döndü ve bana baktı. "Jennie'ye söyle, o gitmeniz için gerekli hazırlıkları yapacaktır. İşim var, Seokjin." Diyeceğimi beklemeden arkasına döndü ve aynı hızlı adımlarıyla odasına yöneldi. Kapıyı kapatmadan yetiştim ve peşinden içeri gittim.
"Gideceğimizi söylemeyecektim. Neden böyle bir kanıya vardın ki?"
Odanın ortasında durdu ve bana döndü. "Neden böyle bir kanıya varmayayım ki? Evine dönmek istediğin bariz bir şekilde ortadaydı. Ayrıca uzatmana gerek yok. Ciddiyim, gidebilirsin."
Yüzü ifadesizdi. Ne kızgın ne bitkin ne de telaşlı... Hiçbir olumsuz duyguyu barındırmıyordu. Bunun yanında olumlu bir duygu barındırdığı da çok nadir oluyordu. En azından ben geldim geleli böyleydi.
Gözlerimi devirmemek için kendimi zor tuttum. Resmen anlamamak için salağa yatıyordu.
"Gitmiyorum dedim, Taehyung. Neyini zorluyorsun hala, anlamıyorum ki!" En sonunda kaşlarımı çatıp ellerimi belime yerleştirdim. Şaşkınlıkla kaşlarını havalandırdı. Böyle bir çıkış beklemiyordu anlaşılan.
"Duydun," diyerek omzumu silktim. "Yükünü paylaşmaya karar verdim ve senin yaptığın şu muameleye bak."
Şaşkınlıkla ağzı bir karış açıldı. Gülmemek için yanağımın içini ısırdım. Şu an fotoğrafını çeksem ortaya çok komik bir şey çıkabilirdi. "Ne?"
Elimi alnıma götürdüm ve ovuşturdum. "Biraz daha salağa yatacak olursan gerçekten gideceğim."
Ellerini havaya kaldırıp olumsuz anlamda salladı. "Hayır, hayır!" Ardından bir elini ensesine attı. "Yani demek istediğim..." Bir süre duraksadı ve gözlerini büyüttü. "Sen gerçekten burada mı kalacaksın?"
"O kadar çok zorladın ki, gitmemi istediğini düşünmeye başlayacağım, Taehyung," diye mırıldandım.
"Ne alakası var? Her neyse, emin olmak için tekrar soruyorum." Onay vermemi ister gibi birkaç saniye bekleyince devam etmesi için başımı salladım.
"Gerçekten burada kalmakta kararlı mısın?" Yüzünde tereddütlü bir ifade vardı. Konuşmak için ağzımı açtığımda devam etti.
"Soruyorum çünkü... Bir kere evet dediğinde geri dönüşü olmayacak, Seokjin. Eğer kabul edersen eve geri dönmeni ben bile sağlayamam. Bunun farkında olarak cevap ver."
Hiç tereddüt etmeden hızlı bir şekilde cevapladım. "Yüküne ortak olacağım, Taehyung." Duraksadı. Şaşırmış gibiydi. Ya da daha başka bir şey... Yüzünde öyle bir ifade vardı ki anlamak çok zordu. Heykel gibi donup kalmıştı öylece. Bir süre sonra gözlerini kırpıştırdı.
Kollarımı göğsümde bağladım. "Ee? Yükünü nasıl paylaşacağımı anlatmayacak mısın?"
***
Rosé
Bu psikopat adam Seokjin'i de Jimin'i de beni de burada hapsediyordu. Üstüne üstlük dışarıyla hiçbir bağlantım yoktu, telefonumu elimden aldığı için. Jimin'le ne zaman konuşmaya çalışsam beni dinlemiyor, duymazdan geliyordu. Jennie ise sürekli bana gülümsüyor, her şey yolundaymış gibi davranıyordu.
Her şeyin yolunda olduğu falan yoktu.
Taehyung denen herif başımızı belaya sokmuştu. Jimin ve Seokjin bunu görmezden geliyordu. Hala neden görmezden geldiklerini anlamıyordum. Düpedüz burada hapsolmuşlardı, emir kulu gibi hareket ediyorlardı. Anlamadığım nokta ise ikisinin de umurunda değildi bu durum.
Jimin'i benden iyi kimse tanımazdı. Jimin böyle kısıtlı ve kaçak bir hayat süremezdi. Onun doğasına aykırıydı. O her zaman özgür ruhlu, sürekli gülümseyen biri olmuştu. Neden bunu kabulleniyordu ki? Seokjin için mi?
Ne Jimin'in ne de Seokjin'in Taehyung'un planlarına kurban gitmelerine seyirci kalamazdım. Taehyung tehlikeli biriydi ve onun yüzünden ikisine de bir şey olmasına seyirci kalamazdım.
Kahvaltıdan sonra hızlı adımlarımla bana ayrılan odaya gittim. Taehyung beni bunlarla kandırabileceğini mi sanıyordu? Jennie de peşimden gelmişti ama ona yorgun olduğumu ve dinlenmek istediğimi söylemiştim. Anlayış göstererek gitmişti. Belirli bir süre geçmesini bekledim. Yaklaşık bir saat sonra odamın kapısını araladım ve etrafa baktım. Etrafta kimse yoktu. Dışarı çıktım ve odamın kapısını yavaşça kapattım.
Biri beni dışarıda görürse endişelenmeme gerek yoktu. Dolaşmak istediğimi söyleyebilirdim ama yine de temkinli davranmaya gayret ediyordum.
Önce Jennie'nin odasına gitmeyi düşündüm ama hayır, bu tehlikeli olurdu. Jennie'nin yanında kısa bir süre durmuş olsam da sürekli yanımda olunca çoğu hareketinden nasıl bir insan olduğu hakkında çıkarım yapabilmiştim.
Onun gülümsemeleri tamamen beni kontrol altına almak amacını taşıyordu. Her ne kadar normal biri gibi görünse de Taehyung'tan farkı yoktu. Aralarındaki tek farksa Taehyung kişiliğini saklama zahmetine girmiyordu. Olduğu gibi görünmeyi tercih ediyordu. Jennie'de ise durum böyle değildi. Kişiliğinin önünde bir maske vardı. Maskeyi indirebilmeniz için ise onun her hareketine dikkat etmeniz gerekirdi. Sabırsız bir kişiliği vardı, bu yüzden maskesini indirmek çok zor değildi.
Gidebileceğim en güvenli yer Jimin'in odasıydı. Hem bir gariplik de çekmeyecekti.
Jimin'in odasının önüne geldiğimde tekrar etrafıma bakındım. Kimsenin olmadığına emin olduktan sonra kapıyı araladım ve hızlıca içeri girdim. Jimin içeride olsa da benim için sorun olmazdı. Onu görmek istediğimi söylersem olur biterdi. Neyse ki şanslıydım ve böyle bir şey dememe gerek kalmamıştı.
Jimin odada yoktu. Yüzüme istemsizce bir gülümseme yerleşti. Jimin ve Seokjin bana borçlu olacaklardı. Onlar her ne kadar şu anda kabullenip farkında olmasalar da çok iyi biliyordum ki onlar da geri dönebilmek için can atıyorlardı. Ben sadece onların bunu fark etmesini ve gerçekleri görebilmelerini sağlayacaktım.
Odada Jimin'in telefonunu aldım. Bildiğim üzere Seokjin'in de Jimin'in de telefonu duruyordu. Çatlak Taehyung sadece beni telefonumu almıştı.
Odada biraz gezindiğimde üzerinde birkaç tane kitabın olduğu masanın üzerinde Jimin'in telefonunu buldum. İki kitabın arasındaydı. Telefonu burada kullanmam tehlikeli olurdu çünkü odaya her an biri girebilirdi. O yüzden telefonu eteğimin cebine koydum ve odadan yine kimsenin olmadığına emin olduktan sonra çıktım.
Konuşabileceğim tek yer bahçeydi. Oldukça genişti ve kimsenin duyamayacağı ve göremeyeceği bir köşeyi elbet bulabilirdim. Dümdüz bir bahçe değildi.
Havuzu, oturma yeri, yemek yeri ve birkaç tane ağacın olduğu bir kısım vardı. Ağaçların orada saklanarak telefonu kullanabilirdim. Böylece beni kimse fark etmezdi.
Hiçbir şey olmamış gibi yüzüme sabah kahvaltıda kullandığım aynı yüz ifademi yerleştirdim. Bahçe kapısına doğru giderken Jimin'le karşılaştım ve kalbimin göğüs kafesimden fırlayıp çıkabilecek kadar hızlı atmasına sebep oldu.
Jimin kolumdan tutup beni durdurdu. "Nereye gidiyorsun?"
Jimin tek bir şekilde peşimi bırakırdı. Huysuzluk edecektim elbette. "Dışarı çıkıp temiz hava almak da mı suç oldu?! Cidden, şuraya hapsolduğum yetmemiş gibi bir de bana hesap soruyorsun! Böyle olacağını bilseydim asla seninle buraya gelmezdim, Jimin!"
Gözlerini devirdi ve derin nefes aldı. "Tamam, tamam bir şey demedim. Git, temiz hava mı alıyorsun; ne yapıyorsan yap!" Hışımla yanımdan geçti ve üst kata çıktı. Odasına gittiği için telefonunun olmadığını fark etmesi an meselesiydi. Bundan dolayı koşar adım ilerlemeye başladım.
Şanslıydım ki bahçede kimse yoktu. Parmak uçlarımda koşarak -yürüsem vakit kaybedecektim, direkt koşsam da ses çıkaracaktım ve garip bir yöntem geliştirdim- ağaçların olduğu bölüme ulaştım.
Etrafıma son bir kez bakındım ve telefonu hızlıca cebimden çıkardım. Telefon kilidini bildiğim için telefonu hemen açtım. Şimdi Jennie'nin telefonunu almaya teşebbüs etmediğime seviniyordum. Büyük ihtimalle onun telefonunda da kilit vardı ve çabalarım boşa gidecekti.
Polisin numarasını girip aramaya bastım ve telefonumu kulağıma götürdüm. O kadar stresliydim ki alt dudağımı dişlemekten neredeyse kanatacaktım. Telefon henüz bağlanmamıştı.
Heyecanla telefonun bağlanmasını beklerken bir el ağzıma kapanarak boğazıma dolandı ve diğer el de elimde tuttuğum telefonu aldı.
Tanıdık ses kulaklarıma bir fısıltı halinde doldu. "Sen ne yaptığını sanıyorsun?" Ses tonunda sinirli bir tını vardı.
Bu ses Jungkook'tan başkasına ait değildi.
***
umarım bölümü beğenmişsinizdir,
sevgilerle, matmazel.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top